Türkiye'de yine bir medya-siyaset kavgası yaşanıyor. Doğan Grubu ile Başbakan Erdoğan karşı karşıya.
Bu kavga öncekilerden biraz farklı; medyaya borçlu olmayan güçlü tek parti iktidarının karşısında sektörden bile destek alamayan bir medya grubu var. Aksiyon bu hafta kapak dosyasında medya iktidar savaşlarının röntgenini çekti.
Türkiye'nin tam da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün tarihî Ermenistan ziyaretine kilitlendiği gün patladı olay. İki ülke ilişkileri açısından bir ilkin ve bölge açısından da çok önemli bir dış politika gündeminin yaşandığı gün, Başbakan Tayyip Erdoğan, partisinin Güngören Gençlik Kolları kongresinde yaptığı konuşmada, Doğan Medya Grubu sahibi Aydın Doğan'a çok sert eleştiriler yöneltti. Başbakan'ı bu kadar öfkelendiren, bir süredir Doğan Grubu gazetelerinde manşetlerden inmeyen Almanya'daki Deniz Feneri Derneği davası ve iddianamesiyle ilgili haberlere adının karıştırılmasıydı. Haberlerde Başbakan'ın dernekten para aldığı imalarına yer veriliyordu. Erdoğan bu iddialara karşılık hodri meydan dedi ve karşı atağa geçti: "İspatlayamazsanız ahlaki değerler noktasında nasibini almamış birisisiniz." Bununla da yetinmedi, bu haberlerin Doğan Grubu'nun yasal olmayan ticari taleplerine olumlu cevap vermediği için yazılıp çizildiğini söyledi, somut örnekler eşliğinde... Hilton arazisinde plan tadilatı izni, Ceyhan'da rafineri projesi ve CNN Türk'ün karasal yayın talebi gibi... Türkiye çok tanıdık bir kavgayı yeniden yaşıyor şimdi.
Bu meseleyi iyi anlayabilmek için, sadece güncel tartışmayı izlemek yeterli değil. Konunun temeli, Türkiye'deki medyanın sahiplik yapısında yaşanan ciddi dönüşüme kadar uzanıyor. Hep konuşulan medya-siyaset-ticaret üçgeninden bahsediyoruz. Başbakan'ın Güngören konuşması, bu üçlü sacayağından kaynaklanan sorunların göstergesiydi aslında. Konu, bir medya patronunun talepleri; ama talep edilenler, medyaya ait işler değil!
İŞ ADAMLARININ MEDYAYA GİRİŞİ
Gelinen noktayı analiz edebilmek için iş adamlarının medya sektörüne girişini ele almak gerekiyor. Gazetecilikte Bab-ı Âli dönemi yaşanırken, medya patronlarının mesleği de gazetecilikti. Hürriyet'in eski sahibi Simavi ailesi ile Milliyet'in eski patronu Karacan ailesi, bir zamanların efsane gazetesi Tercüman'ın kurucusu Kemal Ilıcak, bunların en meşhurları. Medya sektörünün 'Bab-ı Âli' diye anıldığı zamanlar durum böyleydi; ancak 80'lere gelindiğinde tablo değişmeye başladı. Dışa açılan ve zenginleşen Türkiye'de, iş adamları için iki yeni sektör gözde hâle geldi: finans ve medya. Bazı iş adamları hem basın hem de banka patronu olma yarışına girdi. Aydın Doğan ismini de o dönemde duydu kamuoyu.
Bugün Türkiye'deki medya iktidarının temsilcisi konumundaki iş adamının yükselişi, kurucusu olduğu vakfın internet sitesinde şöyle anlatılıyor: "1936 Gümüşhane Kelkit doğumlu Doğan, 1956-60 yılları arasında İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi'nde okurken ticarete atıldı. Nakliyecilik, müteahhitlik, otomobil, ticari araç, iş ve inşaat makineleri gibi değişik sektörlerde ticaret yaptı. 1961'de ilk şahsi şirketini kurdu. 1970'e kadar şirket toptan ticaret alanında varlık gösterdi. 1974'te yeni şirketi ile sanayi alanına adım attı. 1974'ü izleyen yıllarda İstanbul Ticaret Odası Meclis ve Yönetim Kurulu Üyeliği'ne, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Yönetim Kurulu Üyeliği'ne seçildi. 1979'da Milliyet Gazetesi'ni devralarak basın ve yayıncılık dünyasına girdi."
