Meriç ve ötesi

''Babanın çaresiz feryadı, kulaklarda ve paslı vicdanlarda ne kadar etkili olur bilinmez. Bilinen bir şey var ki bir kavuşma daha ahirete kaldı.''

MERİÇ VE ÖTESİ*

"Bu yazı, Öz Vatanında Özgürce Yaşama İmkanı Kalmayınca Ölümü Göze Alarak Canpareleri Evlatlarıyla Yollara Düşen ve Meriç'i Geçemeden Can Verenlerin Aziz Hatırasına İthafen, Rahim-u Rahman'dan Nusret Beklentisiyle Yazılmıştır."

Zulümden kaçış. Uzunca bir yol, aynı zamanda upuzun bir hikaye. Sonrası yeni bir hayata başlangıç. Bu başlangıcın adı Meriç ve Ötesi.

Aşılmışsa, geçilmişse Meriç yeni başlayan hayatın adı "Özgür Hayat". Yol vermemişse Meriç, çekmişse bedenleri derinliklerine, bakmadan bebek ya da kadın olduklarına. İşte o zaman yeni başlayan hayatın adı "Sonsuz Özgür Hayat". 

Meriç'e yönelenler, ikisine de cana minnet deyip yollara düşenlerdir. Bu yönelmede yürekten kabulleniş vardır her iki hayatı da. 

Bir tek geride bırakılan hayatı kabullenemeyiş vardır Meriç'e yönelen güzel zihinlerde. Kabullenselerdi zaten işlerinden, aşlarından, ekmeklerinden, emeklerinden, alın teriyle elde ettiklerinden olmazlardı. 

Vatanlarından, sevdiklerinden ayrılmak zorunda kalmazlardı. Yanlışı görmezden gelselerdi, eğriyi doğrultma gayreti göstermeselerdi, haramilikleri gözardı etselerdi, kalbi vatan ve millet sevgisiyle dolu nesiller yetiştirme sevdasına düşmeselerdi, vurdumduymaz olsalardı, olup bitene kulak tıkasalardı, memleketin çivisinin çıkarılmasını milyonlarcası gibi seyretselerdi bırakın birtakım mağduriyetler yaşamayı el üstünde tutulurlardı. Baştacı edilirlerdi. Her türlü makam ve mevkiye getirilirlerdi. Yaşadıkları hayat standartlarını beşe ona katlayabilirlerdi. Amiyane tabirle bir elleri yağda bir elleri balda olacak şeklinde hayat sürdürebilirlerdi. Yalılar, köşkler, katlar, yatlar önlerine serilirdi. Bunları elde etmek için yapacakları şey çok basitti: Kralım sen bilirsin, Padişahım sen çok yaşa, Çalıyorlar ama çalışıyorlar vb cümleleri kurup yaşamaya bakmak. Evet evet tüm bu nimetleri bu üç beş cümleyle elde etmek, daha da büyük imkanlara ulaşmak mümkündü. 

Ama elde edilen bu kazançlarla kıyas dahi kabil olmayacak şeyleri kaybedeceklerdi. En başta kaybedecekleri şey "İnsan Onuru"ydu. Bunu kaybettikten sonra bir insan niye yaşar ki? Sonra sırasıyla kaybedecekleri şeyler, "Müslümanlık İzzet ve Haysiyeti, Dinimizin Evrensel Değerleri, Mesleki Şeref,..."

İşte Meriç'e doğru yola çıkanlar ve geride kalıp da ya zindanda hayat sürenler ya da zindana düşmemek için uğraş verenler; bu kayıpları göze alamamış, ahiretlerini dünyaya tercih etmemiş, dünyalık metalara peylenmemiş, zalimin zulmüne ortak olmamış insanlardır. 

Onların tercihi zordu, kimilerine göre delilikti, kimilerine göre bile bile yanmaktı, bazılarına göre yaşanılan tüm bu zulümleri hak etmekti. Zor da olsa, delilik de olsa, bile bile yanmak da olsa hatta zulmü hak etmek de olsa insanca, mü'mince, er oğlu erce bir tercihti Onların tercihi. 

