Milliyetçi-Muhafazakar düşüncenin ciddi zaaflarından biri kahraman üretme konusundaki başarısızlıkları.
KADİR GÜRCAN
Üçüncü Dünya ya da az gelişmiş ülkelerde insan ölümleri, can kayıpları ve cinayetler sıradanlaşır, adi suç vakaları haline gelir ve daha kötüsü ölüm bütünüyle kanıksanır. Ölen öldüğü ile kalır. Güney Amerika’nın uyuşturucuya köprü ya da istasyonluk yapan ülkelerinde karteller sık sık bir birbirine girer ve rakiplerine gözdağı vermek için bir kaç düzine insanı öldürüp elektrik direğine asarlar. Hollywood filmlerinde bile abartı sayılacak sahneler, uyuşturucu kartellerinin “Who is the Boss?” şehvetlerini tatmin için ortaya koydukları vahşet karşısında okul müsamereleri kadar gülünç ve amatör kalır. Alın işte geçen hafta hapisteki bir kartelin oğlundan dolayı bütün ülke nasıl karıştı. Bakalım suların durulması kaç masum cana mal olacak?
Türkiye’de milliyetçi-muhafazakar olmayı, şehir magandalığı ve modern eşkıyalık olarak anlayan bir kesim için ara sıra terör estirmek zaman zaman nükseden hastalıklardandır. Milliyetçi tandanslı partinin gençlik kolları başkanı olduğu söylenen ve geçen hafta bir cinayete kurban giden şahsın infazına kimlerin karar verdiği konuşulmaya devam ediyor. Merhumun vefatından sonra basın ile paylaşılan resimlerde, kitap okuyan, derin derin düşünen ve milliyetçilik hislerini galeyana getiren figürler önünde elinde tesbih, yarılanmış çay bardağı ile kadraja gülümseyen bir portre var. Delikanlı herhalde bu resimlerdeki bakışlarından dolayı infaz edilmemiştir?
Hemen hemen her yıl, uzun-kısa versiyonları, farklı aktörleri ile tekrar çekilen Tatar Ramazan taklitlerinin seyirci kitlesinde nasıl bir izlenim bıraktığı konusunda bir araştırma görmedim. Görebildiğim kadarıyla modern hayatın yıpratıcılığı içinde bir kaç on yıla kadar şehir magandalığının, organize suç örgütüne taşeron hizmet veren oluşumların farklı bir şekle dönüşeceğini tahmin edebiliriz. Dolayısıyla o dünyaya ait olduğu söylenen ve üç kuruşluk senaryolarda bile harc-ı alem kullanılan racon edebiyatının da yerini daha anlaşılır bir dile bırakacağı muhakkak.
Geçtiğimiz yıl bir uyuşturucu baskınında yakalanan ve daha sonra organize suç örgütleri ile alakası tespit edilen şahıs kısa bir süre sonra öldürülmüştü. Sıradan bir vatandaş olarak böyle bir şahsın varlığından haberdar değildik. İnfaz edildikten sonra bir kaç ay, Türkiye’nin en meşhur insanları arasına giriverdi. O günlerde kim konuştu, kim konu ile alakalı derin(!) ve mürekkep görmemiş fikirlerini toplum ile paylaştı, İçişleri Bakanı ne yaptı, şimdi bunların hiçbirini merak etmiyoruz. Geçen hafta öldürülen delikanlı için de benzer bir bölüm tekrarı yaşıyoruz. Beyni sulanmış bir gazeteci “Milliyetçi-Muhafazakar (Koltuk Değneği) parti liderinin bildiği bir şeyler var!” diyerek her şeyin kontrol altında olduğu imasında bulunuyor. Ortada bir cinayet var ve konu hakkında bilgisi olan herkesin dava ile ilgilenen avukat, savcı ve hakimlere ulaşması gerekirken, ne söylediğini bilmeyen bir parti liderinin suskunluğuna mana yükleyen bir akıl tutulması ile karşı karşıyayız.
