Muhabbete muhabbet gerek

Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz yeni yazasında 'muhabbet ve husumet'i yazdı.
         Bediüzzaman  Hazretleri 1911’deki Hutbesinde ictimaî hastalıklarımızın tedavisinde DÖRDÜNCÜ  ESAS:  “Bütün hayatımda, insanî ictimaî hayattan kesin olarak bildiğim ve tahkikatların  bana verdiği netice şudur ki: Muhabbete en lâyık şey muhabbettir; ve husumete en lâyık şey muhabbettir ve husumete en lâyık sıfat husumettir. Yani beşeri ictimaî hayatı temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyade sevilmeye ve muhabbete lâyıktır. Hayat-ı ictimaiye-i beşeriyeyi yerle bir eden düşmanlık ve adâvet, herşeyden ziyade nefrete ve adâvete ve onlardan çekilmeye müstahak çirkin ve muzır bir sıfattır. Bu hakikat Risale-i Nur’un Yirmi İkinci Mektup’unda izahıyla beyan edildiğinden burada kısa bir işâret ediyoruz. Şöyle ki:  Husumet ve adavetin vakti bitti. İki Cihan Harbi düşmanlığın ne kadar fenâ ve tahrip edici ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi. İçinde hiçbir fayda olmadığı tezâhür etti. Öyle ise, düşmanlarımızın seyyiatı -tecavüz olmamak şartiyle-  adâvetimizi celbetmesin. Cehennem ve İlahî azap onlara kâfidir…

         “Bazen insanın gururu ve nefisperestliği,  şuursuz olarak ehl-i imana karşı haksız olarak adâvet eder; kendini haklı zanneder. Halbuki, bu husumet ve adâvetle, ehl-i imana karşı muhabbete vesile olan iman, İslâmîyet ve cinsiyet gibi kuvvetli sebepleri hafife alarak kıymetlerini tenzil etmektir. Düşmanlığın önemsiz sebeplerini, muhabbetin dağ gibi sebeplerine tercih etmek gibi bir divaneliktir.

         “Madem muhabbet, düşmanlığa zıttır; aydınlık ve karanlık gibi hakikî mânada bir arada olamazlar. Hangisinin sebepleri gâlip ise, o, hakikati ile kalpte bulunacak;  onun zıddı da hakikatı ile orada bulunmayacaktır acımaya, şefkate dönecektir. İman ehline karşı vaziyet budur. Yahut düşmanlık, gerçek bir mânada bir kalpte bulunsa, o vakit muhabbet mümâşât (işi oluruna bırakma ve suyuna gitme şeklinde) ve karışmamak, zâhiren dost olmak suretine döner. Bu ise tecavüz etmeyen ehl-i dalâlete karşı olabilir.

         “Evet muhabbetin sebepleri, iman, İslamiyet, cinsiyet ve insaniyet gibi nuranî, kuvvetli zincirler ve mânevî kalelerdir. Düşmanlığın sebepleri ise iman ehline karşı, küçük taşlar gibi bir kısım hususi sebeplerdir. Öyleyse, bir Müslümana hakiki düşmanlık etmek, o dağ gibi muhabbet sebeplerini hafife almak hükmünde büyük bir hatadır.

         “Netice olarak, muhabbet, uhuvvet  sevmek / İslamiyet'in mizacıdır, râbırtasıdır. Düşmanlık yapanlar mizacı bozulmuş bir çocuğa benziyor ki, ağlamak ister; bir şey arıyor ki, onunla ağlasın. Sinek kanadı kadar ehemmiyetsiz bir şey, ağlamasına bahane olur. Hem insaf, kötümser, bir adama benzer ki, suizan oldukça hüsn-i zan etmez. Bir kötülük ile on iyiliği örter.”

         Kinleri dinleri olmuş bazı insanlar buna bir de din kılıfı buluyorlar

Maalesef  kinleri dinleri  olmuş bazı insanlar, buna bir de din kılıfı buldukları için, âdeta kin, adavet, husumet ve kötümserlik duygu takdis ediyorlar. Bunun İslamiyet'le alâkası yoktur. “Ve’s-sulhü hayır. Yani sulh, barış mutlaka en hayırlısıdır, diye bir âyet vardır ama, harp, kin, adavet ve husumet mutlaka en hayırlısıdır şeklinde bir âyet yoktur. İslamiyet kan davalarını kaldırmıştır.

