Menderes'in parasını kim aldı?

Menderes'in parasını kim aldı?
Hava istihbarat binbaşı rütbesiyle 27 Mayıs darbesinde kritik bir rol üstlenen emekli Tuğgeneral Necati Gültekin, 51 yıl önce üstü örtülen bir olayı tarihî fotoğraflarıyla birlikte Aksiyon'a anlattı: “Darbe günü Menderes'in çantasından paralarını aldılar.”
Bir yıl aradan sonra yine Tandoğan'daki evinde buluştuk. Son görüşmemizin ardından bir dizi rahatsızlık geçirdiğini, eski neşesinin kalmadığını anlattı. Bir müddet yeni ‘pyrogravure'lerinden (yakma resim) söz etti. Kısa süren sessizliğin ardından önündeki yıllanmış albüme uzanıp “Eksik kalan kısmı tamamlayalım.” dedi. İlk albümde aradığını bulamayınca ikinci albümü taramaya koyuldu. 10-12 santimlik dört siyah beyaz fotoğrafı bulup uzattı: “Size sadece hakikati anlatacağım.” Yılların yorgunluğunu üzerinde taşıyan bu dört fotoğraf ilk bakıldığında anlamsız gelir çoğuna. Zira onları değerli kılan hikâyeleriydi. Bir önceki görüşmemizde hikâyelerinden kısaca bahsetmiş, tüm ısrarlarıma rağmen dergide yayımlanmasına müsaade etmemişti. Gerçi, gün gelir kitabını yazarım diye yarım asırdır sakladığı dört fotoğrafı kolayca paylaşması beklenilmezdi. 88 yaşına bir dizi hastalıkla girip, kitabını tamamlayamayacağını fark etmesi hazırlamıştı buluşmayı. Bir de ısrarlı telefonlarım. Mayıs başında yaptığımız son konuşmada “Gel o zaman, vereyim fotoğrafları.” demişti. 51 yıldır özenle koruduğu arşivinin en değerli parçalarını yayımlanmak üzere verirken ‘tarihe bir iz bırakmayı' arzu ediyordu. Sadece hakikati anlatacağını vurgulayarak başlamıştı konuşmaya, emekli Hava Pilot Tuğgeneral Necati Gültekin. Takılmadan, tane tane anlattı şahit olduklarını. Bir duvarın dibindeki bavulları gösteren dört fotoğrafın hikâyesi tam 45 dakika sürdü: “27 Mayıs günü Eskişehir Şeker Fabrikası'nın misafirhanesinde çekildi bu fotoğraflar. Bavullarla çantalar rahmetli Başbakan Adnan Menderes'e ait. 26 Mayıs gecesini geçirdiği odada bırakmış bunları. Biz zapt altına almak için ulaştığımızda bir kısmı karıştırılmıştı. Odaya zabıtsız girenler olmuş.” Darbenin gelişini 26 Mayıs gecesi saat üç sularında çalan telefondan öğrenen Başvekil Adnan Menderes, eşyalarını almadan ayrılmış Şeker Fabrikası'ndaki odasından. Geri dönüp eşyalarını toplamaya, toplatmaya imkânı da olmayacaktı. Önce Eskişehir'deki Yurtiçi Bölge Komutanlığı'na uğrayıp bir takım asker alır yanına, komutanlarıyla birlikte. Ardından Kütahya'ya geçer. Hava Er Eğitim Birliği'nde Demokrat Parti Vekili emekli general Tahsin Yazıcı, Nevşehir Milletvekili Zihni Üner ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan ile birlikte tecrit edilir. Önce Eskişehir'e, oradan Ankara'ya götürülür. Adnan Menderes'in darbeden önceki son 48 saatini en iyi bilenlerden biri emekli Tuğgeneral Necati Gültekin. Zira 25 Mayıs'ta Eskişehir'e gelişinde Menderes'i hava meydanında selam durup karşılayan, onunla tokalaşan 5 subaydan biridir. İstihbarat binbaşı