Ekonomist Mahfi Eğilmez, Merkez Bankası’nın Zorunlu Karşılıklar Kararını yorumladığı yazısında doların düşmesi gerekirken neden yükselişe geçtiğini anlattı.
Eğilmez zorunlu karşılık kararı sonrası dolardaki son durumu şöyle anlattı:
Bu yeni düzenleme ile piyasaya yaklaşık 5,4 milyar TL ve 2,9 milyar ABD doları karşılığı altın ve döviz likiditesi verileceği tahmin ediliyor.
Bu düzenlemenin açıklanmasının ardından kurlarda yükseliş başladı. Normal olarak piyasaya ek döviz verildiğinde kurlarda düşüş olması gerekir. Piyasaya 2,9 milyar dolar karşılığı altın ve döviz likiditesi verileceği açıklandığı halde kurlarda niçin artış yaşandı?
Bu soruyu yanıtlayabilmek için düzenlemenin yarattığı sorunlara bir göz atalım:
(1) Firmaların kredi borçlarını ödeme konusunda sıkıntı çektiği bir ortamda bankaların kredi artışına zorlanması doğru bir yaklaşım değil. Her bankanın kendine özel durumu ve buna uygun bir sermaye yeterlilik rasyosu var. Zorlamayla arttırılan kredilerin geri dönmemesi durumunda sermaye yeterlilik rasyolarının zorlanmasıyla bu bankalar zor duruma düşebilir. Esasen çoğu da bugün rahat bir konumda değiller. Bankaların zor duruma düşmesi ekonomiyi iyice içinden çıkılmaz bir noktaya taşıyabilir.
(2) Bu düzenleme rekabet kurallarına aykırı görünüyor. Çünkü kamu bankaları hükümetten aldıkları talimatla kredilerini arttırıyor, faizlerini düşürüyorlar. Sonuçta bu bankaların sahibi kamu kesimi olduğu için artan kredilerden sorun çıkması halinde sermaye artırımı gereksinimlerini Hazine, topladığı vergi ve benzeri karşılıksız fonlarla karşılayabilir. Oysa özel kesim bankaları için böyle bir olanak yok. Dolayısıyla onların kredilerini aynı kolaylıkla arttırıp bu indirimlerden yararlanmaları o kadar kolay değil.
Döviz Kurları Niçin Yükseldi?
İktisatçılara, finansçılara, piyasa analistlerine, bankacılara özetle ekonomiyle ilgisi olan herkese vatandaştan son dönemlerde en fazla yönelen soru: “Kurlar niçin yükseliyor?” Hemen arkasından ikinci soru geliyor: “Bu yükseliş devam eder mi?” Eğer ilk iki soruyu yanıtlamışsanız üçüncü soru da geliyor: “Yıl sonunda kur ne olur?”
Son iki günde kurlarda yaşanan yükseliş (ya da TL’nin dış değerindeki kayıplar) Türkiye’ye özgü değil. Özellikle Arjantin’in kredi notunun Fitch ve S&P tarafından çöp düzeyine indirilmesi sonrasında gelişme yolundaki ekonomilerin paralarının dış değerlerinde düşüşler oldu.
Aşağıdaki tablo kırılgan beşli ülkelerinin paralarının Dolara karşı değer kayıp/kazançlarını ve parasal durumlarını etkileyen başlıca göstergeleri gösteriyor:
Türkiye bu tablolara göre en riskli ekonomi görünümünde kalmaya devam ediyor. Enflasyonu, Merkez Bankası faizi ve risk derecesini gösteren CDS primi en yüksek ekonomi konumunda. Böyle olunca parasının değer kaybında da en önde gidiyor. Türkiye’ye en yakın ekonomi Güney Afrika, onu Brezilya izliyor. Brezilya, birçok sıkıntıya karşın son zamanlarda özellikle komşu Arjantin’deki olumsuz gelişmelerden en fazla etkilenen ülke konumunda bulunuyor.
Türkiye, risk sorununu çözemiyor. Tam tersine risklerini artırıyor. Örneğin ABD ile ilişkileri olumlu yönde gelişmeye başlarken bu kez başka bazı olumsuz gelişmeler ortaya çıkıyor. Ekonomide atılan birçok adım, mesela Merkez Bankası’nın sorunları arkadan dolaşarak çözme çabaları riskleri artırıyor. Riskler artınca da ister istemez kurlar yükseliyor. Sonuçta ortaya konulan birçok çaba da boşa gitmiş oluyor. Ve Türkiye sürekli ve inatla bunları yapıyor, yapısal reformları yapmamak için çeşitli yan yollara girip oralarda tıkanıyor. İşin kötüsü bu yeni bir eğilim de değil. Son 50 yılda Türkiye hep bunu tekrarladı.
Geldiğimiz noktada Türkiye, dünyanın en riskli ekonomilerinden birisi konumunda bulunuyor.
Aşağıdaki tablo dünyanın risk haritasını gösteriyor
Açık yeşiller CDS primi 100’ün altında olan düşük riskli ülkeleri, sarılar 100 ile 300 arasında CDS’e sahip orta riskli ülkeleri, kırmızılar CDS primi 300’den fazla yani yüksek riskli ülkeleri gösteriyor.
Kırmızı ile işaretlenmiş yüksek riskli ülkeler Arjantin, Venezuela, Pakistan, Ukrayna ve Türkiye. Ne yazık ki yıllardır yapısal sorunları çözmek yerine hep kestirme yollardan gidip mucize yaratmaya çalışarak kaybedilen zamanların faturası bu. Bunun son örneği zorunlu karşılıkları rekabeti bozacak biçimde kullanmak.
Türkiye’nin artık bu tür kestirmeden giderek sağlamaya çalıştığı geçici çözümleri bir kenara bırakıp gerçek ve kalıcı çözümlere girmesi şarttır. Yapılması gereken şeyler en başta hukukun üstünlüğü, yargı reformu, demokrasi, erkler ayrımı ile başlayıp ekonomik düzenlemelerle devam ettirilmesi gereken yapısal reformlar. Türkiye bundan kaçtığı son 60 yıl süresince belirli aralıklara başladığı noktaya dönmüş olmasına karşın hala kestirme yollar aramaya ve geçici çözümler denemeye devam ediyor.
Hataları tekrar ederek doğruyu bulmak ne yazık ki mümkün değil.