2014 yılına kadar “Ergenekon ve Balyoz davalarının savcısıyım” diyen Erdoğan ne oldu da birden ‘Ergenekon’un avukatı’ haline geldi, onları iktidarına ortak yaptı?
Erdoğan 17-25 Aralık operasyonları sonrası düştüğü durumdan kurtulma yolları arıyordu. Bu zor halden kurtulabilmek için içte ve dışta ittifakları/düşmanlıkları yeniden tanımladı. Bireysel konumunu-çıkarlarını merkeze alacak şekilde sadece hükümetin değil, devletin politikalarında keskin değişiklik arayışına girdi. Açığa çıkmış ve soruşturulan yolsuzluk, rüşvet, suiistimal gibi ağır ithamların Batı tarafından aklanmasının ve desteklenmesinin mümkün olmayacağını biliyordu. Bu nedenle Erdoğan ve çevresi ülkenin eksenini değiştirmeyi ve içte ulusalcı/Avrasyacı/Ergenekoncu ekibe, dışta Rusya/Çin/İran gibi ülkelere yanaşmayı tercih etti. Bu tercihten sonra Erdoğan, Ergenekon ve Balyoz darbe davalarını kapattı. Bu keskin dönüş topluma “Orduya kumpas” denerek pazarlandı.
Ergenekoncu subaylar salınmakla yetinilmedi, yüklü tazminatları da ödenerek TSK’daki görevlerine acelece iade edildiler. Zira Erdoğan Avrasyacı-Ergenekoncu askerlere şiddetle muhtaçtı. Ergenekoncu/Avrasyacı ekip de zordaki Erdoğan’ın durumundan yararlanma fırsatını kaçırmadı ve Cemaat’i hedefe koymak üzere anlaştılar. Erdoğan kininin takipçisi olurken, Ergenekoncular sürecin stratejik ve taktik planlayıcısı oldu. İslamcılara, tarikatlara ve cemaatlere ise bu işbirliğinin figüran kitlesi, oy deposu olmak düştü.
Gövdesini dindarların, beynini Ergenekoncuların, siyasi gücünü AKP’nin oluşturduğu yeni, kozmopolit bir BİRLİK kuruldu. Pragmatizmin üstadı Erdoğan 17-25 Aralık suçlarının bagajıyla hukuk, şeffaflık, hesap verebilirlik gibi demokratik değerlere asla dönemezdi. Bu ilkeleri paydaşlarına şart koşan NATO ve AB ile yürüyemezdi. Onun yerine kirli bohçalarını problem yapmayacak Avrasyacılar ve onların hamisi Rusya ile iş tutmayı tercih etti. İşbirliği süreci Yalçın Akdoğan’ın “milli orduya kumpas kuruldu” cümlesiyle başladı. Uçak düşürme vakası Rusya ile ilişkileri germiş gibi görünse de sonuçta Erdoğan’ın ve Türkiye’nin Rusya’ya bağımlılığını, mecburiyetini ve mahkûmiyetini perçinledi. Nitekim Erdoğan özür dileme, tazminat, yaptırımlara boyun eğme dâhil her tavizi verdi.
15 Temmuz Bu İttifakın Meyvesi
Rusya ile AKP arasında bir balayının olduğu havuz medyadan da açıkça görülüyordu. Son yıllarda Rusya ve Avrasyacılara, onların stratejisti Dugin’e güzellemeler gırla gidiyordu. 5 Haziran 2016’da Sabah’tan Ferhat Ünlü “Rus devletinin üzerinde durduğu derin devlet konseptinin, ‘çekirdek devlet aklı’nın kodlarını anlamak gerekiyor” demişti. Dugin’e övgüler dizen yazısında Dugin’in “Doğu Perinçek başta olmak üzere Türk Avrasyacılarıyla yakın irtibatı” olduğunu yazıyordu.
Kasım 2016’da AKP grup toplantısına katılan, TBMM Darbeyi Araştırma Komisyonu’na ifade veren Dugin, Putin’in Türkiye’ye “stratejik ortaklık teklif ettiğini” söylüyordu. Ayrıca Dugin, “Bu darbe girişimi ABD’nin Erdoğan rejimine yaptığı bir savaş ilanıydı. (…) Bu da diğer büyük jeopolitik güç olan Rusya’nın davet edilmesini gerektiriyor. Türk vatanseverler darbeyi bastırdı. Artık Türkiye’yi Moskova’yla arayı düzeltmekten hiçbir güç alıkoyamaz” sözleriyle “Batı kulübünü bırakın birlikte hareket edelim” demek istemişti.
