Samanyoluhaber.com yazarlarından Numan Yılmaz Yiğit'in gündeminde de Adalet Yürüyüşü vardı. Yiğit, Strazburg'daki adalet arayışını 'Mazlumun sesini duyurmak' başlıklı köşe yazısına taşıdı.
Strazburg’da yapılan “Adalet Yürüyüşü”ne kulak verin
Dün Strazburg’da anlamlı bir organizasyon vardı. Bu organizasyon, Peaceful Actions Platformu’nun organize ettiği ve bu yıl dördüncüsü yapılan “Adalet Yürüyüşü” idi.
Bu değerli aktiviteye katılan yerli yabancı, ünlü ünsüz, yetkili yetkisiz, mağdur ve mağdur yakınlarının tek bir amacı vardı: Türkiye’de 15 Temmuz sözde darbe senaryosundan sonra hızlanan hukuksuzluğu, zulmü ve mağduriyetleri dünya kamuoyuna tekrar hatırlatarak Türkiye hükümetinin AİHM kararlarını uygulaması için Avrupa Konseyi’nin baskı yapmasını sağlamak. Faydası olur mu? Ümit ve beklentiler bu yönde. Fakat netice ne olursa olsun vazife, vazifedir. “Vazifeni yap, vazife-i İlâhiyeye karışma.” prensibi gereği, demokratik ülkelerde şiddete ve provokasyona meydan vermeden mazlum ve mağdurların sesini duyurmak için “eylem” yapmak meşru, normal ve önemli bir hak, hatta önemli bir hürriyet çeşididir. Başarılı olmak için sebepler planında bu türden organizasyonları yapmak bir zorunluluktur.
Zulme ve haksızlığa uğrayanlar ne yapacak? Adaletten ümidini kesenler -Allah korusun- ya anarşiye ya da terörizme kayacaklar ki bu, zulmü yapanları sevindirecek bir hareket tarzı olur. Ya da seslerini yükseltecekler. Hizmet insanı olmadık zulümlere, akla ziyan mağduriyetlere maruz kalmasına rağmen, Elhamdülillah bu tuzağa düşmedi. İnşallah düşmez. Fakat birilerinin beklentisinin bu yönde olduğunun çok iyi bilinerek hareket edilmesi gerekmektedir. Mesleğinin önemli bir esası “şefkat” olan, “müsbet hareket”i esas alan, “muhabbet fedaisi” olmayı şiar edinen bir hareket için ne kadar mazlumiyet, mağduriyet yaşanırsa yaşansın, onun bu sosyal karakterini değiştirmemesi önem arz etmektedir. Madem haklılık anarşiye, terörizme fetva vermiyor; o hâlde mazlum ve mağdurun sesini, âleme duyurmaktan başka çare kalmamaktadır.
Allah, bu türden çaresiz insanlara bir teneffüs alanı açarak, “Allah, ağır ve inciten sözlerin açıktan söylenmesini hiç sevmez. Ancak söyleyen zulme uğramışsa o başka. Allah her şeyi hakkıyla işitir ve görür.” (Nisâ, 4/148) buyurmakla, canı yanan insanların hiç olmazsa birilerine içlerini dökerek, dertlerini ve yaşadıkları haksızlıkları anlatarak rahatlamalarına cevaz vermektedir. Onun için mümine yakışır bir şekilde zalime “zalim”, zulmüne “zulüm” deme ve dolayısıyla da o zalimi ve zulmünü dünyaya duyurmak gerek mazlum gerekse de üçüncü şahıslar için dinî, insanî ve vicdanî bir görev olarak önlerinde durmaktadır.
Türkiye’de bu zulmün faili olan AKP iktidarına fetvalarıyla destek sağlayarak en büyük katkıyı sunan Diyanet İşleri Başkanlığı, yukarıdaki ayetin (Nisâ, 4/148) tefsirini yaptığı yerde bakın neler söylemektedir: “Haksızlığa uğrayan kimse, yeri geldiğinde uğradığı haksızlığı, kendisine yapılan kötülüğü açıklamak, ilgililere duyurmak mecburiyetindedir. Aslında bu da ‘vuran, kıran, çalan, çarpan, yalan söyleyen, sözünde durmayan...’ bir kimse hakkında kötü söz söylemektir. Ancak bundan zarar gören kimse için bunları açıkça söylemek, başkalarına duyurmak câiz görülmüş, Allah tarafından izin verilmiştir. Bir kimseye karşı haksızlık yapan ve zarar veren kimsenin yaptığı kötülüğü açıklamak câiz olunca, zulmü ve kötülüğü bireyi aşarak bir gruba veya topluma zarar veren kimsenin durumunu açıklamak elbette câiz olacaktır. Açıklamanın ötesinde beddua etmenin de câiz olduğu ifade edilmiştir.” (Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu, II/132)
Doğru söze ne denir?