rütbesiyle sonraki 2 gün boyunca ildeki tüm etkinliğini takip eden belki de tek subay o. Yine 27 Mayıs sabahı ilan edilen darbenin ardından Adnan Menderes'i Kütahya'da tecrit eden 6 subaydan (Kurmay Albay Şekip Saybaşlı, Grup Komutanı Albay Muhsin Batur, Binbaşı Cihat Üstündağ, Üsteğmen Erhan Suar, Teğmen Aytekin Bilgi ve Teğmen Vural) biri. 27 Mayıs'ın yaşayan hafızalarından. Hava istihbarat binbaşı rütbesiyle o an kimlerin yaptığını bile bilmeden rol alır darbede. “Darbe sabahı bana Menderes ve beraberindekileri gözaltına alıp Eskişehir'e getirme emri verildi. Gece konakladığı Şeker Fabrikası'nda bulunamayınca meydandan bir keşif uçağı kaldırıldı ve konvoyun Kütahya istikametine gittiği tespit edildi. 10 hizmet eriyle yola çıktığım sırada, Muhsin Paşa (Batur) ‘Bekle, beraber gideceğiz.' dedi. Muhsin Paşa, Albay Şekip Saybaşlı ve diğer bir rütbeliyle tayyareye doğru hareket ettik. Uçağa bineceğimiz sıra iki üsteğmen gördük, ellerinde sten tabancalar vardı. Onları da yanımıza aldık. Zira 10 askerde doğru dürüst silah yoktu, bizde de Kırıkkaleler (tabanca) vardı. Yüzbaşı Mehmet Ali Biltan ve Yüzbaşı Erdoğan idaresindeki C-47 tayyaresiyle Kütahya'ya indik. Menderes'in Hava Er Eğitim Birliği'nde olduğunu ve henüz gözaltına alınmadığını öğrendik. Birliğe vardığımızda Er Eğitim Kıtası'nın komutanı Albay Süleyman Demet geldi yanımıza. Menderes'in yerini sorduk. Odasında olduğunu söyledi. Çay, kahve içiyormuş. Silahtan da tecrit edilmemiş. Albay Demet bize ‘Siz tecrit edin.' dedi. Biz 6 subay hangarın köşesindeki komutan odasına çıktık. Menderes'in yanında 20-25 polis ve birtakım askerler vardı. 2 teneke silah çıktı onlardan. Direnseler biz mahvolurduk. DP Vekili emekli general Tahsin Yazıcı, Zihni Üner ve Maliye Bakanı Polatkan da odadaydı. Muhsin Paşa selam çaktı ve ‘Efendim, asker idareye el koymuştur. Sizi emniyetle Eskişehir'e götüreceğiz.' dedi. Menderes, ‘Benim suçum nedir?' diye sordu. ‘Size bir suç izafe etmiyoruz.' cevabını verdi Batur: ‘Görevimiz sizi Eskişehir'e götürmek.' Menderes'in yüzünden tedirginliği, şaşkınlığı okunuyordu. Bir kez daha sordu: ‘Kim bunlar?' ‘Biz de bilmiyoruz. Bildiğimiz adları Milli Birlik Komitesi. Onu da radyolardan duyduk.' O ara Türkeş (Alparslan) habire nutuk çekiyor radyodan. Menderes'i teyyareye bindirdik. Havadayken sigaranın birini yaktı diğerini söndürdü. Çok geçmeden sigarası bitti. Hemen bizimkilerden takdim ettik. İddia edildiği gibi kelepçe filan da takılmadı. Eskişehir'e vardığımızda bizi tayyareden indirmediler. Hava Savunma Komutanı Tuğgeneral Nevzat Gökeri geldi ve doğrudan Ankara'ya hareket ettik. Güvercinlik Meydanı'na indik. Meydan karınca yuvası gibiydi. Harbiyeli talebelerle doluydu. Tayyareden, Menderes'e yardımcı olan Yurtiçi Bölge Komutanı indi önce. Evvel alkışlandı. Birisi ‘O, Adnan Menderes ile beraberdi.' deyince önce Paşa'yı soktular cipe. Ardından Menderes'i.” Ankara'dan Eskişehir'e dönünce görevi tamamlanmaz Necati Gültekin'in. Önce Kütahya'ya gidip Menderes'in son görüştüğü kişileri tespit etmek için postanelerdeki şehirlerarası fişleri toplar. Menderes'in yakalanmadan hemen önce Kocaeli ve Konya valileri başta olmak üzere 8 valiyle görüştüğünü tespit eder. Ardından Eskişehir'e dönerek Menderes'in 26 Mayıs gecesi kaldığı odaya gidip zabıt tutar. 