Merve Kavakçı'nın eşi Prof. İslam: Değişiklikler Türkiye'yi daha otoriter bir yapıya götürecek!

17 Nisan 1999 seçimlerinde Fazilet Partisi’nden milletvekili seçilerek başörtüsüyle TBMM’ye giren ve dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in “Bu hanıma haddini bildiriniz” sözleriyle tepki gösterdiği Merve Kavakçı'nın eşi Prof. Dr. Cihangir İslam, "Otoriterliğe gidiyoruz ve bu değişiklikler sonucunda bu mesele totaliterliğe doğru evrilebilir. Bu anayasa taslağı kutuplaşmacıdır, çatışmacıdır" dedi.



İslam, olağanüstü hâl (OHAL) uygulaması kapsamında çıkarılan 686 sayılı kanun hükmünde kararname ile (KHK) Kafkas Üniversitesi'ndeki görevinden ihraç edilmişti. 

Yeni Asya'ya konuşan Cihangir İslam'ın açıklamaları şöyle:

Referanduma  yaklaşık 6 gün kaldı. OHAL’de referanduma gidiyoruz ve ‘evet ve hayır’ için eşit şartlar olduğu söylenemez. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yapılan değişiklik, devletin içerisinde hepimizin rahatsız olduğu yapısal bir değişiklik değil. Yapıyı koruyarak kadrolara yönelik yapılan bir değişiklik. Değişikle bu çarpık yapının adeta tahkim edilmesi, güçlendirilmesi çabasını görüyoruz. 


 
Bu anayasa değişikliği aslında halkın önerdiği anayasanın önüne getirilen bir engeldir. Onu sabote etmeye yöneliktir. Evet, bu anayasa teklifi eski siyaseti korumak, kutuplaştırma üzerine binerek herhangi bir prensibi tartışmadan kendi oy potansiyelini korumak amacına yöneliktir. 

Demokrasiden başka kurtaracak yol yok

Bugünkü MHP ve AKP yönetimleri bu gerilimin üzerinde oturuyor ve o yüzden şu anda bir dayanışma içerisindedirler. Sokaktaki 15 Temmuz’un bize öğrettiği şey, iki kutbun artık ‘gerilimi isteyenler ve istemeyenler’, yani ‘gerilimi istemeyenler ve ilkeleri isteyenler’ ve gerilimi isteyenler, kimlik üzerinden siyaset yapanlar’ olarak ikiye ayrıldı. AKP ve MHP bu tarafta kaldı, yani kimlik üzerinden siyaset, gerilim üzerinden siyaset yaptıkları için dayanışma içindeler. Ama bu gerilimi istemeyen, ilke üzerinden siyasetin günbegün güç kazanacağına tabanda daha da güç kazanacağını umuyorum. Zaten çıkış da budur. Türkiye bir yerden çıkarsa buradan çıkacaktır. Hedef tam demokrasidir, bizi başka kurtaracak bir şey yok. 

Bu taslak otoritenin gücünü tahkim eder

Siz bu anayasa değişikliği tasarısına neden karşı çıkıyorsunuz? Hayır için gerekçeleriniz neler?

Gerek kadim gelenekler, gerek insan aklının serüveni bize gösteriyor ki; Otoritenin güçlendirilmesi toplum ve insan lehine bir durum değil. Siyasette en büyük sanat minimum güçle büyük işler yapabilmektir.  Gücü minimum düzeyde kullanıyorsanız, siz iyi bir siyasetçisinizdir. Bu taslakta bütün güç bir tek kişiye veriliyor. Darbelere karşı bir tedbir alıyorsanız, yetkiyi bir adamda toplarsanız, o bir adam ele geçirildiğinde devlet mekanizması ele geçirilmiş oluyor. Halbuki gücü belli kurallar dahilinde dağıtmış olsanız, darbelerin de fiilen önüne geçmiş olursunuz. Şu an tam tersine bir otoriterliğe gidiyoruz ve bu değişiklikler sonucunda bu mesele totaliterliğe doğru evrilebilir. Bu anayasa taslağı kutuplaşmacıdır, çatışmacıdır. Otoritenin gücünü tahkim edicidir. 