Aydın Doğan'ın medyaya girişi, medya-siyaset-ticaret ilişkilerindeki kırılmanın da başlangıcıdır aynı zamanda. Onun öncesinde de medyaya dışarıdan girmiş patron örnekleri var elbette; ama onların etkisi sınırlıydı. Yeni Sabah Gazetesi sahibi Safa Kılıçlıoğlu, mensucat işinden basına girmiş bir patron. Yeni İstanbul Gazetesi'nin sahibi Habip Edip Törehan'ın asıl işi ise tütün tüccarlığı. Akşam Gazetesi'nin eski patronu Malik Yolaç ise bir armatör. Bu üçünden sadece Safa Kılıçlıoğlu'nun Adnan Menderes ile bir kavgasını yazıyor basın tarihi... Dışarıdan medya sektörüne giren en etkili aktör kuşkusuz Aydın Doğan. Özellikle 1994'te Erol Simavi'den Hürriyet'i de satın aldıktan sonra en büyük medya gücü hâline gelen Doğan'ın, o tarihten bugüne siyasetle ilişkileri hep tartışmalı oldu.
'DOĞAN GRUBU'NA VERİLEN TEŞVİKLER' MİTİNGİ
Tansu Çiller, 10 Mayıs 1997 Sultanahmet mitinginde, aynen Başbakan Erdoğan'ın yaptığı gibi doğrudan Doğan Grubu'na yüklendi ve medyaya verilen devlet teşviklerini açıkladı. O dönem, 'Tansu Çiller-Aydın Doğan Birinci Meydan Muharebesi' diye alaya alınan kavga, 18 Nisan 1999 seçimleri öncesinde de devam etti. NTV'de canlı yayına katılan DYP lideri, Milliyet Gazetesi'yle ilgili bir iddiayı dile getirmiş, Doğan da canlı yayına bağlanarak "Bunu ispatlasın, kendimi Taksim Meydanı'nda asarım!" demişti. Çiller daha sonra iddiasını belgelerle ispatladı. Sonuçta bu kavgada galip gelen Doğan Grubu oldu. Çiller bugün siyaset sahnesinde yok.
Bu konuya değinmişken, Çiller'in ispatladığı iddiayı hatırlatmakta da yarar var. 9 Nisan tarihli Milliyet'te, Çiller'in Erzurum mitingindeki sözleriyle ilgili savcılık incelemesi başlatıldığı haberi yer aldı. Çiller ise NTV'ye çıkarak 'önce ihbar ediyorlar, sonra haber yapıyorlar' deyip incelemenin Milliyet muhabiri Ersan Atar'ın ihbarıyla başlatıldığını savundu. Bunun üzerine programa bağlanan Doğan, "Muhabirin ihbar ettiği ispatlanırsa, kendimi Taksim'de asarım." dedi ve olaydan birkaç gün sonra, incelemenin, muhabirin savcılığa konuyla ilgili açtığı telefonların suç ihbarı kabul edilmesiyle başlatıldığı ortaya çıktı.
Çiller-Aydın Doğan kavgasındaki ilginç ayrıntılardan biri, Doğan'ın kullandığı üslupta saklı aslında. Bugün Erdoğan'a, 'biat medyası olmayacağız' diyen Doğan, o zaman da Çiller'e benzer bir jargonla karşı çıkıyordu. 10 Nisan 1999 tarihli Milliyet'te açıklaması yayımlanan Doğan, "Sayın Çiller, Türk basınının tarafsızlık hakkını elinden almaya çalışıyor. İktidarı eline geçirince baskı uyguluyor; ama Türk basını asla köle olmayacaktır." diyordu. Görünen o ki, 'biat etmeme-köle olmama' sözleri, bu kavgalarda Doğan Grubu'nun klasik silahları.
ECEVİT DE NASİBİNİ ALDI
Türkiye'yi 2002 erken genel seçimlerine götüren sürecin başbakanı ve DSP Genel Başkanı merhum Bülent Ecevit de Doğan Grubu ile karşı karşıya kalmış, hatta partisi içeriden bölünmek istenmiş bir lider. Literatüre 'hastane darbesi' diye geçen girişimde Ecevit zorla emekli edilmek istenirken, Doğan Grubu'nun rencide edici yayınları dikkat çekmişti. Hastalığı medyada sıkça konu edilen ve vazifeden çekilmesi istenen Ecevit'in yerine uygun görülen isimse Hüsamettin Özkan'dı. Ecevit'in ekonomiyi düzeltmesi için Amerika'dan transfer ettiği Devlet Bakanı Kemal Derviş, seçimler öncesinde İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan'la birlikte yeni oluşumu başlattı. İsmail Cem'in liderliğinde kurulan Yeni Türkiye Partisi, en büyük desteği Doğan Grubu gazetelerinden gördü. Hatta o dönem Hürriyet'te yayımlanan anketlerde yeni oluşum hemen ilk sıraya yükselmişti bile! Belli ki yeni dönemin başbakanı olarak İsmail Cem uygun görülüyordu ama demokrasilerin nihai karar mercii halk olduğu için, proje kısa sürede çöktü ve 2002 seçimleri ülkenin 11 yıllık koalisyonlar dönemini sona erdirdi. Merhum Ecevit'in partisi ise bir önceki seçimde aldığı yüzde 22 oya karşılık, 2002'de sadece yüzde 2 oy alarak Meclis dışında kaldı.
