Samanyoluhaber.com yazarlarından Prof. Dr. Osman Şahin, Hz Musa ve Hz Yusuf'un hayatlarını konu aldığı yazı dizisine 'Mucizeleri sebeplerle açıklama problemi' başlıklı yazısı ile devam etti.
Önceki yazıda Hazreti Yusuf’un gömleğinin görmeyen gözlere sürülünce Hazreti Yakup’un gözlerinin görmeye başlaması mucizesi üzerinde durulmuştu.
Bir sonraki ayette ise Mısır’da bulunan Hazreti Yusuf’un kokusunu Kenan ilindeki Hazreti Yakup’un (aleyhimüsselam) aldığı haber verilmektedir:
“Kafile daha Mısır’dan ayrılır ayrılmaz, babaları etrafındakilere: ‘Şayet ‘Bunadı!’ demezseniz, doğrusu, ben Yusuf’un kokusunu alıyorum!’ dedi.” (12/94).
Burada da bir mucize söz konusudur. Daha önce de ifade edildiği gibi, sebepler aleminden bu mucizeyi anlamaya yarayacak birtakım şeylerin aranması ve bunlarla mucizelerin anlaşılmasına yardımcı olunmasında bir mahzur yoktur.
Ama dikkat edilmesi gereken şey, mucizelerin Hâlık-ı Kâinat tarafından harikulade olarak yaratıldığını daha baştan kabul ederek işe başlamak lazımdır. Yoksa mucizeyi bu şehadet aleminde (görülen dünyada) sebeplere bağlı olarak meydana gelen bir olay olarak görmek ve bunu iddia etmekte, ondaki mucizeliği inkâr etmek arayışı veya mucizeleri kabullenememe vardır:
“Hazreti Yakub’un, Hazreti Yusuf’un kokusunu alması nasıl bir keyfiyetti? Bu maddî şeylerle izah edilebilir mi? Yoksa tamamen bir mucize midir? Bunu telepatiyle açıklayanlar olsa da mesele telepatiden öte bir şeydir. O, bir hiss-i kable’l-vukû da (önsezi) değildir.
Bu tamamen Cenab-ı Hakk’ın duyurması ile gerçekleşen bir mucizedir. Allah’ın Hazreti Yakub’un vicdanında yarattığı bir hâldir. Polenler, hava zerrecikleri, elektrik dalgaları gibi maddî sebeplerle izahı mümkün olmayan bir hâdisedir. Maddî âlemde belki bu hâdiseye yakın örnekler verilebilir. İnsanlık koku nakline dair çalışmalar da yapabilir.
Fakat burada asıl olan şey, bunun Allah’ın kudretiyle gerçekleşen ve peygamberin üzerinde görünür hâle gelen bir mucize olmasıdır. Allah o kokuyu Mısır’dan almış Kenan’a ulaştırmış ve o seçkin kulunun ruhuna, vicdanına duyurmuştur.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)
Evet, mucizeler maddi sebeplerle açıklanamayacak şeylerdir. Akla yakınlaştırmak için şu dünyadan mucizeye yakın şeylerden örnekler verilebilir. Ayrıca, Hazreti Bediüzzaman’ın Sözler risalesinde ifade ettikleri gibi, peygamberler eliyle gerçekleşen mucizeler insanlara bu dünyada ulaşabilecekleri en son noktayı göstererek hedef vermektedir. İnsanlık bu mucizelere çalışarak yaklaşabilirler ama hiçbir zaman ulaşamazlar. Çünkü, mucizelerde ortaya çıkan şeyler ile sebepler arasında bir ilişki yoktur:
“İleride koku nakli yapılabilecek midir? İnsanoğlu bunu başarabilir mi? Bunu tabii ki zaman gösterecektir. Üstad’ın mucizelerle alâkalı genel olarak dediği gibi belki insanlık o mucizeye yaklaşacak, onu tamamen elde edemese de –çünkü o, peygambere has bir keyfiyettir– ona çok yakın bir buluş yapabilecektir. Maddenin naklinde olduğu gibi koku nakli üzerinde de çalışmalar yapılabilir. (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)
O zaman, mucizeleri açıklamaya çalışırken bunu sebeplerle değil, Allah’ın (CC) harikulade ve olağanüstü olarak yaratması üzerinden yapmak gerekir:
“Diğer bir ihtimal, Hazreti Yakub’un bir anda hem Kenan’da hem de Mısır’da bulunmasıdır. Bazı Allah dostlarının aynı anda birkaç yerde bulunması, görülmesi gibi bir hâl zuhur etmiş olabilir. Zamanı ve mekânı dürüp katlayan Allah, o sevgili kulunu hem orada hem de burada bulundurmuş olabilir.