‘Bunun bizi hiçbir iyiliğe götürmeyeceğini görüyorum’

“Fesih yetkisi var mı, yok mu” tartışmaları var son günlerde. Bu beni çok düşündürdü. Gerçekten çok problemli bir nokta. Bu kadar somut bir şeyi tartışmaya başlıyorsak, çok sıkıntılı bir süreçten geçiyoruz demektir. Yani Cumhurbaşkanı süresi dolmadan önce erken seçime gidebiliyor. Bunun anlamı şudur; “Bu Meclisin, bu dönemde ben görevine son verdim. Yeniden seçime götürebiliyorum”. Yani buna ‘Fesih’ demeyeceğiz de ne diyeceğiz? Yeni bir kelime mi ortaya koyacağız? Önemli olan şudur; 550 ya da yeni taslağa göre 600 iradenin çalışmasını tek adam olarak sen durdurabiliyor musun kardeşim? İşte problem bu noktada, durdurabiliyorsun, bundan sonra adına ne dersen de… İşte bu yetki problemli olan yönlerindendir taslağın. Kaldı ki devlet mekanizmasındaki bütün üst düzey bürokratları atıyorsunuz, yargıyı atıyorsunuz. Tarihe dönüp bakalım, hani Hz. Ömer döneminin reisi kılıçlarıyla düzeltecek adamları? İşte kuvvetler ayrılığının ana fikri burada yatmaz mı? Neden bunu es geçiyorsunuz da, bize firavunların yöntemini hatırlatan ‘tek adam yönetimlerini’ bunun önüne geçirmeye çalışıyorsunuz. Bunların üzerinde düşünmek lâzım. Bunları üst üste koyunca bu taslağın hiçbir hayra vesile olmayacağını, bizi hiçbir iyiliğe götürmeyeceğini görüyorum. Aslında vatandaş da bunu hissediyor. Vatandaşlar bunu kelimelerle ifade edemese bile, bu değişikliğin hangi mecraya gittiğini hissediyor. Gerekli cevabı da verecektir kanaatimce… 

Cumhurbaşkanı bir kalemde 200 bin kişiyi işten atabilir 

Cumhurbaşkanı Meclisi feshedip erken seçime gidebiliyor. Bu apaçık okunuyor. Bu konu üzerinde tartışmayı abes buluyorum. Cumhurbaşkanı kararname çıkarabiliyor mu? O zaman bir Cumhurbaşkanı bir kalemde 200 bin kişiyi işten atabilir mi? Evet atabilir. Ey millet! Bunu ister misiniz, bunu istemenin bir mantığı var mı? Hükümetin elinde, yani siyasî heyetin elinde olan bu yetki zaten bir tartışma konusu. Bunu tek kişiye teslim etmenin bir açıklaması var mı?  

Hileye açık bir düzenleme

Ayrıca Cumhurbaşkanının 2. dönemi yarıda kaldığını düşünün, ne oluyor? 3. döneme gidiyor. 2’yi saymadık diyoruz. Peki 3. dönem de yarıda kaldı ne oluyor? 3. dönem yarıda kalınca bir madde görüyor musunuz? Yani önünde kısıtlayıcı bir madde yoksa siz burada bitti diyemezsiniz. Hadi 3. dönemi de yarıda kestik. 4. dönem için bir engel görüyor musunuz? Bu Anayasa Mahkemesi’ne gitse, mahkeme buna ne karar verecek, onun önünde bir metin var mı? Yok. Bu teorik olarak sonsuz tekrara gidebilecek şekilde hazırlanmış, hileye açık yorumlamalara açık bir şeydir. Bu tip düzenlemelerin anayasada su sızmaz denilen şekilde, çok net duvarlar içine koyulması, hukuk duvarları içine konulması lâzımdır. Yani bu tür maddeler ile bir ülkeyi çok büyük bir kaosa sürüklersiniz. 

Seçilmemiş kişiler vekaleten kararname çıkarabilir

Cumhurbaşkanı yardımcılarının seçilmemiş insanlardan oluşması ve bunların vekâlet yetkisine sahip insanlar olması; 1 saat dahi olsa rejim problemidir bu, sistem problemi değil. Yani siz her şeyi seçilmemiş, ama sizin uygun gördüğünüz bir kişiye devredeceksiniz. Kararname çıkartabiliyor mu bu adam? Siz örneğin yurtdışındasınız, bu adam acil kararname çıkarabilir, o yetkiye sahip. 