51 yıldır saklı kalan olaya bu odada şahit olur. Yatak odasında yaptığı incelemede darbe günü Menderes'in Şeker Fabrikası'nda bıraktığı para çantasının açılıp paraların alındığını tespit eder. “Menderes'in geride kalan eşyalarının zaptını tutmak için birliğin fotoğrafçısını da yanıma alarak Şeker Fabrikası'nın misafirhanesine gittim. Menderes'in odasına ulaştığımızda özel eşyalarıyla, bavul ve çantalarıyla karşılaştık. Ancak karıştırılmışlardı. Bizden önce odaya zabıtsız girenlerin olduğunu anladık. Çantalarının fotoğraflarını çekerken körüklü olanının boşaltılmış olduğunu gördüm. Çantada sadece para destelerine sarılan 7-8 kâğıt bant ile yazılı bir kâğıt vardı. Kâğıdı inceledik, biri el yazısıyla bazı harcama beyanları tutmuştu. Daha sonra bu el yazısının Hasan Polatkan'a ait olduğu anlaşıldı. Bu Menderes'in Ankara'dan paralı çıktığını kanıtlar. Zaten bir başbakanın yanında para olmadan hareket etmesi düşünülemez. Oradaki incelemede Menderes'in para çantasının birilerince boşaltıldığını anladık. Odaya bizden önce giren birileri yapmıştı bunu. Zira Menderes ve beraberindekileri Kütahya'da tecrit ettiğimizde üzerlerinden tek kuruş çıkmamıştı. Koskoca Başbakan parasız gezer mi? Hem boşaltılan çantayı hem de diğer bavulları tek tek fotoğrafladık. İçindekileri tasnif ettik ve zaptını tuttuk. Ben Milli Birlik Komitesi'ne gönderdiğim tutanakta Menderes'in paralarının alındığını yazdım. Ama olayı büyütmediler, kapattılar. Tutanağın bir kopyasını almak aklıma gelmemişti o zaman. Ama o fotoğraflar hâlâ bende. İşte size verdiğim fotoğrafların hikâyesi bu.” - Sizden önce kim girmiş odaya? Ülkede darbe olmuş. Ortalık karışık. Kimin ne yaptığı belli değil. Darbe sabahı kimse misafirhaneyi tecrit etmeyi, Menderes'in eşyalarını zapt altına almayı düşünmemiş. Ben Menderes'i Ankara'ya götürüp ardından Kütahya'ya geçmiştim. Kütahya'da santral fişlerini topladıktan sonra misafirhaneye geldim. Saat hayli ilerlemişti. Odaya girilmiş, eşyaları karıştırılmıştı. - Başbakan'ın paraları çalındı yani? Çalındı mı, alındı mı, bilemiyorum. Tespit ettiğim Menderes'in para çantası boşaltılmıştı. İçinde para olduğuna dair bulgular vardı. Ama para yoktu. Yakalandığında da üzerinde para çıkmamıştı. Kim, nasıl yaptı? Çözemedik. -Askerler yapmış olabilir mi? Gece kaldığı oda tecrit edilmemişti. Kimin girdiği belli değildi. Net bir şey söyleyemem. Ama beraberinde bulunan para çantasının birilerince boşaltıldığı netti. - Üzerine gidilmedi mi sonrasında? Milli Birlik Komitesi üzerine gitmedi bu işin. Türkiye'de üzerine gidilmeyen çok şey vardır, çok. Bu olayı da