         Uhuvvet ve İhlas Risalelerinde Üstad Hazretleri bunlara büyük yer  ayırmış ve oralarda yazılanları da hayata geçirmiş zerre kadar  onlara yer vermemeye çalışmıştır.

         Peygamber Efendimiz  (S.A.S.) izdüşümleri ve gerçek çırakları olan büyük zatların hayatlarını incelersek bunu görürüz. Bir de tarihi, yakın ve uzak sosyolojik olayları günümüzün de ilmî ve fennî büyüteçleri ile inceleyecek olursak, bizim kudsî rehberlerimizin ne kadar haklı ve isabetli bir yol işlediklerini de görmüş oluruz.

         Üstad Hazretleri kendisinin idamını isteyen savcıların bu iftira ve zulümlerine karşı, beddua etme raddesine gelmesine rağmen o savcının kız çocuğunu hapishanenin penceresinden görünce babasına büyük bir belâ, bir musibet gelir de bu masum çocuğa zarar gelir düşüncesiyle şefkatinden dolayı vazgeçiyor…

         Eskişehir’de Üstad Hazretlerinin evinde ve otelinde misafir eden merhum Abdülhavid Tabakçı Ağabeyimiz de şunları anlatıyor: “Birinci Dünya Savaşında Ruslarla harp ederken çok ağır yaralanıp esir düşen Üstad Hazretleri, esir kampına getiriliyor. O kampta Üstad’tan başka 60-70 Osmanlı subayı da büyük bir koğuşta tutuluyormuş. Üstad diyor ki, ‘Ben çok sıkıldığım için bir inziva istiyordum. Esir kampı civarında yaşayan Tatarlardan kefil olması ile oradaki camiye  bitişik küçük bir odada yalnız kalmama izin verdiler. Haftada bir gün muhafız nezaretinde dolaşmama da izin veriliyordu. Kimseyle görüşemediğim  için, bir ara ‘Keşke buraya girmeseydim’  diye düşündüm. Bolşevik ihtilali de olduğu için bir yandan firar  etmeyi de düşünüyordum. O sırada o odanın penceresinin önünden geçmekte olan caminin imamı bir taraftan yürümeye devam ederken, -Yâ Said!  Aklına gelenin zamanı değil!’ dedi. Bir süre sonra aynı  imam oradan geçerken bu defa da:  ‘Ya Said’  Aklına gelenin zamanı geçiyor. Ne duruyorsun?’ diye seslendi. Bunları duyunca, ümmet-i Muhammed içinde böyle mübarek imamların bulunmasından dolayı Allah’a hamdettim.’

         “Eskişehir’de bizim evde birkaç arkadaş oturmuş sohbet ediyorduk. Zübeyir Ağabey, Mustafa Acet, Kuyumcu Yakup Ayzeren, Mustafa Erhan Arbatlı ve Kuruyemişçi Yaşar Zeydan’ı hatırlıyorum.

         “Üstadımız dışarıdan geldi. Yorgun olduğu için üst kata çıkamayacağını söyleyerek benim oturduğum ikinci kata girdi. Odada benim tek kişilik bir karyolam vardı. Oraya bağdaş kurup oturdu. Birden Erhan’a dönüp ‘Mustafa sen Tatar mısın?’ dedi. Soruya muhatap olan Erhan Arbatlı’nın bir adı da Mustafa idi. Ama ona herkes Erhan derdi. O da ‘Evet’ deyince Üstadımız ‘Ben  Tatarları beş vakit duama dahil etmişim. Kosturma’da esarette iken iki ihtiyar TATAR  kadınları bana yiyecek getiriyorlardı. Üstad bana, Afyon hapsinde kendisini zehirleyen Savcı Abdullah Büker’de TATAR idi. Üstad ona bir mektup yaz. Ben ona da hakkımı helal ediyorum.”  Ben de yazıp gönderdim. Daha sonra Gaziantep’te Ağır Ceza Reisi iken, mahkemeye çıkarılan Risale-i Nur Talebelerinin ‘Bunlardan zarar gelmez’ diye tahliye etmişti…”

Hatta bu kişi daha sonra Üniversiteye giden evaldını Risale-i Nur  talebelerine havale etmiştir…
16 Eylül 2024 10:40
DİĞER HABERLER