'Millet seni çok seviyor babacım diyebilseydim'

'Millet seni çok seviyor babacım diyebilseydim'
Aydın Menderes'in anıları, ses kayıtlarından derlenerek babasının ölüm yıldönümünde kitaplaştı.
Türkiye'nin iç ve dış siyaseti hakkında bilgiler de içeren "Babam ve Ben"de Aydın Menderes, darbenin Menderes ailesine yaşattığı büyük trajediyi de duygusal ve acı dolu karelerle fotoğraflıyor. Babasına sıkıca sarılamamanın, 'Millet seni çok seviyor babacım.' diyememenin ukdesiyle hayata gözlerini yumdu Aydın Menderes. Bir dönemin başbakanı Adnan Menderes'in oğlu olmak ona en büyük gururu ve acıyı birlikte yaşatmıştı. Aydın Bey, babası idam edildiğinde henüz 14 yaşındaydı. Darağacında dünyaya veda eden babasını doya doya öpüp koklayamamıştı. Halbuki ona söyleyecek o kadar sözü vardı ki hiçbir şey demesine fırsat vermeden bir gece ansızın alıp götürmüştü cuntacılar. "Kumandan bizi yalnız bıraksa, sıkıca sarılsam ve 'Millet seni çok seviyor babacım' diyebilseydim" diye anlatıyor içinde kalan hasreti. Menderes'in çocukluğunda Yassıada'ya karşı büyük bir hasret, korku ve büyük bir hüsran vardı. İçindeki bu duygularla hayata veda eden Aydın Bey, "Babam ve Ben" adında bir hatırat bıraktı. Tarihî olaylara ışık tutan kitap, Ufuk Yayınevi tarafından okurla buluşturuldu. Kitabın gelirleri Adnan Menderes Vakfı'na bağışlanacak. Aydın Bey'in eşi Ümran Hanım, eşinin ses kayıtlarının çözümüyle oluşan kitabın sürecini şöyle anlatıyor: "Aydın Bey, hastalığı sürecince çalışmalarını hiç aksatmaz, her sabah gazetesini ve kitaplarını dikkatlice okurdu. Haftada üç gün bir gazeteye yazı yazardı. Ev ofis gibiydi. Özellikle hafta sonları asistanı yanı başına oturur, kitabın neşri için çalışırlardı. Kitap biraz romanımsı biraz da tarihi belgeler niteliğinde." Babam ve Ben, Menderes ailesinin 27 Mayıs 1960 darbesini, öncesini ve sonrasını kapsayan hikâyeleri ile Türkiye'nin iç ve dış siyaseti hakkında bilgiler içeren olaylar dizisinden oluşuyor. Kitap o dönem Türkiye'sini birçok yönüyle ele alıyor. Aydın Menderes, özellikle darbenin Menderes ailesine yaşattığı büyük trajediyi duygusal ve acı dolu karelerle fotoğraflıyor. Menderes'i iktidardan uzaklaştırma planları Merhum Aydın Menderes'in 27 Mayıs 1960 öncesi ve sonrasına dair tarihe not düşecek hatıraları merhumun ses kayıtlarından derlendi. Menderes'in çevresindeki olayların farkında olduğunun anlatıldığı "Babam ve Ben" adlı kitapta Menderes, " Israrla kanunları yok sayacaklar, meşru nizama uymayacaklar, eğer mevcut iktidar ve hükümet bu nizamı bozucu kanun tanımaz hareketlere karşı idari ve hukuki tedbirler alacak olursa, o zaman da 'Bunlar demokrasiyi yok sayıyorlar, muhalefeti susturuyorlar' diyeceklerdir. İktidarımızı böyle bir açmazla karşı karşıya bırakmak peşindedirler." diyor. Tekbirlerle karşıladılar "İstanbul ve Ankara'daki Müthiş Karşılamalar Menderes Londra kazasından döndüğü vakit halkın yoğun ilgisi ile karşılaştı. Garın içi dışı her yeri mahşeri bir kalabalıkla tıka basa dolmuş gibiydi. İki lokomotifin çektiği tren, denilen vakitte ağır ağır Ankara Garı'na girerken o anda hep bir ağızdan o büyük kalabalık "Allahu Ekber, Allahu Ekber" diye tekbir getirmeye başladılar. Son derece de duygu yüklü anlardı. Büyük bir sevgi seliydi." 