kapattılar. Üstü örtülen şahit olduğum başka olayı anlatayım size. 1974'te Kıbrıs Barış Harekâtı'nda Kocatepe Gemisi'nin Türk uçaklarıyla vurulup batırılmasının da üzerine gidilmedi. Ben olayın yaşandığı gün hava savunma daire başkanıydım. Harekât sırasında Hava Savunma Merkezi'nde görev yapıyordum. Ben olayın üzerine gidilip net bir şekilde tespit edilmesini istemiştim. Yırtındım olayın net bir şekilde açıklanması için ama dönemin Genel Kurmay Başkanlığı üzerine gitmedi. Kendi gemini batırmaktan daha büyük bir beceriksizlik olur mu? Bu olay da örtüldü. -Bavulların Menderes'e ait olduğunu nasıl tespit ettiniz? Menderes, saat 03.00 sularında haberdar oluyor darbeden. İhbar telefonu alıyor. Çantalarını olduğu gibi bırakarak ayrılıyor Şeker Fabrikası'ndan. Tecrit edildiğinde yanında çantası, bavulu yoktu. Bavulları Eskişehir'de bırakmıştı. Eşyaları incelediğimizde Menderes'e ait olduklarını hemen anladık. Rahmetli Menderes çok geniş yakalı gömlek giyerdi. Ceketinin ardından ensesine kadar uzardı gömleklerinin yakası. Bavuldaki gömlekler de böyleydi. Sadece kemeri şaşırttı bizi. Tokalarında ‘SS' yazıyordu. İlk bakışta anlam vermedik. Ardından içimizden biri Menderes'in sevgilisinin adı ve soyadını simgelediğini söyledi -Neler vardı bavullarda? Odada 4 bavul ve 4 çanta tespit ettik. Bavullarda günlük kıyafetleri, takım elbiseleri, kravatları, gömlekleri, ayakkabıları, tıraş takımları, kolonyaları, parfümü, elbise fırçası, dış fırçası-macunu ve ilaç şişeleri vardı. Bir de dergiler çıktı bavullarından: Akbaba, Hayat, Life ve Tarih dergisi. -Kime teslim ettiniz eşyaları? Eşyalar tek tek sayıldı, zapta geçirildi ve birliğe götürüldü. Sonrasında MBK'ya göndermişlerdir muhakkak. -Tutanağa ne yazdınız? Sadece eşyalarının tutanağını yazmadım. İstihbarat binbaşı sıfatıyla, yakalanışını, Ankara'ya götürülüşünü yani 27 Mayıs günü yaşanan her şeyi yazdım o tutanakta. Bütün olayları yazdım ve Milli Birlik Komitesi'ne gönderdim. Askerin arşivine giren yakalama tutanağını ben kaleme aldım. MBK'nın arşivi duruyorsa orada vardır gönderdiğim tutanak. Saniyesi saniyesine yazdım olayları. Onlardan cevap gelmedi. -27 Mayıs'ı propaganda malzemesi yapan bazı yayın organları, Menderes'in gözaltına alınışını onu küçük düşürecek şekilde yazdı… Bunlar maalesef yapıldı. Yok çalıların arasında yakalanmış, yok uçaklar üzerinde sorti yapmış… Yalan yanlış şeyler yazıldı. Aynı propagandayı 12 Eylül'de de yaptılar. Gençlerin kıyma makinesine atılması, cesetlerin asfalt altına gömülmesi gibi yalanlara inandı millet. Ama ortada kayıplar yoktu. Bunlar yapıldı maalesef. Elbette Menderes'i tecrit ettiğimizde üzgündü. Ortadaydı, bir köşede saklanmış değildi. Direnmeden geldi bizimle. Eline kelepçe filan vurulmadı. Sigarası bitince sigara uzattık uçakta. Batur Paşa, Ankara'ya indiğinde bile selam durdu Menderes'e. Yalan yanlış çok şey yazıldı. Doğrusu bu. Ben bizzat oradaydım çünkü. -Sizin Menderes'e karşı bir