Evet, zulmü, haksızlığı, hukuksuzluğu duyurmak her mümin için toplumsal bir vazifedir. Bu yolda sarf edilen her emek, her çaba Allah katında makbul ve değerlidir. Eğer böyle yapılabilirse, bu birinci olarak zulmün ve mağduriyetlerin azalmasına vesile olacaktır. Zalimlerin cesareti kırılacak, mazlum ve mağdurlara moral ve motivasyon sağlanacaktır. Netice de de adaletin tesisine yardımcı olunmuş olunacaktır. Hz. Ali’ye izafe edilen bir sözde, “Bir zulmü engelleyemiyorsanız en azından onu herkese duyurun.” denilmektedir.
Bir hadiste de Ebû Umâre Berâ İbni Âzib (ra), “Resûlullah (s.a.v.) bize şu yedi şeyi emretti.” buyurarak şunları sıralamıştır: “Hasta ziyaretini, cenazeye katılmayı, aksırana hayır dilemeyi, zayıfa yardım etmeyi, mazluma yardımcı olmayı, selâmı yaygın hâle getirmeyi ve yemin edenin yemininin yerine gelmesini temin etmeyi.” (Buhârî, Mezâlim 5) Buradaki ‘zayıfa ve mazluma yardımcı olma’ hususlarının diğerleri ile birlikte Allah Resülü’nden (sav) bir ‘Emir ‘olarak nakledilmesi oldukça calib-i dikkattir. Demek ki her mümin gücü yettiğince bu vazife ile mükelleftir.
Zalime engel olmak, mazluma yardımcı olmak mümin ahlâkının en önemli özelliklerinden biridir. Zalimin zulmü karşısında hiç olmazsa bir sözle dahi olsa hakkı, doğruyu söylemek en faziletli cihat olarak kabul edilmiştir.
“Cihadın en faziletlisi, zâlim sultanın karşısında hakkı ve adaleti söylemektir.” (Ebû Dâvûd, Melâhim 17) Bu söz bizatihi sözle olabileceği gibi yazı ve diğer iletişim vasıtaları ile de olabilir. Bir tek şartla, o da mümine yakışır bir şekilde ve günaha girmeden.
Diğer taraftan, “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.” sözü de ümmet arasında meşhur olmuş; müminlere haksızlığa rıza göstermemelerini ikaz eden çok önemli bir söz olarak eserlerde geçmektedir. (İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Cevâbü’l-Kâfî, s. 69, 113)
Gerek dinî, gerek insanî, gerekse de vicdanî açıdan dün Strazburg’da yapılan “Adalet Yürüyüşü” organizasyonu çok önemli ve değerli bir faaliyettir.
Umarız bu yükselen sesler, bilerek veya bilmeyerek zalime destek verenlerin de kendilerine gelmelerine vesile olur. Zira zalime ve zulme destek mahiyetinde yapılan her fiil zulümdür, zalimlikle eşdeğerdir. Kur’ân, bu emsal kişi ve akıbetlerinden bahsederken şöyle buyurmaktadır:
“Zulmedenlere küçük bir meyil dahi olsa eğilim göstermeyin. Yoksa ateş size dokunur. Aslında sizin için Allah’tan başka hiçbir yardımcı ve sizi sahiplenecek hiçbir güç yoktur. Sonra O’ndan da yardım görmezsiniz.” (Hûd Sûresi, 11/113)
Bu ayetle bir taraftan zalime destek çıkmanın kötü neticelerine işaret edilmekte, diğer taraftan da gerçekten inanan, Kur’ân’a bağlı müminleri; zalimin değil, mazlumun yanında olmaya davet edilmektedir.
Evet, partisinin adı “Adalet” olan bir yapı, kendi vatandaşına, dindaşına zulmedip adaleti sağlayamayıp onları uluslararası arenalarda adalet dilenme noktasına getirdiklerinden dolayı utanmalıdır. Yıllardır milyonlarca mazlumun âhını almaktadırlar. Azıcık Kur’ân’a, hadislere inanan birisi için ülkede işlerin niçin bir türlü yolunda gitmediğinin sebebi olarak bunu bilmeleri yeterli olmalıydı. Çünkü Efendimiz (s.a.v.), “Mazlumun duasıyla Allah arasında bir perde yoktur.” (Buhârî, Zekât, 1) buyurarak, mazlumlara çıkış yolu göstermekte zalimleri de ikaz etmektedir.