İstişare ortadan kalkıyor

Şunu da belirtmek istiyorum: Bu teklifle istişare ortadan kalkıyor. İstişare sizin konuşmak istediğiniz meseleyi kahve içerek konuşmak değil ki… İstişare yaptığınız konudaki herkesi ortaya toplayarak, bütün yönleriyle konuşmak. Fakat bu imkânsız hale geliyor. Ayrıca tabandaki etnik ve mezhebî farklılıkları, zenginliğimiz deyip geçiştiremezsiniz. Bunların hepsi bu ülkenin aslî kurucu unsurlarıdır. Yeni anayasada tartışmaları ancak bu şekilde bitirebiliriz. Anayasayı da ancak bu şekilde kalıcı kılabiliriz. 

Garibanın durumunu iyileştiren hiçbir şey yok bu teklifte

AKP, neden iş güvenliğini ele almıyor meselâ? Ne yaptınız, maden kazalarını önlemede  hangi değişiklik yapıldı? Bir facia daha mı yaşamamız gerekecek? Allah korusun. 301 kişiyi biz o gün Soma’da toprağa verdik, ki veremedik bile orada kaldı birçok kişi… Normal şartlarda garibanın durumunu iyileştirmekten mi başlanır olaya, imparatorun gücünü tahkim etmekten mi başlanır? Yani bunun için âlim olmaya gerek yok. Bu bir istikamet meselesidir.

Cumhurbaşkanlığı sembolik bir makam olmalı

Yönetimde iki başlılık olduğu söyleniyor. Çift başlılık 1982 Anayasası’nın ordu vesayetinin dolaylı olarak cumhurbaşkanı üzerinden kullanılmasını sağlayan bir sistem olduğu için çift başlılık yaşanıyor. Bunun karşısında yapılacak şey cumhurbaşkanını sembolik bir makama indirgeyip, başbakanlığı, hükümeti, ama bu arada da yasama ve yargıyı güçlendirmektir. Çift başlılığın nedeni cumhurbaşkanlığının geçmişte anormal ve haksız bir şekilde geçmişte yetkilerinin arttırılmasıdır. Burada tedavi ters uygulanıyor. Bu durumda cumhurbaşkanlığı küçültülür, sembolik bir hale getirilir. Bir temsil makamı haline getirilir, isterse halk seçsin bunda bir problem yok. 

Türkiye siyasetinde iradeler Mecliste temsil edilmiyor

Türk siyasetinin aslında daha büyük bir sorunu var; İradelerin Mecliste temsil bulmaması. Bu Türkiye’de adeta bir devlet politikasıdır. Siyasî Partiler Kanunu, yani liderlerin ve parti yönetimlerini belirlediği adaylarla nereye kadar gidebilirsiniz ki? Koskoca milletvekillerinin kendi oylarını gösterip bunun fotoğrafını çekmeleri ve sosyal medyada yayınlamaları, aslında bir milletvekili için, daha doğrusu bir insan için ne kadar alçaltıcı, ne kadar zavallı bir durumdur. Böyle bir siyasî sistemle nereye gidebilirsiniz ki? 

Koalisyon korkusu pompalanıyor

Koalisyon korkusu tamamen pompalanan bir korkudur. Seçim kanunundaki bir değişiklikle aslında şu da yapılabilir; belli koalisyon ittifaklarının da seçime gitmesi sağlanabilir. Bunları aşmak mümkündür, bunlar bahane değildir. Bizde gayet iyi biliyoruz ki bu krizlerin kaynağı yöneticilerin anlaşılmaz, çelişik tutumlarıdır. 

Sosyal yardımlar tehdit aracı olarak kullanılıyor

İslâmî gelenekle ilişkisi olan bir iktidarın kısmî anayasa değişikliğinin otoriteyi güçlendirmekten değil de sosyal devleti güçlendirmekten geçmesini beklerdim. Yani zayıf kitleleri güçlendirmelerini beklerdim. Şunu demek istiyorum; sosyal yardımlar çok güzel, ama vatandaşı öyle bir tehdit altında bırakıyorsunuz ki oy almak için;  ‘Bu sosyal yardım bizim sayemizde size veriliyor’ şeklinde bir his uyandırılıyor. 