tavrınız oldu mu? Ben ordudayken siyasete mesafeliydim. Ne CHP ne DP'yi destekledim. Desteklemem de doğru olmazdı. Askerden sonra MHP'de siyaset yaptım. O da eşimin zoruyla oldu. Ama o günlerde asker İsmet İnönü'nün propagandalarından çok etkileniyordu. Menderes'e karşı tavır almıştı. Rahatsızlardı Menderes'ten. Büyük bir CHP propagandasında bilhassa İnönü'nden etkileniyorlardı. Mesela 25 Mayıs günü hava meydanında bazı subaylar selam durmadı Başvekil'e. Menderes'in arabasına arkalarını dönüp gidenler oldu. Büyük bir tepkiydi sergilenen. Meydana indiğinde sadece 5 subay elini sıktı. Ben onlardan biriydim. 26 Mayıs gecesi Şeker Fabrikası'nda verdiği yemeğe katılmadı subaylar. Askerî hastaneye haber gitmediği için askerî doktorlar gitmişti. Darbenin bir yararı olmadı bu millete. Darbe neyi çözdü? Bıraksalar 6 ay sonra seçim vardı. Gidecekse giderdi zaten. Sonra darbenin ardından Demokrat Partililerin üzerine gittiler. Haksız soruşturmalar başlattılar. Haksız saldırılara elimden geldiğince karşı durdum. Ordudan 1974'te tuğgeneral rütbesiyle emekli olan Necati Paşa, eşi Malike Hanım'ın zorlaması, Türkeş'in talebiyle MHP'den siyasete atılır. Çok değil 6 yıl sonra yolu bir kez daha askerlerle kesişir. Ama bu kez roller değişmiştir. Asker zoruyla alıp götürülen kendi olur. 12 Eylül'den birkaç gün sonra bir yüzbaşı dayanır kapısına, alır götürür. Yıllarca süren davada idamı istenir; ama beraat eder. Hücre arkadaşı genel başkanı Alparslan Türkeş'tir. Siyaset onu, öğretmen kızı Şule ile eşi Malike Hanım'dan ayırmıştır. Ve bu ayrılık tam 3,5 yıl sürer. Önce asker ardından siyasetçi şapkasını giyen 88 yaşındaki emekli Tuğgeneral Necati Gültekin, şahit olduğu 3 darbenin ülkeye fayda sağlamadığını, sorunları çözmediğini, aksine haksızlıkları artırdığını söylüyor: “Ne 27 Mayıs'ın ne de 12 Eylül'ün faydası oldu bu millete, ülkeye. Darbeler sorunu çözmüyor, sonuç alınamıyor, haksızlıkların önüne geçilemiyor. Darbeler daima Türkiye'den götürdü. Askerlerin menfaatine de olmadı. Durumdan üç beş kişi faydalandı sadece.” ASIL İŞ, DARBE SONRASI MAHKEMELERDE DÖNDÜ! Haydar Saltuk'un öldüğüne (8 Nisan 2011) sevindim. Benden bir üst devreydi. 1980 darbesinin elebaşlarındandı o. 12 Eylül'ün beyniydi. Kenan Evren, ben size söyleyeyim, ahmaktı. “Ekmek yukardaysa Kur'an'a basıp o ekmek alınabilir” dedi darbenin ardından. Söylenecek laf mı bunlar. Ama asıl iş mahkemelerde döndü. 1960'da da 1980'de de hesaplaşma mahkemeler üzerinden görüldü. Mahkemelerde işkence, haksız muameleler yapıldı. 1980'de maruz kaldığım haksızlık, hukuksuzluktan dolayı dava açtım. İdamla yargılandım. Suçum siyaset yapmaktı. 250 milyar lira tazminat istendi 1983'te. Mahkeme 250 milyon lira ödenmesine karar verdi. Temyize gidildi, onu da vermediler. Memleketimi rencide etmemek için AİHM'e gitmedim. Dünya değişti. Çok değişti. Bugün aynı işkenceleri yapamazlar artık. MESUT ÇEVİKALP - AKSİYON
30 Mayıs 2011 16:04
DİĞER HABERLER