Samanyoluhaber.com yazarlarından Prof. Dr. Suat Yıldırım, okurları için 'MAKLUBECİ DR. KÂYİD' başlığı ile bir yazı kaleme aldı.
Galiba 1978 yılı idi. Erzurum İslami İlimler Fakültesi hocaları olarak bir Umre ziyareti planladık. Bir otobüsle Halep, Şam, Hama, Ürdün, Tebuk, Hayber ve Medine üzerinden gidip Mekke`de Kâbe`yi ziyaret edip Umreyi tamamladıktan sonra Riyad, Kuveyt, Basra, Bağdat; Cizre, Mardin tarafından dönmeyi düşündük. 1971 darbesinden sonra karayolu ile hac ziyareti yasaklanmıştı. İlahiyat öğretim elemanlarından otuz kişilik bir grup olarak, umre yapıp ilgi alanımız İslam coğrafyasını tanıma arzusu ile bilimsel amaçlı bir gezi yapacaktık. Bağdat`ta uzun zaman kalmış merhum Doç. Dr. Ruhi Özcan`ın Ankara`da uğraşları sonucunda özel izin alındı. (Bu bilimsel gezi ve Umre programının kaptanı Ruhi bey, Bağdat`İlahiyat Fakültesinden mezun olup orada yüksek lisans yaparken Bağdat radyosu Türkçe program sunuculuğu ve redaktörlük yapmış, ender yetişecek bir İslam hukuku uzmanı, emniyet görevlisi kıymetli bir babanın evladı.
Akademik çalışmalarını yaparken kendisini çekemeyen birilerinin isnadlarına bir doktora tezi hacminde, yıllar süren savunma çalışmasıyla cevap vermek titizliği gösterdikten sonra Erzurum`dan ayrılıp, 1985`te Suudi Arabistan Muhammed bin Suud Üniversitesi Öğretim üyeliğine başlamayı müteakip, geldiği Edremit`ten yıllık izin dönüşünde arabasıyla geçirdiği feci kazada eşi ve büyük oğlu ile 1986`da rahmetli oldu. Dönüş yolundan bana ilettiği posta kartı, ahiretten bir mesaj gibi hâlâ yanımdadır. Ben de o sıra Medine Yüksek İslam Fakültesindeki görevime başlamak üzere idim. İki küçük oğlu pasaportları yetişmediği için yola çıkamamışlardı. Allah`ın lütfu ile onlar İslam dini üzerinde iki hoca oldular. Biri merhum Fethullah Gülen hocamızdan uzun yıllar ihtisas dersi okuduktan sonra Amerika`da , diğeri ülkemizde hocalık yapıyorlar. Memleketi olan Edremit`te adını taşıyan “Özcan Koleji”nin akıbetini bilemiyorum.
Medine`de Dr. Kâyid Ahmed bulunuyordu. İzmir Tıp Fakültesinde okurken çok sempatik, girişken, teklifsiz mizacı olan bu Ürdün`lü öğrenci, merhum Hocamız M. Fethullah Gülen ile 1966`dan beri abi-kardeş münasebeti kurmuş. Sadece şu tabloyu göstereyim: Hocamız kahvehane sohbetlerini başlatınca Kâyid, Arap öğrenci olarak katılıp, bu orijinal tecrübeye ilgi uyandırmaya yardımcı olurmuş. Hocamızla 1964`ten beri Edirne`den başlayıp, iki yıllık askerliğimden sonra İzmir`de devam eden dostluğumuz vardı. Ben de bu müşterek dost vesilesiyle Kâyid ile yakın irtibat kurdum. Diyanet Başkanlık müfettişi olarak 1967-68 yıllarında İzmir`e gittiğimde Kâyid`in Bornova`da, eski ahşap bir evin ikinci katındaki odasına uğrardım.
Ürdün yemeği olan Maklube`yi küçük tenceresinde yapıp ikram ederdi. Kâyid, Fakülte son sınıfta iken Hocamız vesilesi ile Diyanet Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagür ile tanışmış, derken onun kızı Makbul`e hanım ile nişanlanmış. Bu dönemde ziyaretimde Maklube yapmasını rica edince: “Lâ el-maklûbe, ba`de`l-Makbûle” (Artık maklûbe, Makbule ile evlendikten sonra , diye espri yapmıştı). Gerçekten, evlenmesinden sonra, etrafta bu tekerlemesi de yayıldı. Çevrenin yavaş yavaş genişlemesiyle bu sözü meşhur oldu. Pek zeki ve esprili bir arkadaş idi.
