Medeniyetimizin ve kültür mirasımızın temel kaynakları 9

Samanyoluhaber.com yazarlarından Prof. Dr. Osman Şahin, 'Medeniyetimizin ve kültür mirasımızın temel kaynakları' başlıklı yazı dizisinin yeni bölümünü kaleme aldı.
M. Fethullah Gülen Hocaefendi, bizim medeniyetimizin temel kaynaklarını en başta kitap, Sünnet, icmâ ve kıyas olarak sınıflandırmaktadır. Bu dört temel kaynağı tamamlayıcı olarak da istihsan (güzel görmek, görülmek, beğenmek ve beğenilmek), maslahat (vasıta, vesile ya da faydalı ve iyi olana ulaştıran), tasavvuf, kelam, örf (aklen ve din açısından güzel olarak kabul edilen hususlar), dinin ruhuna muhalif düşmemeleri şartıyla âdet ve teâmül (genel kabul gören şeyler) ifade edilmektedir.

Bu kaynaklar semavi ve ilahi olan kitap ve Sünnet merkezlidirler ve referanslarını bunlardan alırlar. Dolayısıyla, bu referanslar evrensel mahiyette olup zamanla değişmediklerinden, bütün zamanlara ve bütün insanlara hitap edebilmektedirler. Geçici değillerdir, tutarlıdırlar, isabetlidirler ve her zaman insanlara yol gösteren birer deniz feneri, birer pusula gibidirler. Bu kaynaklardan gerçekten faydalanabilmek ise bunlara tam inanmakla ve onları doğru tanımakla ve onlara tam bir teslimiyetle mümkündür.

Her şeyin kendisinden referans alması gereken en başlıca kaynak ise şüphesiz ki “Kitap”dır. Hocaefendi’nin ifadesiyle; ne meleklerin, ne rûhanîlerin, ne de cinlerin müstağnî kalamayacağı işte bu kitap, bizim kültür mirasımızın en geniş, en duru, en derin ve her zaman deryalar gibi dalgalanıp durduğu halde hiçbir zaman bulanmayan en birinci ve en önemli kaynağıdır:

“Kur'ân kelime-i mukaddesesi ile de ifade edilen Kitap, insanın gönül gözünü açan, duygularını enginleştiren, düşüncesini derinleştiren; muhkemi, müteşâbihi, nassı, zâhiri, mücmeli, mufassalı; ayrıca îmâsı, işareti, teşbihi, temsili, istiâresi, mecazı, kinayesi.. gibi değişik beyan türleri ile başları döndürecek ölçüde zengin bir kaynaktır ve her asra yetebilecek açılım gücüne sahiptir.

Ne var ki, ondan, onun derinliği ölçüsünde istifade etmek, biraz da insaflı düşüncelerin ona kapı aralamalarına bağlıdır. Evet o, zaman ve mekân üstü bir kitaptır ama, bazen niyet ve nazar çarpıklığı, onu kendi muallâ konumundan aşağılara çekerek, beşerî düşüncelerin darlığına hapsedebilir. İşte böyle bir bakış zaviyesi veya düşünce inhirafı yaşayanlar, hiçbir zaman onu, kendine has o baş döndürücü derinlikleriyle tanıyamazlar.

Aslında, belli ön yargılarla kendi düşüncesinin eline-koluna kelepçe vurmuş esir ruhlar, hangi zamanı yaşarlarsa yaşasınlar, hangi çağda bulunurlarsa bulunsunlar, bu beyan harikası kitabın sırlarını ihata edemez ve onu, o mucizevî ufkuyla kat'iyen tanıyamazlar. O, hemen her zaman beşer ufkunu aşan zirve bir kitap ve değişik tefsir, tevil dalga boylarıyla eşsiz bir beyandır; ama, samimiyetle sinesini ona açanlar için.. O, insanlık için önemli bir şans, onu tanıyıp her meselede ona sığınmak da şanslar üstü bir şanstır; ancak, acaba böyle bir mazhariyetten haberdar olan kaç insan vardır!?” (Kültür mirasımızın temel kaynakları (2))

İnsanların dar bilgileri ve dar bakış açıları ve zaaflarının etkisi altında ürettikleri beşerî sistemler gerçek anlamda insanlığa kalıcı ve devamlı çözümler üretememişlerdir. Ancak peygamber eliyle insanlığa takdim edilen ilahi mesajlar bunda başarılı olabilmişlerdir:

“Aslında, onun ziyasına sığınmadan hiçbir beşerî problemi çözmek mümkün olmadığı gibi, insanoğlu için onun beyan çağlayanları esas alınmadan kalıcı herhangi bir mutluluğa mazhariyet de söz konusu değildir…

Evet bu kitap, irfan ufkumuzu öyle aydınlatır ki, insan, onun öncülüğünde gönlünün "arş-ı kemali"ne (zirvesine) doğru yürürken, ne yol garâbetine (tuhaflık, anlaşılmazlık), ne düşünce tıkanıklığına, ne de ruh inkıbazına (sıkıntı, tutukluluk) maruz kalır.. bilgi ile heyecanın, imanla müşahedenin, külfet ile güvenin, nizamîlikle emniyetin iç içe duyulduğu bu yolda o, yürür hep zirvelere doğru.. yükselir en ulaşılmaz şâhikalara (zirvelere).. ve erer tâlihinin gülen yüzünü görebileceği ufuklara.

