Samanyoluhaber.com yazarlarından Kadir Gürcan, siyaset dünyasındaki sıcak gelişmeleri 'Muhalefet Rüzgarı' başlıklı yazısında kaleme aldı.
Naçizane tavsiyelerimizin işe yaradığını ima etmiş olmayalım ama, muhalefetin son birkaç aydır ortaya koyduğu performansta yazarınızın kendisine pay çıkarmasını çok görmeyin. Baksanıza iktidar kepenk kapattığı günlerde bile muhalefet siyaset zemininde ayak basmadık yer bırakmıyor. Futbol ile yakından ilgilenenler iyi bilir. Oyuncunun hası, sahanın her yerinde ayak izi bırakandır.
Yıllardır “Muhalefet en yakın seçimde iktidara talip olduğuna inanmalı ve inandırmalı!” diyerek tükettiğimiz nefesin karşılık bulmasından memnunuz. Muhalefetin erken seçim hazırlıklarına verdiği hız iktidarı köşeye sıkıştırmakla kalmadı, halkın tek adam dayatmasına karşı gösterdiği tepkinin de adresi oluverdi. Ve bu talep yuvarlandıkça büyümeye devam edecek. Bunu geri dönüşü yok.
İktidarın yeterlik ve kalibresini gün yüzüne çıkaran son bir kaç seçimden sonra muhalefetin bu durumu sürekli kılabilecek, “Muhalefet aşısı!” geliştirilmesine dikkat çektiğimi bugün gibi hatırlıyorum. Grip ya da Covid-19 aşıları cinsinden olan bu koruyucu tedavinin mevcut iktidarı, siyasi istirahatgahına gönderene kadar her yıl tekrarlanması şart. Hele iktidar öksürdüğünde, yorgan-döşek yataklara düşen Altılı Masa türünden döküntü muhalefetin bu takviyelere çok ihtiyacı var. Bakın o ekipten hiç kimse kalmadı.
Mitingse miting. Toplumsal heyecan, boykot ve direniş ise âlası. Kendi içinde alternatif aday ve lider renkliliği deseniz, o da şaşırtıcı. Ana muhalefet, siyasi tarihinde bir anda üç adet cumhurbaşkanı adayı çıkarma rahatlığına hiç bir zaman ulaşamamıştı. Hatta parti lideri, daha şimdiden muhtemel gelişmelere karşı alternatif planlarını paylaşacak kadar kendinden emin ve pervasız. Hani şu iktidarın sürekli “B planımız hazır!” deyipte her seferinde takunya-terlik ortalığa saçıldığı çaresizlik, muhalefet için iyi bir ders olmuş olmalı.
Saray dış gezilere çıktığı zaman, Özal'dan kalma bilindik taktik ile Air Force One'in uçuş takımları toplanır toplanmaz, parça tesirli, spekülatif mesajlar bırakır ve kamuoyu hazret dönene kadar onunla vakit geçirirdi. Nedense bu son İtalya gezisinde bunu göremedik. Bir gariplik olduğu her halinden belli. Hatta o kadar ki, bir dostumun paylaştığı İtalyan Başbakanı Meloni ile Saray'ın kameralara verdiği görüntünün Türkiye'de alındığını zannettim. Kendi çapında gündemin gerisine düşmeme gayretimin su aldığına biraz da içerledim doğrusu. Meğer, cumhurbaşkanı ve Air Force One ekibi sessiz sedasız İtalya'ya bir günlük kısa bir ziyaret gerçekleştirmişler. İyi de, biz neden dış gezi öncesi basın ile paylaşılan selfi ve aile fotoğraflarından müteşekkil bilindik ritüellerden mahrum bırakıldık?
İç siyasetin gazını alma açısından Avrupa ziyaretleri Saray ve iktidarın en çok sığındığı can simitlerindendir. İktidar seçmenleri de bu gezileri Avrupa'nın yeniden fethi şeklinde anlıyorlar. “Papa'nın ziyaretine gitmedi!” diyerek Hristiyan alemine racon kestiğini söyleyenler bile var. Air Force'ın müdavimlerinden bir bayan, İtalya'ya yapılan geziyi Akdeniz İttifakı olarak anlayınca, sıradan seçmenin son çeyrek asırda Avrupa'nın yeniden fethi hayalleri ile yatıp kalkması neden garip olsun? Hemen her ay komşu Yunanistan ile hır-gür çıkarmayı milli spor haline getiren iktidarın, Avrupa'nın Türkiyesi sayılan İtalya ile yeni bir birliktelik kurabileceği hayali bakalım ne kadar sürecek. Birliktelik kurmak bir iş, o birlikteliği götürebilmek apayrı bir iş. Türkiye'nin bu konuda Avrupa karnesi pek iyi değil.
İtalya ziyaretinin, başarısız İBB operasyonu, İstanbul depremi ve ekonomik belirsizliklerden bunalan Saray'a nefes aldırmak için tasarlandığı ortada. Yapıldığı iddia edilen sözümona ticari anlaşmalar ve iyi niyet temennileri fazla ses getirmedi, ancak İtalya basınının “İBB Başkanı hapiste de olsa cumhurbaşkanlığını kazanır!” haberi, hem Saray hem de iktidarın neşesini kaçırmaya yetmiş.
Sessiz başlayıp çabuk biten İtalya ziyareti sonrasında, yeni Akdeniz İttifakı ütopyasına su çeken hanımefendiyi saymazsak, dişe tırnağa dokunur bir değerlendirmeye rastlamadık.
Saray'ın ta İtalya'da karşısına çıkan İBB gerçeği ile sinirleri iyice gerilmiş. Zaten burnundan soluyan hazret, Türkiye dönüşünde bir gazetecinin İBB Başkanı'na dair sorusunu cevapsız bırakmış. Yakın korumaları boş durur mu, durumdan vazife çıkarıp haddini bilmez gazetecinin yükünü yetirivermişler.
İtalya gezisinin “Aydın havası olsun, kısa olsun!” aceleciliğine getirilmesindeki gizem içimi kemirirken bir de ne göreyim? Meğer İtalya ile yapılan yeni ticaret anlaşmasında asıl aktör Saray Ailesi'nin amiral gemisi Küçük Damat değil miymiş? Hatta taraflar arasındaki imza töreninde hadiseyi izleyen Meloni'nin kulağına eğilip “Bu bizim damat!” diyerek iftiharla tebessüm eden hazret'in hali görülmeye değer. Son altı aydır o kadar keyifli tebessümüne rastlamamıştık.
Havuz medyasının hadiseyi geçiştirmesindeki gizem, dış ülke ziyaretinin aile işlerini takip görüntüsüne düşme endişesinden kaynaklanıyor olmasın? Muhalefetin farkında olmadan estirdiği rüzgar, iktidar ve Saray'ı kendi sahasına kilitlemişe benziyor. Oğlandan hayır yok ama, her ay yeni bir savaş uçağı keşfeden Küçük Damat bu tıkanıklığı çözebilir. Muhalefet daha ne yapsın? Ülkede estirdiği rüzgar İtalya'yı bile salladı.