AKP, demir yumruğunu kadife eldivenle gizleyerek bir siyaset yürütüyor. Yani insanlara sosyal yardım sağlıyorsunuz, o size bakıp adeta ne yapacağının mesajını alıyor, anlıyor sizi. Size muhalefet edemiyor. Esnafın zaten muhalefet etmesi mümkün değil. Üzerinde maliye baskısı, ekonomik kriz vesaire baskılar var. Yani her kitle bir yönüyle iktidarın fiilî denetimi altında. O yüzden ses çıkaramıyor. Gündelik hayatını kurtarmak için muhalefet edemiyor. Bunu bir kınama olarak söylemiyorum, bu bir durum tesbiti. Ancak hukuk düzeninde insanlar siyasî iradelerini ortaya koyabilirler. 

‘Evet- Hayır’ kamplaşması toplumu nasıl bir noktaya götürecek? Özellikle siyasilerin kullandığı çeşitli yaftalamalar var. ‘Hain, teröristlerin yanında yer almak’ suçlamaları gibi.  

‘Hain kelimesi faşist yönetimlerin anahtar sözcüğüdür’

Hain sözcüğü bunun üzerinde ısrarla duruyorum, faşist yönetimlerin anahtar sözcüğüdür. Bırakın size karşı çıkmayı, sizi onaylamayan her şahsiyetli iradeye hain damgası vurulur. Karşısındakine hain damgası vurmak, kendisini olumlu bir noktada gösterme çabasıdır. 

Ben bu tip bir kampanyayı 12 Eylül Kenan Evren Dönemi’nde yaşadım. O dönemdeki anayasa oylamasında şöyle bir durum vardı; Propaganda serbest, ama anayasa lehinde propaganda serbestti. Anayasa aleyhinde propaganda serbest değildi. “Propaganda yapın, ama ‘hayır’ı savunmayacaksınız.” Bu durum şu anda fiilen uygulanmaya çalışılıyor. Ama iyi ki,  arada yavaşlatsalar da, sosyal medya var. 

Evren ‘daha delikanlı’ davranmıştı hepten yasaklamıştı 

‘Hayır’ propagandasının her tarafta engellendiğini, susturulduğunu, panellerin iptal edildiğini görüyoruz. Şimdi diyorum ya bu Kenan Evren’in kötü bir kopyasıdır. Kenan Evren ‘daha delikanlı’ davranmıştır. Hepten yasaklamıştır. Bunlar ise hukuku suistimal ederek yasaklamalar yapıyor. Vatandaşın bunların hepsini bir kenara yazdığını zannediyorum. Vatandaş cevabını sandıkta gösterecektir. 

İstedikleri hangi şeyi yapamıyorlar? Referanduma OHAL’de gidilmesine nasıl bakıyorsunuz?

Bir referandumun OHAL döneminde olması tabiî ki bir facia. Yani başka gün mü kalmadı da şimdi yapılıyor. Anlamak zor. Böyle bir değişikliğin yangından mal kaçırır gibi danışılmadan konuşulmadan yapılmasını benim kafam almıyor. Hükümete soruyorum; İstedikleri hangi şeyi yapamıyorlar? AKP’nin iyi icraatlarında çok daha büyük destekler sağlanmıştır AKP’ye. 2007’leri hatırlayın; E- Bildiri karşısında milletin büyük bir kısmı AKP’ye çok büyük destek vermiştir. Bunların hatırlanması gerekli.  

Vatandaşlarda sandık güvenliğine yönelik de bazı endişeler var. Sandıklara yapılacak bir müdahale mümkün mü? 

Bütün vatandaşlar kendine bunu görev olarak addedecek ve sandıkları koruyacak. Sandıklarda ki sonuçların fotoğrafını çekecek ve internetten kendi sandıklarının sonucunun doğru yazılıp yazılmadığını evden de olsa takip edecek. Tabiî esas görev örgütlü güçlere ve siyasî partilere düşüyor. Partilerin üyeleri olmasalar bile, bence vatandaşlar gidip bu siyasî partilere yardım etmelilerdir. İstisnasız bütün sandıklarda görev almalılar. Millet iradesinin hakikî bir şekilde ortaya çıkması için bu hepimize düşen bir görev. Bu seçim sisteminde manipülasyon eğer sandığı takip ederseniz oldukça zordur. Neticede Türkiye seçimleri iyi yapan bir ülke. Fakat bütün olay sandıkta dönüyor. Sandığın mutlaka takipçisi olunmalı. Partilerde bütün toplamları tek tek kontrol etmeli. 

10 Nisan 2017 11:09
DİĞER HABERLER