Ecevit, daha sonraki birçok konuşmasında o dönem partisinin nasıl içeriden yıkıldığını anlattı. Yeni Şafak yazarı Taha Kıvanç, 9 Eylül'deki yazısında o dönemi şöyle anlatıyor: "Tansu Çiller'le geçinemedi de, 'Karaoğlan' lâkaplı Bülent Ecevit'le geçindi mi sanki Aydın Bey? 1999 sonrasındaki hükümetlerde başbakanlık yaptığı sırada epey bir süre iyi gitti Ecevit-Doğan ilişkileri; hastalığının artık iyice saklanamaz hale geldiği bir dönemde, Bülent Bey, sabahlara kadar Meclis'te nöbet tutup RTÜK Yasası'nı Aydın Bey'in isteği doğrultusunda çıkartmıştı. Ölmeden az önce, henüz başbakanlık koltuğunda otururken Bülent Ecevit aleyhinde de kampanya yürütmüştü DMG'nin gazete ve TV'leri... Bülent Ecevit de mi Aydın Doğan'ın basın özgürlüğüne göz dikmişti acaba? Yoksa Aydın Doğan mı Bülent Ecevit'in koltuğunu terk edip yerini Hüsamettin Özkan'ın almasını istediği için, seçim (2002) sonrasında da Kemal Derviş'in başbakan olmasını sağlama hevesiyle Ecevit karşıtı bir çizgi izletiyordu?"
Doğan Grubu'nun siyaseti dizayn etme ve yeni başbakanlar çıkarma girişimleri İsmail Cem ve Kemal Derviş'le sınırlı değil. Çiller'le kavga edilen dönemde, yeni lider adayı diye, Demirel'in bakanlarından Nuri Bayar'ın oğlu Mehmet Ali Bayar parlatılmıştı. Türkiye'nin Washington Büyükelçiliği müsteşarıyken istifa ederek Demokrat Türkiye Partisi'nin başına geçen Bayar'ın başbakanlığı projesi başlamadan sona erdi. Yeni dönemde ise aynı senaryo Abdüllatif Şener için uygulandı. AK Parti'ye alternatif diye sürekli parlatılan, Tayyip Erdoğan'ın eski dava arkadaşından da artık umudunu kesmişe benziyor Doğan Grubu. Bütün bu başarısızlıklara rağmen Doğan Grubu'nun siyaseti biçimlendirme ve başbakan belirleme alışkanlığını devam ettirmesi bekleniyor!
TAYYİP ERDOĞAN'A DA AYNI SENARYO
Bu dönemin medya-siyaset ilişkileri açısından akılda kalan en ilginç yönü, Doğan Grubu'nun önce desteklediği siyasetçilerle, daha sonra kavga etmesi oldu? Acaba değişen neydi? Benzer bir durum Tayyip Erdoğan döneminde de yaşanıyor. AK Parti'nin ilk yıllarındaki bahar havası, son dönemlerde yerini ağır bir kış mevsimine terk etti. Özellikle kapatma davası sürecinde Doğan Grubu yayın organlarının aldığı tavrı, 'gemileri yakma' diye değerlendirilmişti. Belli ki grup kapatma davasının Erdoğan'ın siyasi hayatının sonu olacağı tezinden hareket etmişti ama evdeki hesap çarşıya uymadı! Kavgayı Gazeteport'a yazdığı bir makale ile değerlendiren eski Hürriyet yazarı Emin Çölaşan, başlangıçta Erdoğan'a verilen desteği şöyle anlatıyor: "Doğan Grubu, Tayyip iktidarına yıllar boyu en büyük desteği verdi. Hürriyet'te yazarken bunu bana açık seçik, yüzlerce defa söylediler: 'Başbakanı, Maliye Bakanını, TMSF'yi fazla eleştirme. Bizim onlarla önemli işlerimiz var' diye."