Olay tazeliğini koruduğu için, şüpheliler, planlayıcılar, bir hafta önce o sokaktan geçenler, köşe bakkaldan o günlerde ihtiyaç fazlası helva ve ekmek alanlar gözlerinin yaşına bakılmadan şimdilik toparlanıyor. Hâlbuki bir kaç haftaya kalmaz aynen bir yıl önceki hadisede olduğu gibi hırsız firarest/müşteki derdest/asayiş berkemalest... Huzuruna kavuşulup, yeni bir gündemin eşiğine geliriz. Olan, öldükten sonra bir kaç haftalık şöhrete kavuşan o iki zavallıya olacak. “Kaçanın anası ağlamaz!” esprisini kavramış olsalardı, onlar da dünyanın bir başka ülkesinde Youtube yayınları yaparak şöhretlerine süreklilik katabilirlerdi. 16. Yüzyıl’ın meşhur şairi George Hubert boşuna “Living well is the best revenge!”, “En iyi intikam güzel yaşamaktır!” dememiş. İşte bu sözü o rajon edebiyatının el kitapçığına mutlaka kayıt edin.
Milliyetçi-Muhafazakar düşüncenin ciddi zaaflarından biri kahraman üretme konusundaki başarısızlıkları. Efsane kategorisine soktukları kerametleri kendinden menkul şahısların şöhretleri bir on yıl bile dayanmıyor. Papa’yı vuran akıl özürlüden bahsetmiyorum. Seksenli yıllarda efsane olarak anlatılan bir çok şahıs Susurluk’ta meydana gelen kazada, uyuşturucu, milletvekili, kadın ve devlet-mafya kombinasyonu halinde asfalta savruluvermişti. O günlerde olaya ismi karışanlar hala hayatta ve hala bulundukları yerden pis kokular gelmeye devam ediyor. Ancak bir şeyi iyi anlamışlar: “Living well is the best revenge!” deyip, ölümüne hayattan kam almaya bakıyorlar.
Dinlemekten zevk aldığım bir fıkrayı sizinle paylaşayım. İki genç papağan satan bir dükkana girerler. Vitrinde farklı yerlere tünemiş papağanlar bildikleri kelime sayısına göre fiyatlandırılmışlardır. Gençlerden biri dükkan sahibine “Şu niye 200 dolar?” diye sorar. Dükkan sahibi “ O beş yüz kelime biliyor!” diye cevap verir. Diğer genç biraz daha gösterişli papağanı göstererek “Peki bu niye 500 dolar?” deyince dükkan sahibi “O bin kelime biliyor ve düzgün cümle kurabiliyor!” der. Ayrı bir vitrinde tek başına duran, tüyleri dökülmüş, gözünün biri kapalı, diğerinin feri gitmiş ve zor ayakta duran papağanın fiyatını gören gençlerden biri “Peki bu niye üç bin dolar? Niye bu kadar pahalı?” diye sorunca dükkan sahibi “Valla biz onun konuştuğunu duymadık ve ne yaptığını da bilmiyoruz ama şu ikisi ona sürekli “Üstad” diye hitap ediyorlar!” diye cevap verir.
Geçen haftaki faili meçhul cinayetin ardından, İçişleri Bakanı, Saray, iktidar ve yargı makamları konuştu ancak, şimdi gözler Koltuk Değneği, milliyetçi-muhafazakar parti liderinin ağzından çıkacak sözlere kilitlenmiş durumda. Olayla alakalı tutuklandığı söylenen onca şüpheli, zanlı ve işbirlikçi ne olacak? Onlar yakayı kurtarır kurtarmasına da, geçen hafta içinde ihtiyaç fazlası helva ve ekmek alan şahsın işi çok zor. O bir kere yakayı kaptırdı. Susurluk’un bütün vebali, devlet-mafya-organize suç kombinasyonunu taşıyan Mercedes’e çarpan zavallı kamyon şoförünün sırtına yüklenmemiş miydi? Kazadan sonra yollara saçılan kimlikleri malum onca ceset, nakit para ve uyuşturucuya rağmen zanlılar mahkemeye bile çıkarılamadı.
Peki bu Türkiye’ye mahsus lokal kavganın Güney Amerika ülkesindeki uyuşturucu trafiği ile bir alakası var mı? Elbette ki. Siz, aynı tabaktan yiyen bunca taşeronun ölümüne milliyetçi oldukları ya da vatan-millet Sakarya dedikleri için mi birbirlerinin yediklerini düşünüyorsunuz? Neyse, bekleyelim bakalım o yaşlı papağan ne diyecek?