27 Mayıs 1960 darbesini yapanlar, yine Diyaneti kullanarak, kendilerini övdüren, dindarları, irtica yaftasıyla yerdirip sövdüren hutbeler yazdırıp Müftülüklere göndermişlerdi.
Bir çok câminin kapısına kilit vuran, bazılarını depo gibi kullanan, ezanı bile aslî şeklinden değiştirip garip bir tercümeyle “tangır-tungur” haline getirenler, dine karşı oldukları halde, sırf halka karşı kullanmak, hutbelere müdahale edip istediklerini telkin etmek için Diyanet İşleri teşkilatını ellerinde tutmayı plânladılar.
27 Mayıs 1960 darbesini yapanlar, yine Diyaneti kullanarak, kendilerini övdüren, dindarları, irtica yaftasıyla yerdirip sövdüren hutbeler yazdırıp Müftülüklere göndermişlerdi. Manisa Sarıgül kazasının, aklına yatmayanı kabul etmediği, kitabın ortasından konuştuğu için adı deliye çıkan Karadenizli Müftüsü böyle bir hutbeyi okumayı ve okutmayı kabul etmemişti. Tabiî sonra, onu darbeciler görevden aldırtmışlardı.. Şimdi de aynı şeyi yapan bir parti anlayışı yerli yersiz münasebetli münasip kendilerini övdürüp, düşman ilân ettikleri mazlum ve mağdurlara da sövdürüyorlar. Orası şeytanların vesveselerinin telkin yeri değildir. Orası heves ve garazların ötesinde sırf Allah rızası için, hakikatların tebliğ edileceği aslî olarak nübüvvetini tebeî olarak, onu temsil edenlerin makamıdır…
Üstad Hazretleri Yirmi Yedinci Söz olan İctihad Risalesinde, diyor ki: “Bazı gafiller, hutbe gibi bazı şeâir-i İslamiyeyi, Arapçadan çıkarıp her milletin kendi lisanıyla söylemesini, iki sebep için beğeniyorlar.
Birincisi: ‘Tâ hâzır (günlük) siyaset Müslüman avam halka da o suretle anlatılsın.’ Halbuki günümüz siyasetinin içine o kadar çok yalan, hile girmiş ki, şeytanların vesvesesi hükmüne geçmiştir. Halbuki MİNBER, İlâhî Vahyin tebliği makamı olduğundan, o siyasî vesvesenin o yüce makama çıkmaya hakkı yoktur. İkinci Sebep: ‘Hutbe, bazı Kur’an Surelerinin nasihatları anlaşılmak içindir.’ Evet eğer Müslümanlar, İslâmiyetin (farzları, vacibleri ve haramları gibi) zarurî hükümlerini, kabul ve tasdik edilmiş prensiplerini icrâ edip yerine getirseydi, o vakit o şer’î nazariyatı, ince meseleleri ve derin nasihatları anlamak için, bildiği lisan ile hutbe okunması ve Kur’an Surelerinin –eğer mümkün olsaydı- tercümesi, belki beğenilebilirdi. Fakat, namaz, zekat ve orucun farziyeti, adam öldürme, zina ve içkinin haramiyeti gibi bilinen İslâmiyetin kesin hükümleri ihmâl ediliyor. Avam halk onların farz veya haram olduğunu ders almaya muhtaç değildir. Belki teşvik ve ihtar ile o kudsî hükümleri hatırlatıp, İslamiyet damarını, iman hissini tahrik etmekle hayata geçirilmesine teşvik ve hatırlatmaya ve ihtara muhtaçtırlar.” Onlar da Kur’an’ın Arabî ibareleriyle daha tesirli ihtar edilir…
Ebu Abdurrahman