Başlangıçta AK Parti'ye destek veren Doğan Grubu'nun şimdi tam cephe alması acaba sadece iktidar partisinin tavrını değiştirmesiyle açıklanabilir mi? Kapatma davası sürecinde başlayan ve Ergenekon sürecinde artan muhalif tavır, Deniz Feneri olayıyla patlamış vaziyette. Kapatma davasında AK Parti'ye 'başsavcı' edasıyla yüklenen Doğan Grubu, hatırlanacağı gibi Ergenekon iddianamesini neredeyse hiç görmedi. 'Duayen yazarlar' iddianameden haber yapılır mı bile dedi o zamanlar. Şimdi çarşaf çarşaf manşetlere çekilen Deniz Feneri haberleri de aslında Alman savcının iddianamesinden yapılıyor! Peki iki iddianame arasındaki fark ne? Bu yüzden olsa gerek Başbakan, Doğan'ın geldiği noktayı, 'bir çılgınlık hâli' diye nitelendiriyor.
Bu noktada Başbakan Erdoğan'ın eleştirilmesi gereken noktalar var. 'Bildiklerimi açıklarım' tavrı, siyaseten doğru olabilir ama hukuken yanlış. Bir başbakanın elinde, bir medya patronuyla ilgili, onun kanunsuz işlerine dair bilgi varsa, yapılması gereken hemen bunları ilgili makamlara iletip, gereğinin yapılmasını sağlamaktır; süre verip topu karşı tarafa atmak değil! İkincisi, Başbakan Erdoğan'ın kavgadaki üslubu bir devlet adamı ciddiyetini yansıtmıyor.
HANGİ MAKSATLA GAZETECİLİK YAPIYORSUNUZ?
Gazeteci Can Dündar'ın da tespit ettiği gibi, Türkiye'de özel sektörün bütün gelişmişliğine ve büyüklüğüne rağmen devlet hâlâ ekonomide çok etkin. Kamu ihaleleri yoluyla kısa sürede yeni zenginler üretmek mümkün. Durum böyleyken, devletle her gün işi olan medya patronları hangi bağımsızlıktan söz edebilir ki! Elbette bütün bu sakıncalar, Sabah Gazetesi'ni alarak medya sektörüne giren Ahmet Çalık, Akşam Grubu'nun sahibi M. Emin Karamehmet, Star Grubu Başkanı Ethem Sancak ve Yeni Şafak'ın sahibi Albayrak ailesi için de geçerli. Onların da asıl zenginliği medya dışı işlerden geliyor. Kimbilir belki de farklı hükûmet yapılarında bu patronları da, medya dışı işler sebebiyle başbakanlarla karşı karşıya gelmiş halde görebiliriz! Bunu zaman gösterecek.
Medya eleştirmeni Ragıp Duran da sorunu Türkiye'deki medya mülkiyetiyle ilişkilendirenlerden. Medya işverenleri habercilik faaliyetinin yanı sıra başka işlerle de uğraşıyorsa, Türkiye'nin ekonomik yapısı gereği medyatik faaliyet ile parasal faaliyet arasında organik bir ilişki kuruluyor. Duran, "Bir yandan gazetecilik, bir yandan inşaat, arazi, petrol işi yaparsanız burada gazeteciliğiniz sorgulanır. 'Siz hangi maksatla gazetecilik yapıyorsunuz?' sorusu gündeme gelir. Kamuoyu bilgilensin diye mi, yoksa diğer faaliyetlerinizde birtakım kolaylıklar sağlansın veya yaptığınız usulsüzlükler gizlensin diye mi gazetecilik yapıyorsunuz? Bu soruların sorulması kaçınılmaz olur." diyor.
Ragıp Duran, bu soruların haklılığını ortaya koyan somut örnekler de veriyor: "Biz okurlar Aydın Doğan'a ait POAŞ'ın vergi borçlarından ancak diğer gazeteler yazınca haberdar olabildik. Doğan Grubu gazetelerinde tek satır yazılmadı. Bu örnekleri çoğaltabilirsiniz. Bu da medyanın işveren tarafından nasıl kullanıldığını gösteriyor."
SİYASİ DİKTATÖRLÜK MÜ İYİ MEDYA KARTELİ Mİ?
