''Îman, ahlâk ve insanlık hizmetine kendilerini adamış muhabbet fedâileri, bugüne kadar yapılan zulüm, işkence, maddî -mânevî bunca kötülüğe karşı el kaldırmamış, sokağa dökülmemiş, müspet hareket etmek suretiyle dünya barışına katkıda bulunarak insanlığa örnek ve model olmuşlardır.''
Mehmet Ali Şengül / samanyoluhaber.com
İnsanlar Hesap Vermeye Ne Kadar Hazırlar?
Allah (cc) her peygamberi, cemaatine ve gelecek nesillere örnek ve rehber olarak göndermiştir. Akıl ve irâdelerini yanlış kullanarak sapıklıktan, putlara tapmaktan kullarını kurtarmayı murad etmiştir.
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Azîmüşşan’da zikredilen peygamberleri nazara vererek, bütün peygamberleri kendilerine inananlarla beraber, gelecek hayr-ul halef nesillere Hâkim-i Mutlak Allah’ı tanıtma, O’nun emir ve yasakları doğrultusunda hakkı temsil etmelerini sağlamaları için tavzif buyurmuşlardır.
Bütün semâvî kitapların ve bilumum peygamberlerin yegâne dâvâları, ‘Hâlık-ı Kâinatın tevhid gerçeğini, ulûhiyyyet ve vahdâniyyetini ilân’dır.
Hz.Âdem (as) şeytana, tûfan öncesi Hz.Nuh (as) yakınlarına ve cemâatine, Hz.İbrâhim (as) Nemrud’a ve putperestliğe, Hz.Mûsâ (as) şirk düşüncesini temsil eden Fıravun’a karşı aynı mücâdeleyi vermişlerdir.
Efendimiz Hz.Muhammed’den (sav) bir durak önce gelmiş Hz.İsa’yı (as) ve havârilerini de Kur’ân-ı Mûciz-ül Beyân nazara vermektedir. Havâriler, Allah’a teslimiyet içinde dine sâhip çıkmışlardır.
Onlar, can ve mallarını, hak ve doğruluğuna inandıkları Hz.Îsâ’ya ve onun dâvetine fedâ etme pahasına, dünyânın her tarafına dağılıp insanlara Hakk’ı duyurmaya çalışmışlardır. Ne garib bir tecellidir ki, her dönemin tevhidi îlan eden peygambere ilk sâhip çıkanları, büyük çoğunluğu itibariyle fakir ve garipler olduğu görülmektedir.
Kâinat ve kâinattaki bütün varlıklar, emr-i İlâhi ile yüklenmiş oldukları misyonları itibariyle, tevhid hakîkatini ve Allah’ın kelam sıfatının tecellisi bulunan Kur’an-ı Azîmüşşan’ın ‘Kelâm-ı Ezelî’ olduğunu isbat ve ilân ederler. Mantık ve felsefenin de, Kur’an’la barışık oldukları sürece hak ve hakîkate hizmet ettikleri müşâhade edilmiştir.
Hz.Üstad, felsefeyi ‘hikmet’ mânâsında algılayarak, Vâcib-ül Vücud ve tekaddes hazretlerini, Zât-ı Bâri’sine lâyık sıfatlarla isbât etmiş, bu gerçeği hikmet yolu olarak ihtiyar etmiş ve yüzbinlerce neslin îmânının kurtulmasına sebep olmuştur.
Bütün insanlar, Hz.Âdem (as) ve Havvâ vâlidemizin çocuklarıdırlar. Allah’ın takdiri ile toprak menşelidirler. Hz.Âdem’i topraktan yaratan Allah (cc), evlatlarını ve neslini de yine toprak menşeli olarak sperm’den yaratarak devam ettirmektedir.
Hz.Âdem’den (as) bugüne kadar lâyuad velâyuhsa, başta peygamber olmak üzere onlara inanan bütün seçkin kullar, inandıkları ve hak bildikleri yolda niçin koşmuşlar, çalışmışlar ve bugün onlar neredeler? Mü’minler de, onların vârisleri olarak aynı yolun yolcuları ve onlara âit tevhid dâvâsının misyonu ve sorumlusu olduklarının farkındalar mı?
Dünyânın ve kâinatın varoluş hikmetini, hayat ve hakîkatin mâhiyyetini bilen ve idrak eden bir insan, şan ve şöhrete, âlâyiş ve gösterişe, fânilerin sahte iltifatlarına değer vermez.