Bu kitap; insan ve kâinatın iç derinliklerine, insanoğlunun ruh enginliklerine, onun his, şuur, irade ve gönül gibi en hayatî buudlarına (boyutlarına) ve bu mükemmel varlığın, kâinatların yeniden vilâdetleri (doğumları) sayılan hilkatindeki (yaratılışındaki) gayeye ve mânâya, donanımındaki fâikiyete (üstünlüğe), faaliyet alanının genişliğine, potansiyel büyüklüğüne, arzu, emel ve heyecanlarına öyle yerinde belli şeyleri hatırlatmaya mâtuf (yönelik) göndermelerde bulunur ki, şimdiye kadar ne bir felsefe, ne bir sosyoloji, ne bir biyoloji, ne bir psikoloji, ne de bir pedagoji o ufku hayal bile edememiştir.

Bu kitabı tanıyan birinin, insan, kâinat ve Allah'la alâkalı temel konularda, onun icmallerini (özet veya kısaca ifade edilen) tafsil edip (açıklayıp) detaylandırmanın dışında başka bir kaynağa ihtiyaç duyacağını zannetmiyorum. Aslında tafsil ve detaylandırma da, netice itibarıyla, yine onun referans çerçevesi içinde ya bir Peygamber beyanına, ya sağlam bir müşahede (görme derecesinde bilme) ve muhakemeye (kavramaya, değerlendirmeye)  ya da aklî istidlâle (akıl ile kanıtlamaya) dayanma zorundadır ki, bu da, her şeyin onun yörüngesinde cereyan ettiği mânâsına gelir.” (Kültür mirasımızın temel kaynakları (2))

İşte bu kitap insanlığın kaderini değiştirmiş, ilk muhatapları olan bedevi bir toplumun ferdî (bireysel), içtimaî (toplumsal), siyasî, idarî, iktisadî, rûhî ve fikrî hayatlarını tanzim ederek en medeni bir toplum ve aynı zamanda diğer milletlerin birer muallimi haline getirmiştir.

On üç asır gibi çok uzun bir zaman diliminde bütün bunları gerçekleştiren bu ilahi kaynak kıyamete kadar aynı şeyleri yapabilecek güçtedir ve bunun için gerekli olan bütün hazinelere sahip bulunmaktadır.

Kitabı tamamlayan, onun en doğru ve tam anlaşılmasını sağlayan ve Kitap’ta detayları verilmeyen konuları ele alan, kitabın hayatta en canlı bir uygulamasını herkese bizzat yaşayarak gösteren Sünnet ise ikinci temel kaynağı oluşturmaktadır:

“Sünnet, Fıkıh ıstılahında, Cenâb-ı Peygamber'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) söz ve hareketleri ile, yapılmasını emrettiği veya işaret buyurduğu hususların bütünüdür. (…) Sünnet hemen her bölümü ile, amele müteallik (ilgili) bulunanlardan ahlâkla alâkalı olanlara, terbiye ve âdâb (adablar) etrafında şerefsüdur (söylenmş) olmuş nurefşân (nurlu) beyanlardan nefis tezkiyesi ve ruh terbiyesi istikametinde ortaya konmuş düsturlara kadar, çok geniş bir alanda, gözlerimize ve gönüllerimize ziya (ışık) çalan öyle tükenmez bir kaynaktır ki, asırlardan beri insanımızın, bu bereketli kaynaktan beslene beslene canlı bir Sünnet örneği hâline geldiği söylense yeridir.

Evet Sünnet, ister teşrîdeki (kanun koyma) alanının genişliği, ister farklı yorumlara açık esnekliği sayesinde, Kur'ân tefsirinden fıkha (hukuka), itikadî (inançla ilgili) meselelerden ahlâka, zühd ü takvâdan ihlâsa açılan çerçevede, öyle feyyaz (feyizli, bereketli) bir kaynak olagelmiştir ki, başka bir din, başka bir millette bu ölçüde bereketli bir kültür hazinesinden bahsetmek mümkün değildir.” (Kültür mirasımızın temel kaynakları (2))

Bu iki ana kaynaktan beslenerek ortaya çıkan, ümmetin alimlerinin ittifak ederek ortaya koydukları icmâ ve fıkıhçılar tarafından benzerlerine bakılarak hükümler çıkarma anlamına gelen kıyas da diğer iki önemli kaynağı oluştururlar. İcmâ ve kıyas yardımıyla birçok meseleler açığa kavuşturulmuş ve her asırda ortaya çıkan yeni durumlar zamanın ruhunu da okumak suretiyle çözüme kavuşturulabilmiştir.

Bu dört temel kaynağın dışında yazının başında da belirtildiği gibi, istihsan, maslahat, tasavvuf, kelam, örf, âdet ve teâmül gibi ikinci derecede başvurulan kaynakların da devreye girmesiyle tarihin hiçbir döneminde ve hiçbir toplumunda görülemeyen zenginlikte, insanların bütün ihtiyaçlarına en güzel, en isabetli ve en doğru cevap verebilecek bir sistem ortaya konmuş ve insanlığın maddi ve manevi mutluluğu, selameti ve kurtuluşuna giden yollar sonuna kadar açılmıştır.
22 Ağustos 2025 14:19
DİĞER HABERLER