Aleksandre Dugin’in 15 Temmuz’dan kısa süre önce Putin tarafından gizlice Ankara’ya gönderildiği ve darbe ile ilgili bilgiler ve sonrası tutuklanacaklarla ilgili listeler verdiği medyada yer aldı. Erdoğan’ın: “Putin’in darbe girişiminde hızlı desteğinden memnunum” ifadesini de bir yere koyun. Son dönemde Trump’ın seçilmesi dâhil Batı’da yapılan pek çok seçime Rusya/Putin gölgesi düştü. 15 Temmuz üzerindeki berraklaşması istenmeyen puslu havayı da düşündüğünüzde darbe senaryosunun Erdoğan-Ergenekon-Dugin işbirliğiyle icra edildiğine dair düşünceler güçleniyor. Başta Hulusi Akar’ın itiraf niteliğindeki açıklaması ve darbe duruşmalarındaki diğer asker ifadelerini ve çelişkileri bir arada değerlendirdiğimizde taşlar yerine oturuyor.
Bu ortaklık Türkiye’nin Batı’dan, NATO’dan ve AB sürecinden bütünüyle kopmasıyla sonuçlanır mı bilemiyoruz. Ama görünen o ki Erdoğan, Ergenekoncular ve Avrasyacılar Rusya’nın himayesinde bir proje yürüttüler ve hepsi bundan kârlı çıktı.
Bu işbirliği sonucu kimler neler kazandı?
RUSYA: NATO subayları TSK’den bütünüyle tasfiye edildi. NATO’nun 65 yıllık birikimi sıfırlandı. TSK tamamen Avrasyacı-Ulusalcı subaylara kaldı. Erdoğan’ın Rusya ile bireysel çıkar ilişkisi nedeniyle Türkiye kadim Türk yurdu Kırım’a, Kırım Tatar Parlamentosunun feshine, işgale sessiz kaldı. Ortadoğu’da milli çıkarlarımızla örtüşmeyen Rusya politikalarına göz yumuldu. Suriye bütünüyle Rusya ve İran inisiyatifine terk edildi. Türkiye ‘kuzu’ haline getirildi ve oyun dışına itildi. Rusya ile bir kısım silah anlaşmaları yapıldı. Rusya Türk dünyası üzerinde etkili olabilecek potansiyele sahip bir ülkenin politik ve diplomatik etkisini zayıflattı. Dugin’in Avrupa’yı kuşatmayı ve kontrolü hedefleyen Yeni Avrasyacılık stratejisi gereği önemli bir kanat ülke olan Türkiye Batı’dan, NATO’dan uzaklaştırıldı.
ERDOĞAN: Erdoğan bu ittifaktan sonra iç politikada rahatladı, ciddi hareket alanı kazandı. Ergenekoncu kadrolar sayesinde fişlemeler yaptı, beraberce intikam listeleri hazırladılar. Hakkındaki olumsuz algıyı değiştirmede iç kamuoyunda (kısmen) başarılı oldu. (Şimdilik) 17-25 Aralık yolsuzluk dosyalarından kurtuldu. Paralarını, ailesini ve çıkarlarını güvence altına aldı. ‘Tek Adam’ haline geldi. İhale-komisyon işlerinde pervasızca hareket etme fırsatı yakaladı. Ayrıca iç kamuoyunda yeni bir ‘mağduriyet’ daha elde etti. Kendine güveni geldi, artık 2030’lardan bahsediyor! Biat etmeyenlere ‘darbe’ üzerinden diz çöktürdü. AKP’dekiler dâhil kenara yazdıklarından intikam almaya başladı. 15 Temmuz Erdoğan’a MHP’yi ve diğer küçük muhalifleri tam kontrol etme, HDP’yi hapse atma ve CHP’yi uysallaştırma imkânı verdi.
ERGENEKONCULAR: 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları öncesi kanlı-bıçaklı olan iki kesim ortak düşmana karşı taktik (stratejik değil) işbirliği kurdular ve kazan-kazan formülüyle çalıştılar. Günün sonunda menfaate dayalı bu BİRLİK neye evrilecek bilemiyoruz ama Ergenekoncular bu işbirliğinden en kazançlı çıkan grup oldu. İçi gayet dolu ve sağlam darbe davaları kapatıldı, hepsi hapisten çıktı. TSK ve bürokrasideki konumlarını eskisinden daha güçlü şekilde yeniden kazandılar. Üstelik artık Erdoğan’ın kendilerine duyduğu ihtiyacın farkındaydılar. Ergenekon yargılamaları sürecinde dedikleri gibi onları içeriye atan polisler-yargıçlar Silivri’ye dolduruldu. Bununla yetinilmedi içerde kendilerine, dışarıda çoluk çocuğuna işkenceler edildi.