Ragıp Duran'a göre her ülkede bir siyasi iktidar olduğu gibi bir de medya iktidarı var. Türkiye'deki medya iktidarını da Doğan Grubu temsil ediyor. Duran, yaşanan son kavgayı 'Türkiye'nin en güçlü iki adamının kavgası' diye nitelendiriyor. Buna rağmen medyatik iktidarın, siyasi iktidar karşısında şansının zayıf olduğunu düşünüyor. Duran, "Biat etmem diyen taraf biat etmek zorunda. Dünyada yaşanmış örnekler bunu gösteriyor." diyor. Medyatik iktidarın bu kavgadan başarıyla çıkabilmesi için yanına farklı güçleri de çekmesi gerektiğini vurguluyor. Oysa şimdiki tablo Doğan Grubu'nun ciddi bir yalnızlık içinde olduğu yönünde.
Erdoğan-Doğan kavgasını aslında diğerlerinden ayıran üç önemli özellik var. Birincisi, diğer kavgaların aksine siyasi iktidar karşısında bir medya ittifakının yaşanmaması. İkincisi, bu hükûmetin öncekiler gibi zayıf ve iktidarını medyaya borçlu olmaması. Üçüncüsü ise Doğan Grubu'nun yalnızlaşması. Bu yeni durumun sebepleri üzerinde düşünmek gerekiyor.
Bu konudaki en çarpıcı açıklamaları, grubun eski çalışanı Fatih Altaylı yaptı. Habertürk'e konuşan Altaylı, eski patronuna sert eleştiriler yöneltti. Bir zamanlar Hürriyet'teki köşesinde Aydın Doğan söyleşileri yayımlayan Altaylı'nın tespitleri çarpıcıydı. Aydın Doğan'ın 'Erdoğan tek gözlü medya istiyor' sözünü bir komedi diye nitelendiren Altaylı'ya göre asıl tek gözlü medyayı Doğan istiyor ve yıllardır bunun mücadelesini veriyor. Altaylı, bu kavgada Doğan Grubu'nun basın özgürlüğü mücadelesi verdiğini söylemesini de komik buluyor.
Bugüne kadar yaşanan gelişmeler Altaylı'yı doğruluyor. Çünkü Türkiye'de yaşanan meşhur basın kavgalarının hep bir tarafında Doğan Grubu oldu bugüne kadar. Uzan Grubu ile Doğan Grubu arasındaki sınır ve ölçü tanımayan kavga hâlâ hafızalarda. Cem Uzan'ın Başbakan Erdoğan ile giriştiği mücadelede de Doğan Grubu hükûmetin yanında yer almıştı. Yıllarca medya sektörünün ikinci büyük grubu konumundaki Sabah ve Bilgin ailesiyle de karşı karşıya gelen Doğan Grubu'nun bu iki rakibi artık sektörde yok. Şimdi hedefte hâlen kavganın devam ettiği Akşam Grubu ve Mehmet Emin Karamehmet var. Son olayda, hükûmete muhalif çizgide olmasına rağmen Akşam Grubu'nun Doğan'a cephe alması oldukça manidar.
İşte bütün bu herkesle kavgalı görüntünün de etkisinden olsa gerek, Doğan Grubu iktidarla kavgasında yalnızlaşmış durumda. Aydın Doğan'ı sadece kendi yayın organları ve yazarları savunuyor. Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı da ilk günkü değerlendirmesinde bu ayrıntıya işaret ederek "Normalde bir başbakandan bu kadar ağır açıklama geldiğinde bütün basının tek bir sese dönüşüp buna karşı çıkması gerekir. Basın özgürlüğü bunu gerektirir aslında. Böyle durumlarda grup menfaatleri bir kenara bırakılır, herkes çok ağır eleştirilere muhatap bir medya grubuna destek verir. Dünkü gazetelerde böyle bir hava yoktu. Niçin? Hükümetten mi korkuyor Türk basını? Hayır. Öyle olsa Aydın Doğan'ın açıklamalarına kimse yer veremezdi. Kendi gazeteleri dışında Aydın Bey'e destek veren yoktu."
Başbakan Erdoğan'ın da dediği gibi bu hamur daha çok su götürecek anlaşılan ama bir farkla. Artık eskisi gibi Meclis aritmetiğindeki küçük oynamalarla devrilecek bir iktidar ve koltuğunu kaybedecek bir başbakan yok ortada. Medya tarafından koltuğa oturtulmuş başbakanlar devri sona erdi. Kartel medyasına rağmen iktidara gelmiş ve Meclis çoğunluğunu elinde tutan, 6 yıllık iktidarına rağmen oy oranı anketlerde hâlâ yüzde 50'lerde görünen bir parti var, medya iktidarının karşısında. Medyadaki toplum mühendislerinin bu kez işleri kolay değil. Sonuçta bu da öncekiler gibi Doğan için bir iktidar oyunu ancak kurallar aynı değil artık
AKSİYON