Mülayemetin Dayanılmaz Ağırlığı

Samanyoluhaber.com yazarlarından Ertuğrul İncekul yeni köşe yazısını 'Mülayemetin Dayanılmaz Ağırlığı' başlığı ile kaleme aldı.
“Belki benim ömrüm yetmeyebilir; işin ağır tarafını taşımak size düşüyor. Gelecek size emanet. Karanlıklara meşale olup ışık tutmak, mülayemeti, müsamahayı, affı, kusurları görmezden gelmeyi ve Allah ahlakıyla ahlaklanmayı temsil etmek size emanet. Bizler hata yapıyor, günaha düşüyoruz ama Allah bizi helak etmiyor; hilim ve sulh ile muamele ediyor, defalarca mühlet veriyor. Bize düşen de O’nun ahlakıyla ahlâklanmaktır. Bunun peşinden ayrılmamalıyız. Ne yarım dostların yanlışları ne de başından beri düşmanca tavırlar sergileyenlerin eziyetleri sizin karakterinizi bozmamalı. Çünkü Kur’ân’a göre herkes kendi karakterinin gereğini ortaya koyar. Bize düşen ise karakterimize bir namus gibi sahip çıkmaktır.”

Mülayemet Size Emanet! (31 Mayıs 2020)
Zamanımızın ruhunu ve insanı en derin şekilde okuyan, olayları en isabetli biçimde değerlendiren isimlerin başında Fethullah Gülen Hocaefendi gelir. Hayatı boyunca sohbetlerinde ve eserlerinde, Gandhi gibi şiddetsizlik ve silahsız savaşçı olarak müsbet hareketi ve mülayemeti hayat tarzı haline getirmiş, sevenlerine  hep bu çizgide olmayı tavsiye etmişlerdir.

Yukarıdaki paragraf da onun İmtihanlar Kuşağı kitabından alınmış, adeta çağımıza bırakılmış bir vasiyet gibidir. Çünkü sarsıcı olaylar karşısında halim ve selim kalabilme kudreti, her gönle bahşedilmiş bir lütuf değildir. Akl-ı selim ve kalb-i selim sahibi insan sayısı az; ama başkalarını yerden yere vuran, kadere taş atan, kendi dışındaki herkesi günahkâr ilan eden, “hakikat peşindeyim” diyerek kalabalıkları cehenneme sürükleyenlerin sayısı çoktur.

Peki, gerçek hakikat nedir biliyor musunuz?

O, dağlar gibi musibetler geldiğinde, yer sarsıldığında, etrafınızda inanan kalmadığında, suizan ve iftiralar havayı kasırga gibi sardığında, dostlar türlü bahanelerle gemiyi terk ettiğinde bile akl-ı selim ve kalb-i selim kalabilmektir.

“Bu da geçer ya Hu” diyebilmek, yerinizi terk etmemek, pişman olacağınız sözlerden uzak durmak, istikamet için dua dua yalvarmak, haset ve kine kalbinizi kaptırmamak, hakikati heva ve hevesin kurbanı etmemektir.

İlahi ahlak bizim pusulamız olmalıdır. Her an bizi rahmetiyle saran, düşüşlerimizi affeden, yeni fırsatlar sunan Rabbimiz bizden de affedici, bağışlayıcı olmamızı bekliyor. “Mülayemetle davranın,” diyor; “affetmeyen affa layık olamaz.” Kinle, nefretle, hasetle kararmış vicdanlara bile sesleniyor: “Kendinize yazık etmeyin!”

Yarım yamalak dostluklara da yukarıdaki paragrafta yer verilmiş. Gerçek dostluk, gönül işidir; fakat iradeyle beslenmezse devam etmez. İradi kardeşlik, akla ve ilkelere dayalı bir beraberliktir. Sevmeseniz de, fıtratınız uyuşmasa da, aynı şehirde bile olmak istemeseniz de, değerler etrafında bir araya gelebilmektir. Vefa, zor günlerde yapılacak işleri ortada bırakmamaktır.

