Evet, sürecin tsunami ve zelzelelerine rağmen müthiş bir galeyan ve feveran ile dünyanın her tarafında kıpır kıpırlar, fıkır fıkırlar hem de yenilikler içinde fikir fikirler
ABDULLAH AYMAZ
Meşum 27 Mayıs 1960 Darbesi’nde genç bir subaydı. Adnan Menderes’in ezan ve İslam için tercih ettiği tavrı hazmedemeyenlerin onu ve bakan arkadaşlarını idam sehpasına göndermelerini bir türlü hazmedemedi. Ordudan istifa edip Almanya’ya gitti. Orasını soğuk bulup Avustralya’nın Sidney şehrine doğru yola çıktı. Kaderin karşısına neler çıkaracağını hiç bilmiyordu. Orada tanıştığı meşhur Enver Paşa’nın oğlu ile karların yağdığı bir mevsimde dağlara tırmanmışlardı. Soğukta arkadaşı donup vefat etti. Avustralya gazeteleri “Bir Osmanlı paşasının oğlu soğuktan donup öldü!” diye haber yaptılar. Kendisi kurtulmuştu…
Türk konsolosluğunda, uzun bir yolculuktan sonra ta Sidney’e gelmiş Tatar asıllı bir hanımefendiyle hayatını birleştirmişti. İki oğulları olan Sidney’de Avustralya’nın en uzun kabağını yetiştirmekle ünlü oldu ve yine gazetelerde haberi yapıldı… Ben onun ailesiyle vefatından sonra 2010 senesinde tanıştım. Emre isimli mahdumu ile diyalog toplantılarına katıldık… Bu tanışmadan altı sene sonra Amerika’nın başşehrinde, dinler arası yemek yarışmasında yine beraberdik. Bu arada geçmişi hatırladık. Ondan sonra aşağı yukarı Amerika’ya her gelişimde bir şekilde karşılaştık.
Bu son ziyaretimde yine karşılaştık. Daha önce bir görüşme sırasında Amerikalı bir fotoğraf uzmanı ile tanıştırmıştı. İlginç birisiydi. Dünyayı dolaşmış, güzel fotoğraflar çekmişti. Şimdi de M. Fethullah Gülen Hocaefendi ile görüşmek için kampa gelmişti. Kendisine “Ne var ne yok! Pek çok şeye şâhit oldun, bütün gördüklerini nasıl değerlendiriyorsun?” diye sordum. “Hizmet mensuplarına hayran oldum… Haiti’ye gitmiştim orada sizin gençleri gördüm. Su problem, yiyecek-içecek ayrı problem. Şartlar çok olumsuz. Onlar orada aşk ve şevkle insanların imdadına koşuyorlar. Sanki bir eğlence yerinde eğlenircesine aşkla, şevkle koşturuyorlar. Bunları motive eden neydi anlayamadım. Orada felaketten sonra gelen başkaları da vardı ama onlarda bu durum hiç gözlemiyordu.
“Nijerya’ya gitmiştim. Orada da okullarınız var, üniversite ve hastane var. Ama bir de Boko Haram diye bir belâ var. Okulları basıp bilhassa kız öğrencileri kaçırıyorlar. Herkes oradan uzaklaşmak istiyor ama Hizmet mensupları hiçbir tehlike yokmuş gibi işlerine devam ediyorlar.
“Afrika’nın bir başka yerine Hizmet’in doktorları gelmiş, yüzlerce katarak ameliyatı yapmışlar. Kazakistan’dan da ameliyat için bir hanım doktor gelmiş. Aslında üç aylığına gelmiş. Üç ayı da dolmuş ama oradaki Hizmet mensuplarının samimiyet ve zevkle yaptıkları göz ameliyatları o kadar hoşuna gitmiş ki, hemen dönme yerine gidişini uzatıp orada kalmış.”
