Avukat Mehmet Tahsin 12 yıldır aydınlatılamayan Muhsin Yazıcıoğlu suikastını gerçekte kimin karartmaya çalıştığını yazdı. Tahsin, suikastın iktidar her köşeye sıkıştığında gündem değiştirmek için kara propaganda aracı olarak kullanıldığını belirtti.
Bugün havuz medyasında “İşte isim isim Yazıcıoğlu suikastını karartan FETÖ ekibi” başlıklı haberi görünce Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels’in “Yeterince büyük bir yalan söyler ve onu tekrar etmeye devam ederseniz, insanlar sonunda ona inanmaya başlayacaklardır” sözünü bir kez daha hatırladım. İşte Havuz Medyası tam da bu işe yarıyor.
İktidar ne zaman içeride veya dışarıda köşeye sıkışsa gündem değiştirmek için aynı kara propaganda haberleri ısıtılıp ısıtılıp bilmem kaçıncı defa Havuz Medyası tarafından servise konuluyor.
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu suikastı haberini de bu açıdan okumak lazım. Sabah’ın haberine göre, sözde suikastın karartılması emri, Fethullah Gülen’in en yakınındaki kişi üzerinden avukatlara verilmiş!
Peki iddia edildiği gibi Cemaat, Yazıcıoğlu suikastını karatmak istedi mi?
Öyle olsa Cemaat’e ait olduğu iddiasıyla el konulan gazete ve televizyonlar bu suikastın aydınlatılması için geçmişte yüzlerce haber yapmazdı. Her ne kadar bu gazete ve televizyonların arşivleri iktidar tarafından yok edilse de bu haberlerin birçoğuna hala internetten ulaşabilirsiniz.
Bu olayın aydınlatılması için en fazla mücadele verenler, bugün Cemaatçi diye suçlanan isimler. Nedense olayın asıl sorumluları cımbızla ayıklanıyor ve bugün konuyla ilgisi olmayanlar suçlanıyor.
Önce neler olduğunu hatırlayalım:
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindeki beş kişi, 25 Mart 2009 tarihinde Kahramanmaraş Çağlayancerit’ten Yozgat Yerköy’deki mitinge giderken içinde bulundukları helikopterin düşmesi sonucu hayatlarını kaybetti. Olayın vuku bulduğu dağlık arazinin yapısı ve o günlerde bölgede hakim olan sisli ve karlı hava durumu dikkate alındığında, helikopter pilotunun yaptığı muhakeme hatası ve elverişli olmayan şartlarda uçuşta ısrar etmesi belki de kazanın en büyük sebebi.
Asıl skandal, kazanın ardından başlatılan arama kurtarma çalışmalarında.
Kazanın olduğu gün Kayseri Valisi Mevlüt Bilici’nin basına yaptığı “Muhsin Yazıcıoğlu ile diğer kazazedelerin kazadan yaralı olarak kurtulduğu ve ambulans ile hastaneye getirilmekte olduğu” açıklaması yüzünden arama kurtarma ekipleri saatlerce geciktirilmiş, karadan yapılan aramalar ısrarla kaza mahalline uzak alanlara yöneltilmiştir. Böylece merhum Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindekiler adeta ölüme terkedilmiştir.
Aynı gün Jandarma ihbar hattı 156’yı telefonla arayan köylülerin kazanın olduğu mevkii bildirmelerine rağmen nedense bu bilgiye itibar edilmemiş. 6 gün sonra kaza mahalline ulaşıldığında bu yerin, köylülerin ihbar ettiği yer olduğu ortaya çıkmış.
HER ŞEY MECLİS ARAŞTIRMA KOMİSYONUNUN RAPORUNDA
TBMM bu konuyu araştırmak üzere bütün partilerden temsilcilerinin katıldığı bir komisyon kurdu. 18 Şubat 2010 tarihinde çalışmalarına başlayan Meclis Araştırması Komisyonu raporunu 1 yıl içinde tamamlayıp kamuoyuyla paylaştı.
Raporda dönemin Kayseri Valisi Mevlüt Bilici’ye geniş yer ayrılmış. Yanlış bilgi vererek arama kurtarma çalışmalarını aksatmakla itham edilen Vali Bilici komisyona çağırılıyor. İfadesinde bu bilgiyi dönemin Kayseri Emniyet Müdürü Orhan Özdemir’den aldığını söylüyor.
Komisyon bu defa Emniyet Müdürü Özdemir’e sorunca o da bu bilgiyi 25 Mart 2009 tarihinde saat 15 civarında Kahramanmaraş İstihbarat Şube Müdürlüğünde görevli Emniyet Amiri Dursun Özmen’den aldığını ifade ediyor.