Kaybedenler…
2014 yılı başlarında kurulan Erdoğan-Ergenekon-Avrasyacı birlikteliği, projesini 15 Temmuz senaryosu ile taçlandırdı. Bu tabloda kaybeden demokratik blok, AB, NATO oldu. Demokrasi, hukuk, insan hakları ve elbette ki Türkiye’nin geleceği oldu. İslami söylemlerle Erdoğan’ın peşine takılan dindarlar ve cemaatler yıkımın büyüklüğünün hala farkında değiller. Cemaatler-tarikatlar küçük ve kısa vadeli hesaplar için ağır bir yozlaşma sürecine girdi. Hasarı yıllarca görülecek herkesimden yetişmiş aydınlar, beyinler, gazeteciler biçildi, Anadolu’nun sermayesi, teşebbüs gücü bitirildi.
“Batıyı dengeleyeceğim” diye Erdoğan dünyanın türlü coğrafyalarında otoriter yönetimlerle ilişkilere girdi. İran’ın bölgede kazandığı mevzileri problem etmedi, hatta Türkiye’yi ve kendisini aşağılamasını bile sineye çekti. Doğu Türkistan davasını sattı, Doğu Türkistanlıları ‘terörist’ olarak Çin’e iade etti. Yıllarca ‘kırmızı çizgimiz’ dedikleri Kerkük Kürdistan Yönetimi’ne katıldı. Tüm bunlara milliyetçilerin sesi dahi çıkmadı. Yunanistan’ın nerdeyse her hafta bir adamızı işgal etmesini görmezden geldi. Kıbrıs’ta aleyhte gelişmelere ses verilmedi. Suriye’de dibimizde PYD devleti kuruldu, içeriye kükreyen Erdoğan dışarıdaki tüm bu olumsuzlukları yuttu.
15 Temmuz üzerindeki sisler dağıldıkça Saray-TSK-MİT’in içinde olduğu, yabancı bir gücün himaye ettiği kumpasla karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. O geceye dair üretilen argümanlar hızla çöküyor. Tarih Milli Orduya kimlerin tuzak kurduğunu gösterecektir. Gelecek nesiller kendisine emanet edilen Mehmetçikleri, değerli komutanları bir senaryo uğruna heder eden Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ı bu kara tablo ile anacaktır. Başında “Milli” olan bir istihbarat kurumunu milletin aleyhine çalıştıran bir MİT Müsteşarını millet unutmayacaktır. Maalesef devleti, milleti, orduyu koruması gerekenler, işbirliği içine girerek onları imha etmeye koyuldular.
Türkiye 2. Dünya Savaşı sonrası, Stalin Rusya’sının tehdidinden korunmak için, üstelik Kore’de canlarımızla bedel ödeyerek NATO’ya girmişti. İroniye bakın ki, Rusya’dan bizi korusun diye girdiğimiz NATO, Rusya’ya çerez yapıldı. Yetişmiş, nitelikli Türk subayları bir senaryoya feda edildi.
Eğer sahici bir darbeden eminseniz duruşmalar, yargılamalar medyaya, kamuoyuna açık yapılsın, bütün dünya neler yaşandığını görsün! Bakın CIA Şefi kameralar önünde, parlamentoya ve bütün dünyaya ifade veriyor! Hulusi Akar ve Hakan Fidan için böyle bir şeye cesaretiniz var mı? Ayrıca, neden sivilleri öldüren silahların balistik incelemeleri yapılmadı? Sahnelenen olayda şehit edilen 250 insanın neden hiçbirine otopsi yapılmadı? SADAT, 15 Temmuz’un neresindeydi?
Peki, NATO bu yapılanları yutar ve hazmeder mi?
Böylesine ağır ve aşağılayıcı bir tavrı NATO’nun ve NATO’ya liderlik eden ABD’nin hazmedeceğini ve Türkiye gibi önemli bir ülkeyi, TSK gibi etkili bir orduyu Rusya angajmanı olan Avrasyacılara feda edeceğini beklemek, uzun yıllar yapılan bir yatırımın ‘boşa’ olduğunu savunmak anlamına gelir. Bir kurgu ve senaryo ile TSK’yı pazarlık aracı yapan, Avrasyacı-Ergenekonculara teslim eden Erdoğan’ın ‘hevesi’ bu anlamda kursağında kalabilir.
Dış politikada Katar olayı yeni gelişmelere gebe görünüyor. “Milli Orduya kumpas” sözü bir süreci başlatmıştı. Efkan Ala’nın “Ergenekon ve Balyoz’un uydurma olmadığı ortaya çıktı” açıklaması da bir şeylerin işaret fişeği gibi…
Mahmut Akpınar / TR724