İnsanı yaşatan, canlı tutan, inandığı kutsî dâvâsı için gösterdiği azîm ve sebat, mü’minlerin hattâ semâvî din mensuplarından ehl-i insaf birçok insanların da kalplerinde îmân’a, Kur’ân’a, insanlığa karşı hizmet aşk ve heyecanını uyarır. Bu sâyede insanlar, yaratılan varlıkların en şereflisi olduklarının farkına varsınlar, îmanlarını sâlih amel, zikir ve fikirle takviye etsinler.
Dâvâ insanları, hak bildikleri, gönül verdikleri dâvâları için ilâhî bir inâyete dayanarak dağ gibi engelleri aşıp, deryaları geçip, yüzlerce menfî cereyanlara takılmadan muhtaç gönüllere hakikatleri ulaştırmaya çalışırlar.
Onlar, aynı zamanda Allah’a karşı acz ve zâflarının farkındadırlar. Nefislerine ait enâniyet ve gurur putunun esâreti altında kalmaktan kendilerini kurtararak, Hakk’ın nâşiri olma mevzuunda maddî mânevî imkanlarını seferber ederler. Hz.Üstad gibi; ‘Milletimin îmanını selâmette görürsersem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya râzıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül-gülistan olur!’ (TH) der, mutlu ve huzurlu olurlar.
Allah’ın nuru ile aydınlanan bir gönlün semâsını hangi bulutlar kapatabilir ki? Huzûr-u İlâhi’de bulunmanın bahtiyarlığına ermiş, îmânın mutluluğunu vicdânında duymuş bir mü’mini, başka hiçbir şey tatmin edemez, huzur veremez.
Bugün dîne hizmet eden, bu yolda her türlü fedâkarlığı gösteren mü’minlere karşı, halkın sevgisini çürütmek için hücuma geçen din ve İslâm düşmanları, münâfık, fâsık ve fâcirler; dînî inkişâfa ve insanlık hizmetine mânî olmaya çalışmaktadırlar. Böylece îmansızlığın, ahlaksızlığın revaç bulmasına destek vermiş olurlar ve olmaktadırlar.
Hattâ, demokrasiye, din hürriyetine ve dünya barışına katkıda bulunmak isteyen fedâkar insanlara da, -kendi çıkarları, rahatları ve şöhretlerine engel olurlar endişesiyle- mânî olmaya çalışırlar ve çalışmaktadırlar.
Bu münâsebetle, her türlü gizli ifsat komitelerinin iftirâ, isnat ve yalan beyanlarına destek verirler. Memleket ve milletin ve topyekun insanlığın huzur ve güvenini sağlayacak mâsum insanları, dünyâları adına zor durumda bırakmak için ellerinden gelen her şeyi yaparlar ve yapmaktadırlar.
Îman, ahlâk ve insanlık hizmetine kendilerini adamış muhabbet fedâileri, bugüne kadar yapılan zulüm, işkence, maddî -mânevî bunca kötülüğe karşı el kaldırmamış, sokağa dökülmemiş, müspet hareket etmek suretiyle dünya barışına katkıda bulunarak insanlığa örnek ve model olmuşlardır.
Niçin? Zîrâ; ‘mâsum insanlar ölmesin, yuvalar dağılmasın, kan akmasın, beşer arasında gayz, kin ve nefret oluşmasın, memleket ve milletin îtibârı, haysiyet ve şerefi zarar görmesin’ niyet ve arzusu vardır.
Zâlimler, bu mazlum ve mağdur insanların sokağa dökülmeyeceklerini bildikleri için, acımasızca üzerlerine gelmekte ve insafsızca zulmetmektedirler. Bu hareketleriyle, hiçbir beşerî kanunun ve dînin izin vermediği hukuksuzluklarla, mazlumları ezmeye çalışmakta ve en büyük kötülüğü kendilerine, çocuklarına, temsil ettikleri inançlarına, millete, memlekete ve insanlığa yapmaktadırlar.
Hesap vermek üzere bir gün bütün insanlar, ölümsüz ebedî âleme dâvet edilecekler ve oraya gitmek zorundadırlar. İnanmış görünen ve her türlü zulmü irtikâb edenler, zulmettikleri kadınlar, malları gasp edilen masum insanlar, yuvaları dağıtılıp anne babaya hasret bırakılan çocuklar hakkında, Hâkimler Hâkimi Allah huzurunda -zerre kadar hayır ve şerden- hesâp vermeye ne kadar hazırlar acaba?
Fitne ve fesâdın ortalığı katıp karıştırdığı bu dönemde mü’minler; Kur’an âyetlerini yeniden nâzil oluyor gibi anlamaya, ihlas ve samîmiyetle amel etmeye çalışmalıdır ve bu istikâmette gayret göstermelidirler.