Kaldığı odada daha önce Mekke`li Said adlı bir öğrenci ile beraber olduktan sonra o ayrılmış. Meğer daha önce beraber iken Said, araba sürücü ehliyeti için müracaat etmiş, resmi cevabı getiren görevli, Said ayrıldıktan sonra gelip kapıyı çalmış. Kâyid evde beyaz cellabesi ile. Üst kattan düğmeye basıp kapıyı açmış. Üst kattan cellabe ile inişine hayretle bakan görevli o iner inmez elindeki sigarayı telaşla söndürmeye çalışıp bu Arap Hocaya işi nasıl anlatacağı derdine düşmüş: “Saiiit, Mekkee!”. Kâyid , dudak büküp “anlamadım” işareti yapmış. “Mekkeee, ehliyeeet!” diye zorlanınca Kâyid, “Beyefendi, lütfen Türkçe konuşur musunuz?” deyince, heyecandan kızarmış postacı, bu sefer de öfkelenmiş.
1971 sıkıyönetim döneminden sonra Yaşar Tunagür ve F. Gülen Hocalar, Medrese-i Yusufiye hocası oldular. Türkiye Cumhuriyetinin sürprizleri bitmez: Diyanet Başkanı Tunagür, Siyasal Bilgiler Fakültesi`nin dünyaca tanınan dekanı Prof. Mümtaz Soysal ile Mamak Cezaevinde hapishane arkadaşı olarak bir arada kalıp diyalog kurarlar. Yaşar Hoca sonra serbest din hizmetlerinin yanında ticaretle de uğraşmaya çalışır. 2003-2006 döneminde Samanyolu TV İstişare kurulunda Sabahattin Zaim, Hayrettin Karaman ve başka zatlarla birlikte onunla da beraber olurduk.
Yaşar Hoca, damadı olan Dr. Bey`e: “Sen bu Kâyid ismini nereden buldun anlayamıyorum? Bütün Arap dünyasını iyi bilirim, senden başka bu ismi taşıyan hiç kimseye rastlamadım!” dermiş.
Kâyid bey neyse ki 1971’deki sıkıyönetimden az önce mezun olup evlendiğinden, olaydan hemen sonra Türkiye’den ayrılmış, derken Medine`de doktor olarak çalışmaya başlamış. Neyse ki o zaman “iltisak” gibi karakuşî bir cezaevine koyma uyduruk bahanesi yoktu. Medine`de Erzurum Ribat’ında misafir kalmıştık. Hac zamanı olmadığından geniş bir misafirhane durumunda olan bu mekân müsait idi. Mekke ve Medine`de feyizli umre ziyaretinde bulunduk. Üç-dört yol arkadaşım ıle onun muayenehanesine gittik. Perşembe orucuna niyet etmiş olduğumdan hurma ikramını almayınca birden ağzımda zorla yerleştirdiği bir hurma buldum. “Medine`ye oruç tutmaya gelinmez, orucu memleketinde tutarsın!” sesi kulağımdan gitmez.
1980 askerî darbesini müteakip, Fethullah Gülen Hocaefendi, altı yıl ortada görünmeksizin yurdumuzun her tarafında adres değiştirerek hizmetine devam ettikten sonra, aramanın kanunsuz olduğu kesinleşmişti. 1986`da 6-7 arkadaşıyla Hac ziyaretine çıktı. Ben de Erzurum`dan katıldım. Medine`de katılım sayısı kırkı geçti. Mütevazı, gönlü gibi maddeten de zengin bir iş adamının misafirperverliğinde ziyaret gerçekleşti. O zat Medine`de, Mekke`de, Arafat`ta, Mina`da ulaşım ve yerleşim tesislerinde heyetimizi ağırladı. Mescid-i Kuba ve Kıbleteyn tesislerinin müteahhitliğini de o yapmış. Türk elemanlardan memnun kalması ona şu sözü söyletmişti: “Zannımca burada çalışanlar Sahabe soyundan gelenlerdir”. Mekke-i Mükerreme`de Kâbe`ye yakın geniş bahçe içinde babasından kalan geniş tesisinde heyetimizi misafir etti. Dr. Kâyid Beyin bu organizasyonda payı olmuştu. Her kademede Hac Emirimiz olarak başı çekti. Arafat’tan Müzdelife’ye kadar kafileyi heyecanla otobüse binmeksizin üç saat kadar zikir, tesbih ve tehlillerle yürütmüştü.