'Muhalefeti yumuşatırsanız CHP olarak işimiz kalmaz' "1963'te ayrıntılı bir şekilde Nihat Erim, Yüksel Ağabeyime anlatmıştı. Belki bazı basın patronları araya girmiş olabilirler; o dönem Menderes'e de İnönü'ye de iktidar-muhalefet ilişkilerinin yumuşatılmasının iyi olacağı ve kendilerinin de buna gayret etmesi gerektiği ifade edilir. Böyle bir yakınlaşmanın şartlarını görüşmek üzere İsmet Paşa, Nihat Erim'i görevlendirir. Erim, Menderes'le görüşür. Adnan Menderes, bundan büyük bir memnuniyet duyacağını İsmet Paşa'ya iletir. İsmet Paşa'nın bu yakınlaşmaya aklı yatmış gibi gözükmektedir. Bu arada Nihat Erim, CHP'de bazı ileri gelenlerin böyle bir gelişmeye çok sıcak bakmadıklarını öğrenir. Erim, İsmet Paşa'ya giderek bir hususu kendisine hatırlatır. Erim'in verdiği isimlere göre, CHP'de o dönem söz sahibi olan zevat ve Nihat Erim'in verdiği iki isim vardır. Birisi Turhan Feyzioğlu'dur, diğeri de Metin Toker'dir. Bu kişiler İsmet Paşa'ya giderek "Paşam zaten Menderes'i halk tutuyor. Siz de bu hükümete itirazdan ve Menderes'i eleştirmekten vazgeçerseniz ya da muhalefetinizi hissedilir ölçüde yumuşatacak olursanız bizim CHP olarak yapacak bir işimiz, söyleyecek bir sözümüz kalmaz' derler." Biz elebaşlarını tutuklasak da asker bırakıyor "İstanbul'da güvenlik kuvvetleriyle gösteri yapan öğrenciler karşı karşıya gelmişler, havaya ateş açılmış ve seken bir kurşunla da bir kişi ölmüştü. Atlı polis göstericilere müdahale etmişti. Yaşanan olaylar daha öncekilerden daha farklı gözüküyordu. Olaylar daha yaygındı, polis ve asker duruma tam olarak hakim olamıyordu. Emniyet 'Biz elebaşlarını tutuklasak da asker bırakıyor' diye şikayetçiydi. (...) Mayıs'ın 1'inde ve 2'sinde Başbakan Adnan Menderes Türkiye radyolarında halka hitap ediyordu. "İstanbul'da bir gencimizi elektrik direğine çıkarken seken bir kurşunla ve diğer bir gencimizi de üzerine çıkmak istediği tanktan düşerek onun paletleri altında can vermesiyle kaybettik. Bunların dışında ölümle sonuçlanmış tek bir vaka yoktur" diyordu. Ancak Adnan Menderes'in bu konuşmasında o günden itibaren benim zihnime, gönlüme ve vicdanıma çakılı kalmış olan cümle şuydu: "15 sene önce milletimiz ölüleri için kefen bezi bile bulamazken Türkiye'de bir ihtilalin şartları yoktu da acaba bugün Türkiye'de ne vardır ki ihtilalin sözü edilebilsin diyordu." Aklından erken genel seçim geçiyordu "Menderes, kamuoyunun önünde açık açık CHP ülkeyi bir hükümet darbesine sürüklemek istiyor demekte olsa bile şöyle bir bakınca böyle bir gelişme Türkiye için pek de muhtemel gözükmüyordu. Özellikle, 28-29 Nisan olaylarından sonra ve mayıs ayı içerisinde muhalefetle iktidar arasındaki ilişkiler kontrolden çıkma eğilimi gösterdiği, gerilimin ucu açık bir şekilde tırmandığı bu dönemde erken seçimi çok daha ciddi bir şekilde düşündüğü kanaatindeyim. 