Bugünün gürültülü, boğucu dünyasında,  bireysellik öne çıkarılıyor ve insanlar egosantrik hâle getiriliyor, yalnızlaştırılıyor. “Başım ağrımasın, başkasının derdinden bana ne!” mantığıyla gerçekliklerden uzaklaştırılıyor. Oysa insan, sosyal bir varlıktır. Başkasına faydalı oldukça, iletişim içinde oldukça, eksikleri birlikte tamamladıkça mutlu olur. Yalnızlık ve ben merkezcilik ise insanı erken yaşlandırır, mutsuz eder.

İlginçtir; ateistler bile bir “cemaat” bilinciyle hareket ediyor, inkârda bile birbirlerinden destek arıyor. O hâlde, Rabbi bir, Peygamberi bir, dini ve davası ortak insanlar neden makul düşüncelerle ortak projeler geliştiremesin? Neden birbiriyle didişmeyi bir kenara bırakıp, vifak ittifak içinde aklın erdiği, imkanların el verdiği faaliyetleri yapamasın?

Elbette, düşmanın zulmü bitmeyecek. Tarihin her döneminde Kabil’ler de olacak, Habil’ler de. Ama kötülüğün sesi bu kadar yüksekse, bu biraz da iyilerin suskunluğundandır. Zalimin zulmünün uzaması bize birbirimizle uğraşmaya itmemeli. Zalimlerin dur durak bilmemesi, bizleri erdemli olmaktan alıkoymamalı. Karakterimize namus gibi sahip çıkmalı, İlahi ahlakla donanmış bireyler olma azmimizi kaybetmemeliyiz. Akıl, mantık, muhakemenin dışına çıkmadan, vicdani boyutuyla hareket edebilmeliyiz.

Karakter deformasyonu dediğimiz şey; bazen yaşanan acıların, iftiraların, haksızlıkların bir insanda kırılma oluşturmasıdır. Kimi zaman bu kırılmalar dini gayretlerden, kimi zaman ağır hakaretlerden doğar. Bu durumlarda kişi farkında olmadan karamsar, kırıcı bir ruh hâline bürünebilir. Ancak şunu unutmamalıyız:

Karakterimize uymayan bir tepki verdiğimizde, inandırıcılığımızı yitiririz. Gerçek bir mü’min, en ağır saldırılar karşısında dahi edep ve ahlâk dairesinden çıkmamalıdır. İnsan hakları ihlallerine karşı durmalıdır.

Mülayemetin Dayanılmaz Ağırlığı
Zulüm göklere ulaşacak, dostun cefası yakıcı olacak, en masum söz ve davranışlarınız bile bin bir türlü ta’n u teşnîlere uğrayacak, etrafınızı iftiralar saracak ama siz mum gibi yanarak aydınlık verecek, aklınızı ve kalbinizi korumaya çalışacaksınız. Hakaret etmenin, başkalarına naseza, nabeca, kırıcı sözler etmenin moda olduğu günümüzde mülayemeti koruyabilmek büyük bir yiğitlik emaresidir.

Sırtında  yumurta sepeti taşımıyormuş gibi sorumsuzca davrananlara inat, siz düşünce mirasını, ortak değerleri, uğruna yaşadığınız hakikatleri koruyacaksınız. Okuyarak, sabrederek, kendinizle yüzleşerek, başkalarını suçlamadan öz eleştiriyle , bir arkadaşınızı bile karanlık iftira kuyularına kaptırmadan hakikatin ortaya çıkması için azimle, kararlılıkla, ümitle direneceksiniz.

Sevmeye ant içenler, mülayemet limanından ayrılmamalı,  öfke denizde boğulmamalıdır. Mülayemet, kimine göre zaaf, kimine göre acizliktir. Ama hakikatte, o gerçek kurtuluşa giden en kısa ve en sağlam yoldur. Er geç sahili selamete çıkış biletidir.

Karakterimize namus gibi sahip çıkmak, zehirli atmosferde radyasyondan kendimizi korumak, karanlığa inat salih ve faydalı işlere koşmak, değerler üretimine devam edebilmek.. işte bu, hakikate gösterilecek en büyük vefadır.

 
15 Temmuz 2025 13:22
DİĞER HABERLER