1987-1988 Medine Da`ve Fakültesinde görev yaparken kendisiyle çok yakın münasebetlerimiz oldu. Türkçe bilen, sempatik ve mahir bir doktor olması hasebiyle hacca ve umreye gelen Türkler onun kliniğinden eksik olmazlardı. Çok esprilerinden biri şu idi: “Bizim Türk hacıları burada iken akıllarının bir kısmı memleketlerinde, bir kısmı alışverişte. Kalan grubuyla da diğer vazifelerini yapmaya çalışırlar!”. Mahir, sempatik bir Arap doktor olarak kazancı oldukça iyiydi. İlk hanımı Makbule`den çocuğu olmayınca Ürdün`den ikinci bir hanımla evlendi. Kendisinin ve hanımının dirayetiyle, beş-altı çocuklarıyla evlerinde güzel bir ortam olduğunu duyardık. Oğullarından birinin abdest aldıktan sonra müstehab namaz kılmasını unutamam. Diğer oğlu Ahmed 9 yaşlarında iken Tebareke cüzünden uzunca Mearic sûresini ezberlemişti. Evlerinde otururken oğlunun tecvitli okuyuşunu dinlemiştik. Bazı şeyler hafızamdan hiç çıkmıyor. Kur`an okurken ne zaman Mearic sûresine gelsem, veya bu ismi duysam hemen Ahmed ve ailesi hatırıma gelir. Onu İstanbul Fatih kolejine göndermişti.
Dr. Kâyid namazlarını kısaca “Harem” denilen Mescid-i Nebevîde kılar, imamlarıyla dostluk kurardı. Ben orada iken Baş İmam olan İbrahim Ahdar, Ebû Ali Huzeyfî gibi hocalarla tanıştırmıştı. Aslen Cezayirli bir aileden, aynı zamanda mühendis de olan İbrahim el-Ahdar, Doktor Kâyid gibi marifetli biri idi. Bir taraftan da fırın makineleri vb. alanda, İtalya ve İstanbul gibi yerlerle ticareti olduğunu öğrenmiştim. Doktorun teşviki ile benden Türkçe öğrenmeye de başlayıp bir süre devam etmişti. Hayatta iseler Allah selametler versin.
2006 yılında Yaşar Tunagür vefat ettiğinde İstanbul`a gelen Dr. Kâyid ile son olarak görüştük. Bundan on yıl kadar sonra vefat ettiğini öğrendim. Suudi Arabistan`da kocası vefat eden hanımlar vefat iddetini uygulayıp dört ay on gün evden çıkmamaya dikkat ederler. İddeti tamamlayınca Makbule ve Neval hanım oğulları Ahmed Mearic ile önce Mescid-i Nebevî ve Peygamber Efendimiz aleyhisselamı ziyaretin peşinden umreye araba ile giderken giderken fecî bir kazada vefat ettiklerini, Makbule hanımın abisi Mehmet Tunagür`den öğrendim. Yaşar Tunagür Hocanın hanımı da son döneminde Medine`de kalıyormuş. Onlardan az önce o da orada vefat etmiş.
Böylece 1968`de, bir Arap Tıp Fakültesi öğrencisinin İzmir Bornova`daki küçük tenceresinde pişirdiği lezzetli bir yemeği, Ege bölgesinden başlayarak önce Türkiye`de, sonra Hizmet camiası vasıtasıyla neredeyse dünyanın bütün ülkelerinde yayılıp sevilen Maklube yemeğini ve onun çağrıştırdığı bazı hatıraları anmış olduk.
Allah ruhunun ufkuna yürüyen tüm andıklarımıza rahmet, bizlere de tedarikler nasip eyleyip hepimizi cennetinde buluştursun.