27 Mayıs'ta Konya'ya geçebilseydi, oradaki mitingde erken seçim tarihini açıklayabileceğini o gün bugündür hep düşünmüşümdür." İlk restorasyon Rumeli Hisarı'yla başlamıştı "Babam Osmanlı'nın mirasına sahip çıkıyordu. 1957'de hatırlıyorum, İstanbul'daki camiler çok büyük bir restorasyona tabi tutulmuştu. İlk restorasyon da sanıyorum 1953'te Rumeli Hisarı'yla başlamıştı. O vakit, Rumeli Hisarı bugün İstanbul'un etrafındaki hâlâ yıkıntı halindeki surlara yakın bir görüntüye sahipti. Bu arada, camilerin minarelerinin sıfıra kadar indirildiğini hatırlıyorum. Bunlardan bir tanesi de Süleymaniye Camii'ydi. Sadece birçok caminin restorasyonuyla kalınmadı. Nice Osmanlı camiinin ve eserinin de çevreleri de istimlak edilerek göz önüne çıkartıldı." Fatin Rüştü Zorlu'nun dedesi Abdülhamid'in seryaveriydi "Merhum Fatin Rüştü Zorlu'nun annesinin babası askeri tıbbiye mezunu ve Osmanlı'nın Almanya'ya ilk gönderdiği hekimlerden. O da askerdi, paşa olmuştu. En son görevi Hanımefendi'ye göre Abdülhamid'in seryaverliğiydi. Bunları anlatırken, II. Meşrutiyet ilan edilince 'Babam taltif edildi, kocam sürgüne gönderildi' derdi. 31 Mart Vakası olmuş, Abdülhamid tahttan indirilmiş ve Selanik'e gönderilmiştir. Hanımefendi'nin eşi Fizan'a sürgüne sürülür. Güzide Hanım, 'Evladım' derdi; 'Abdülhamid, bir günden bir güne İstanbulluya yokluk ve yoksulluk çektirmedi. Osmanlı'nın bir karış toprağını da vermedi. Verilen topraklar 1877'de Abdülhamid'in dahli olmadan çıkartılmış bir savaşın sonucunda elden çıkmıştır. O büyük bir zattı, büyük devlet adamıydı. Tek kelimeyle diplomasinin ustasıydı. İnce siyasetle devletin bütünlüğünü korudu. Birkaç yıl geçmeden Balkan faciası yaşandı. Bütün Rumeli'yi kaybettik. O olsa, bunlar yaşanmazdı. Onu devirenler de kıymetini anladılar ama vakit geçmişti." 'Çiftçidir, siyasetle uğraşmaz diye onunla evlendim' "Kolej müdürünün beni çağırdığını söylediler. Müdür bana tane tane bir şekilde "Babanızın uçağı Londra'ya yakın bir yerde düşmüş, kendisinin hayatta olduğu ve önemli bir sağlık problemi olmadığı söyleniyor, haberin olsun." dedi. Annemi aradım. Bana "Paramparça olan kazadan baban sağ çıkmış, durumunun iyi olduğunu söylüyorlar." dedi. Ben Ankara'ya geldiğim gün olup bitenleri annem bana şöyle anlattı: "Cumhurbaşkanı Bayar'la, Ethem Menderes ve birkaç kişi bir araya gelmişler. 'Adnan Bey acele etmesin bir süre İsviçre'de dinlensin zaten Yüksel Bey, Mutlu Bey oradalar, hanımefendiyi de Aydın'ı da göndeririz. Hem bu vesileyle bir dinlenme olur, tamamen sağlığına kavuşur' diye bir karar almışlar. Bunu babana ileteceklermiş" dedi. Annem, "Ben zaten ilk gününden beri babanızın siyasette olmasını istemedim, çiftçidir, siyasetle herhalde meşgul olmaz, bu bir güvencedir diye onunla evlendim. Böyle bir karar benim canıma minnet ama bu siyaseten hoş bir şey değil. Görüyor musun, bir insan memleketi, hükümeti, devleti için canını veriyor, geride kalanlar ise onsuz bir hükümet, onsuz bir parti çıkartmaya çalışıyorlar. Bu haber hiç hoşuma gitmedi." diyordu."
16 Eylül 2012 11:46
DİĞER HABERLER