İnsan olmanın gereği insani vasıflara, donanımlara, özelliklere göre bir hayat yaşamak değil midir zaten. Evetse onların tercihleri değil, bu tercihi yapamayanlar sorgulanmalıdır. Değilse, Allah'ın verdiği insan elbisesi derhal çıkartılmalı, Kur'anın ifadesiyle "Hayvanlardan da aşağı bir dereke"ye düşülmelidir.

Mü'min olmak, müslüman olmak İslam'ın dırahşan, aydınlık çehresini kirletmeden yaşamak değil midir? Evetse müslümanca tavır sergileyenler neden zindanda, neden can vermekte, neden açlığa mahkum edilmekte? Değilse, "barış, sevgi, doğruluk, dürüstlük, haram-helal, kul hakkı, ..." gibi  İslami Değer Yargıları, ayet, hadis ve icmadan derhal çıkarılmalıdır.

Er Oğlu Er olmak, sonucun kendisi adına olumsuz olacağını bilse dahi, İmanın kor ateş olduğu dönemde imanını her ne pahasına olursa olsun elinde tutmayı gerektirmez mi? Evetse can bedenden çıksa da, ömür zindanlarda geçse de, iliklerine kadar zulmü hissetsen de, açlığa-yokluğa-sefalete sürüklensen de imanın muhafazası senin vazifendir. Değilse, derhal er meydanı terk edilmelidir.

İnsan olma, müslüman olma ve er oğlu er olma tercihini yapmış, bir aile daha Meriç yollarına düşmüştü. Yolun sonunda, nehrin öbür tarafında zorluk içerisinde de olsa en azından gök kubbenin altında hür olarak, özgürce bir hayat sürmeyi umut ediyorlardı. Umut, insan yaşadıkça var olan bir kavramdı. Kim bilir günümüze gelinceye kadar milyonlarca belki milyarlarca insan umudun peşine takılmıştır. Kimi umut ettiğine ulaşmış kiminin de umudu dünya hayatlarının bitmesine sebep olmuş ve yepyeni umut kapılarının açılmasına vesile olmuştur.

 Öğretmen anne ve baba üç evlatlarıyla birlikte Meriç'in bulanık, balçıklarla dolu dört metre derinliğe sahip suyunu geçmek düşüncesiyle bota binmişler. Botlarının karşı kıyıya geçeceğine dair umutlarını hep taze tutmuşlar. Cadı avından kaçıp umuda giden yolculukları başlamış. Önceleri her şey iyi gitmiş fakat sonra bir anda nehrin ortasında botları bir cisme (kaya veya ağaç parçası) çarpmış, bu çarpmanın etkisiyle bot sarsılmış, botta yırtılma meydana gelmiş. Ardından botun üzerindeki Akçabay ailesinin fertleri Meriç'in derinliklerine doğru sürüklenmiş. Baba, ailesini kurtarmak için çırpınmış ancak kıyıya sadece kendisi çıkabilmiş. Eşi ve üç masum yavrusu belli bir süre sonra suda kaybolmuşlar. Günler sonra annenin cesedi minik yavrusuna sarılı vaziyette bulunmuş. Diğer kardeşlerden ise henüz olumlu ya da olumsuz bir haber yok.

Babanın çaresiz feryadı, kulaklarda ve paslı vicdanlarda ne kadar etkili olur bilinmez. Bilinen bir şey var ki bir kavuşma daha ahirete kaldı. Bir aile daha Meriç'in sularında parçalandı. Duamız, en azından henüz bulunamamış olan masum yavruların sağ-salim bir şekilde bulunarak babalarına kavuşmalarıdır. Ülkemizdeki zulümlerin bir an evvel bitmesi; mazlumların, mağdurların, hapsedilenlerin tüm maddi ve manevi sıkıntılarına tez zamanda Rabbimizin inayet ve nusret kapılarını açarak ferec ve mahrec nasip etmesidir. Meriç'te yaşanan bu elim hadisenin son olmasıdır.

*Bir Samanyoluhaber okuru tarafından yazılan bu metin Yorum sayfasına isimsiz olarak gönderildi

24 Temmuz 2018 17:57
DİĞER HABERLER