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nurlardaki bazı sözlerini bu zâta aktarmaya çalıştım: “İyi, hayırlı bir iş yapınca insan, Cenab-ı Hak ücreti peşin verircesine kalbinin derinliklerinde cennet lezzetlerini andıran bir zevk veriyor. Bu hazzı hissedince şevkle yeni işler yapmak için insan harekete geçiyor. Hocaefendi’nin dediği gibi böylece sâhih bir daire meydana geliyor. İyilik ve güzellikler için doğurgan döngü hemen kendisini gösteriyor.
Bediüzzaman Hazretleri, kainattaki müthiş faaliyet ve hareketlilik üzerine “Mütemadiyen hareket halindeki atomdan kainata bu faaliyet-i dairenin hikmeti nedir? Bu durmayanlar niye hiç durmuyorlar?” şeklindeki bir sorunun sırrını çözerken, “Faaliyet ve harekette bir lezzet vardır. Varlıklardaki potansiyellerin ortaya çıkmasında canlı-cansız her şey âdetâ bir zevk duyar. Bizzat faaliyeti bir lezzete sebeptir. Cenab-ı Hakk’ın bir ismi de Fa’âl’dir. Evet, devamlı her an, bir faaliyet ve icraatta olması mevzubahistir. Yalnız insanların anlayıp hissettikleri zevk ve lezzet kelimelerini kendi dar ve kısır anlayışımıza göre Cenab-ı Hak hakkında kullanamayız. Onun için Lezzet-i kudsiyye, memnuniyet-i mukaddese gibi sınırlamalarla ifade etmeliyiz. Dıyk-ı elfaz denilen bazı mânaları lâfızların yetersizliğinden ve darlığından dolayı tam ifade mümkün olmadığı için böyle ihtiyatla ilavelere ihtiyaç duyuluyor.”
Fotoğraf makinesi hep boynuna asılı idi. Çantasından bir Afrika ülkesinde çektiği bir fotoğraf gösterdi. Sayfanın üzerinde Türkçe notlar vardı. Daha önceki çalışmalarını bir fotoğraf sergisi açarak bazı yerlerde sergilemiş… Yeni çalışmalar için de yeni bir sergi düşünüyor.
Ekim 2022’de neşredilen aylık İlim ve Kültür Dergisi Çağlayan baş yazısında M. Fethullah Gülen Hocaefendi diyor ki: “İçinde bulunduğumuz çağ vaad ettiği müsbet ve güzel şeylerin yanında bizim için hep bir ızdırap ve inkisar çağı oldu. Sadece bizim için değil; onunla tanışırken henüz kalbî, ruhî, fikrî ve ilmî hazırlığını tamamlayamamış milletler, âdeta muratlarına eremeden ve umduklarını bulamadan bağırlarından hançerlenen âşıklar gibi ümitleri, ye’se, iştiyakları da hicrana dönmüş ve iki büklüm olmuşlardır. Bilhassa bizim insanımızın hali bütün bütün yürekler acısıdır…
“İç içe bunca karanlığın yanında bir de inancı ümidi, azmi, aşk ve iştiyakı ve kararlılığı ile bir Altın Nesil var ki, her şeye rağmen, hayatı değerler üstü değerlere taşıma, varlığa ruhânîlerin soluklarından ses katma, herkese meleklerin kanatlaşından bir tüy takma gayesi peşindeler… Peşindeler ve bugüne kadar kâbusa teslim olmuş, oturup kalkıp serap kovalayan yığınlardan ayrılarak kendi ruhlarının âbidesini inşa etmekteler. Çehrelerinde evliya, asfiya ve enbiyanın boyası, ruhlarında alev alev ebediyet humması, uğradıkları her yer mesihî bir ruhla peygamberlerin sevgi, aşk ve muştularını götürüyor ve dört bir yanda tarihin bin senelik ruh ve mânâsını seslendiriyorlar.”
Evet, sürecin tsunami ve zelzelelerine rağmen müthiş bir galeyan ve feveran ile dünyanın her tarafında kıpır kıpırlar, fıkır fıkırlar hem de yenilikler içinde fikir fikirler elhamdülillah…