Bugün halen cezaevinde bulunan Dursun Özmen ise Orhan Özdemir’in “saat 15 civarında öğrendim” dediği, istihbarat notunu saat 17:40’ta 10 vilayete gönderdiğini söylüyor. Kayıtlar Özmen’i doğruluyor ama fatura Emniyet Müdürü Özdemir’e ve Vali Bilici’ye değil de Dursun Özmen’e kesiliyor!
KİM, NEREDE, NE YAPIYOR?
Kahramanmaraş İstihbarat Şube Müdürlüğünde görevli Emniyet Amiri Dursun Özmen’in gönderdiği bu istihbarat notu başına bela oldu. 15 Temmuz sonrasında tutuklandı; 4,5 yıldır cezaevinde.
Dönemin Kayseri Valisi Mevlüt Bilici’nin sonraki durağı 2012 Aralık ayında atandığı Danıştay üyeliği oldu. 2016’ya kadar bu görevini sürdüren Bilici halen merkez valisi.
Dönemin Kayseri Emniyet Müdürü Orhan Özdemir, kazadan 4 ay sonra Ankara Emniyet Müdürü yapıldı. 2010 yılında Kayseri’de bulunduğu sürede ihaleye fesat karıştırdığı iddiasıyla tutuklandı, 3 ay sonra tahliye edildi. Bu konuya ilişkin yargılaması devam ederken, kendisine operasyon yapan kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Dairesine başkan yapıldı.
Gelelim adliyede olanlara.
Kahramanmaraş Adliyesinde 2009’da başlayıp 4 yıl boyunca devam eden soruşturmayı devralan alan Savcı Habib Korkmaz, apar topar takipsizlik kararı vererek dosyayı kapatıyor. Bu karardan kısa süre sonra terfi ediyor ve Çorlu Başsavcısı oluyor. Halihazırda Kocaeli Başsavcısı olarak göreve devam ediyor.
Savcı Korkmaz’ın verdiği takipsizlik kararına itiraz edilmesi üzerine, itiraza bakan Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Ahmet Maden, takipsizliği kaldırdı ve dava açılması gerektiğine hükmetti. Ancak kısa süre sonra tenzili rütbe ile düz hakim olarak Kayseri’ye atandı. 15 Temmuz sonrasında da tutuklandı.
Şimdi benim kafam karıştı.
Havuz medyasının iddia ettiği gibi Cemaat’in üst kademesi Yazıcıoğlu dosyasının karartılması talimatı verdiyse, soruşturmaya takipsizlik kararı veren şimdilerde Kocaeli Başsavcı olan Habib Korkmaz da Cemaatçi miymiş? Kazanın olduğu gün basına yanlış bilgi veren Kayseri valisi ile ona bu bilgiyi veren emniyet müdürü de mi Cemaatçi?
Dosyanın kapatılmasına izin vermeyen Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı neden tenzili rütbe ile başka ile sürüldü? 15 Temmuz’dan sonra Cemaat irtibatı iddiasıyla diye hapse atılan Maden, Cemaatçi ise bu talimattan habersiz miymiş?
Ya da Kayseri valisi ile emniyet müdürünün medyaya yanlış bilgi vererek arama kurtarma faaliyetlerini aksatmaları Cemaatin yüksek kademesinden aldıkları talimatla mı oldu? O halde neden hala görevlerinin başındalar?
Son olarak, Meclis Araştırma Komisyonu raporunun 271. sayfasında öyle bir bilgi var ki, insanın aklı duruyor. Raporda düşen helikopterin yapılması gereken periyodik bakımının usulüne uygun yapılmadığı, bakım defterlerinde tahrifat yapıldığı ve sahte imzaların bulunduğu açıkça belirtilmiş. Ancak nedense bugüne kadar kimse bunun hesabını sormamış!
Peki helikopterin sahibi olan Med Air kimin şirketi? Havacılık sektöründe Pegasus, İz Air ve Med Air markalarıyla faaliyet gösteren Esas Holding, Ali Sabancı’ya ait. Aynı zamanda Aydın Doğan’ın damadı olan Sabancı’nın şirketlerine 2008 yılında “Bakımsız uçak, uçuş güvenliğini tehlikeye atma, eksik ekipman ve evraktan” rekor düzeyde para cezası verilmiş.
Ama Med Air’in sahiplerinin bu yüzden suçlandığına dair Meclis Araştırma Komisyonu Raporu haricinde bir bilgiye rastlamadım.
Yazıcıoğlu soruşturmasında sonraki yıllarda da takipsizlik verildi, karar tekrar bozuldu. Kazanın üzerinden 12 yıl geçmiş olmasına rağmen hala bir sonuç alınamadı. Alınacak gibi de görünmüyor. İktidar her olayda olduğu gibi bunda da gerçeğe ulaşmak yerine muhaliflerini kriminalize etmeyi önceliyor. Bu yüzden asıl suçlular elini kolunu sallayarak dışarıda gezmeye devam ediyor.