Bu durum da yine objektif olmasa bile buna benzer yaşanan pek çok vaka vardır. Mesela bazı Allah dostları hapiste bulundukları aynı anda Kabe’yi tavaf ederken görülmüşlerdir. Üstad Hazretleri, hapisteyken Cuma namazında camide görülmüştür. Hapishane görevlileri çok şaşırmış ve “Kim bıraktı onu?” diye birbirlerine sormuşlardır. Bu bir temessüldür. Buradaki kişi, aynı anda başka yerde de bulunabilir. Allah’ın has kullarına ayrı bir lütfudur bu.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)
Diğer önemli bir husus, zaten peygamberler olağanüstü şeylere mazhardırlar. Onların donanımları gökler ötesi alemlerle irtibata geçip alışverişte bulunmaya müsait yaratılmışlardır. İşte bu açıdan bakınca bu yüce alemlerden vahiy alan bir peygamber için Kenan ilinde bulunduğu halde Mısır’dan kokuyu alabilmesi çok daha büyük bir şey değildir.
“Diğer yandan meseleye sebepler açısından baktığımızda şu da söylenebilir: Mısır’da uzun dönem putperestlik hâkim olduğundan belki orada o kokunun kanatlanıp Kenan’a ulaşmasını sağlayacak bir manevî zemin yoktur.
Fakat beri tarafta Kenan’da o kokuyu alabilecek biri vardır, bir peygamber mevcuttur. O, değil Mısır’dan, gökler ötesinden haber almaktadır. Verici ve ulaştırıcı Allah, alıcı da Yakup (aleyhisselâm) gibi kuvvetli bir alıcı olunca, alınacak şey nerede olursa olsun Allah’ın izni ve kudretiyle alınır.
Nitekim Allah Resulü de (sallallâhu aleyhi ve sellem) alacağı şeyleri ya doğrudan Cenab-ı Hak’tan ya da melek vasıtasıyla semaların ötesinden, Arş’tan, Kürsî’den, Sidretü’l-Müntehâ’dan alıyordu. Bu alıp vermeler, tamamen vericinin vermesine, alıcının da açık olmasına ait bir durumdur.
Pek çok defa yaşandığı üzere, bazı arkadaşlarımız manevî ortamlarda Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelişine şahit olmuşlardır. Gerçek hayatta yaşadıkları hâllerdir bunlar. Efendimiz’in gelişinden önce etrafı bir gül kokusu sarar. Demek ki Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) temessül buyurmadan önce O’nun bir remzi, bir özelliği olarak ortalığa gül kokusu yayılıyor. İşte bu da bir alıcı-verici meselesidir. İkisi arasında uygunluk, sağlam irtibat sağlanınca gelip gitmeler, görmeler, duymalar, konuşmalar olur.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)
Burada Hazreti Yakup (aleyhisselâm) etrafındaki insanların kendisini anlayamayıp inkâr edebilecekleri endişesiyle onları “Şayet ‘Bunadı!’ demezseniz, doğrusu, ben Yusuf’un kokusunu alıyorum!” gibi bir üslup kullanarak buna hazırlamaktadırlar:
“Kur’ân’da Hazreti Yakub’a dair başka bir mucize bilmiyoruz. Elinde çok mucize zuhur etmemiş olabilir. Bu yüzden hitap ettiği halk arasında mucizeler belki tam olarak anlaşılamıyordu. Özellikle uzaktan bir gömleğin kokusunu almak, o zaman için hemen anlaşılacak bir mucize değildi.
O yüzden etraftaki insanların meseleyi yanlış algılayacaklarını düşünerek önceden bir ön alma düşüncesiyle diyor ki, “Şayet ‘Bunadı!’ demezseniz, doğrusu, ben Yusuf’un kokusunu alıyorum!” Âyetteki “tüfennidün” kelimesinin kökü olan “fend”, bir zaaf ve yetersizlik demektir. Burada bunama, aklın zaafa uğraması, alzheimer olma gibi mânâlara gelir.
Buna göre, Hazreti Yakup, “Aklımı, zihnimi, muhakememi kaybettiğim, bunadığım vehmine kapılmazsanız, bana böyle bir ithamda bulunmazsanız...” demiş oluyor. Yani “Bana böyle yakıştırmalarda bulunmazsanız, size önemli bir şey söyleyeceğim: Ben Yusuf’un kokusunu alıyorum.” demek istiyor.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)
Hazreti Yakub’un (Aleyhisselam) yaşı da ileri olduğundan, bu mucizeyi anlamakta zorlanabilecek kendi kavminin kendisini bunadığını düşünebileceklerinden, onların bu yanlışa düşmemeleri için önden tedbir almaktadır.
Dolayısıyla tebliğ ve irşad faaliyetlerinde bulunanlar, muhataplarının seviyelerini hesaba katarak tebliğ ve irşada hazır hale getirmeli ve ayrıca bu iyilik ve hayır faaliyetlerinin zarar görmemesi adına kendileri hakkında yanlış düşünce ve fikirlerin oluşmamasına çalışmalı ve varsa onları giderecek tedbirlere başvurmalıdırlar.