Mü’mince Duruş

Samanyoluhaber.com yazarlarından Harun Tokak, bu haftaki köşe yazısında 'fitne' ve 'mü'ince duruş'u yazdı.



Tokak'ın Mü’mince Duruş başlıklı yeni köşe yazısı Hizmetten'in Youtube kanalında (https://www.youtube.com/watch?v=2dm7mb7lJlE&t=2s video formatıyla da takip edilebilir.


Mü’mince Duruş

Bugün yaz başlangıcı…
Lakin Kuzey ülkelerinde kışın soğuk pençesi peşimizi bırakmıyor.
Bazen güneş ışıkları içinde yürürken, bir anda beliren bulutun titrek ve mütereddit yağmurları boşanıveriyor.
Bazen çılgın sağanaklar, kısa sürede yerini parlak bir aydınlığa bırakıyor.
İnsanlar ne giyeceğini şaşırıyor. Bir bakıyorsunuz kışlık montlarla, paltolarla görünüyorlar, bir bakıyorsunuz yazlık ince elbiselerle.
Sisli ve yağmurlu bir yaz havasının ruhumu kuşattığı bir anda, YouTube’da gezinirken, yağmur bulutlarının arasından ansızın görünüveren, güneş gibi insanın içini ısıtan simasıyla Dr. Reşit Haylamaz Hoca karşıma çıkıveriyor.
Bir programda konuşuyor.
Sonuna kadar, dikkatle ve ibretle dinliyorum.
Reşit Hoca, Siyer ve İslam tarihi konusunda çağımızın en büyük otoritelerinden birisi.
Tebrik etmek için arıyorum.
Her zamanki o mahzun, mütebessim simasıyla görünüyor ekranda.
“Günümüze dair derin işaretler taşıyan” Asr-ı Saadet Zaviyesinden Fitneler konulu sohbetini dinledim, çok istifade ettim.” diyorum.
O, her zamanki utangaç tevazusuyla:
 “Estağfirullah! Diyor, “Kötülükten beslenen insanlar yalanı çok erken keşfetmişler.
Yalan, sermayesiz bir meta. Tarih boyunca bütün iyilik ormanlarını yalan ve fitne ile ateşe vermişler.”
 “Böyle zamanlarda ne yapmak lazım?” Diyorum.
“Mü’mince duruş çok önemli.” diyor.
“Kardeşleri Yusuf’u köle olarak satıyorlar.
Kenan’da kıtlık olunca, zahire almak için Mısır’a gidiyorlar.
Yusuf’un öz kardeşi Bünyamin’in yükünde kralın tası çıkınca kardeşleri, Hazreti Yusuf’u ima ederek ‘Zaten daha önce onun kardeşi de çalmıştı.’ diyorlar.
Mü’mince bir duruş sergilemiyorlar.
Hazreti Yusuf onlara ‘Durduğunuz yer kötü bir yer.’ diyor.

Mekkeliler, Hazreti Ebû Bekir’e, ‘arkadaşın Muhammed  Mirac’a çıktığını, Allah’la görüştüğünü söylüyor.’  diyorlar.
‘O söylüyorsa doğrudur.’ diyor.
Bu mü’mince duruştur.
Mü’min suresinde Mümin-i Âli Firavun’dan bahsediliyor.
Bazıları bunun Mısır’ın başkomutanı olduğunu söylüyor.
Firavun, öldürmek için Hazreti Musa’nın üzerine yürüdüğünde,
‘Sırf, Allah, dediği için bir insanı öldürecek misiniz?’’ diyor.
Bu isimsiz kahraman, canını ortaya koyarak araya giriyor.
Mü’mince duruş budur.
Aynı olay Asr-ı Saadet’te yaşanıyor.
Mekkeliler Peygamberimizi öldürmek kastıyla üzerine çullandıklarında, Hazreti Ebû Bekir,
‘Sırf, Allah, dediği için bir insanı öldürecek misiniz?’ diyor.
Peygamberimiz, Hazreti Ebû Bekir’e,
‘Sen, Mü’min-i Âl-i Firavun’a benziyorsun.’ diyor.
Diyanet’in, Hocaefendi’nin eserleriyle ilgili toplantısında Hocaefendi’ye söylenen sapkın sözler karşısında, bir âlim çıkıp ‘Bu kadar da olmaz!’ diye mü’mince bir duruş sergileseydi, masum insanlara yapılan zulümlere karşı birkaç ses yükselseydi, bugün durum başka olurdu.
Niceleri tam bir haysiyet fukarası çıktı.
Ebû Süfyan’ın hanımı Hind’in Bedir’de babası Utbe, amcası Şeybe, kardeşi Velid, oğlu Hanzala öldürülüyor.
Bu kadın öfkeden çıldırıyor ama yine de
Peygamber Efendimiz’in kızı Hazreti Zeynep’e,
‘Erkeklerin kavgası bizi ilgilendirmez.” diyor. ‘Bir derdin olursa bana söyle. Babanın yanına gitmek istiyorsan sana yardımcı olayım.’
Bugünküler çok çamur çıktılar. İnsanları hapsettiler, işkence ettiler, sütten kesilmemiş çocukları annelerinden kopardılar.
Koca bir devlet, bütün imkânlarıyla koca bir Hizmet’i yok etmek istiyor. İnsanlar kelle koltukta koşturuyor. ‘Aman bu dava bitmesin! Aman Türkiye’deki kardeşlerimiz bütün bütün mağdur olmasın!’ diyor.
Mümin basiretli olmalı.
Perde gerisindeki asıl faili görmeli.
Taif’te Peygamberimiz üç kilometre taşlanıyor.
Yakıcı güneşin altında kan revan içinde işkence koridorunu yürüyor.
Şimdiki Ku’u Mescidi’nin olduğu yerde dirseğini bir kayaya dayıyor, Allah’a dua ediyor, ‘’Aczimi Sana şikâyet ediyorum.’ diyor.
Melek geliyor. ‘İstersen şu iki dağı (Kuaykan ve Ebu Kubeys) onların üzerine kapatayım.’
Bu dağlar Mekke’de, olay Taif’te oluyor.
Taif’te taşlayanlar tetikçilerdi, taşlatanlar Mekke’deydi.
Mekkeliler, Peygamberimiz (sav)in en büyük hayalinin, ışığın bütün dünyaya yayılması olduğunu biliyorlar.
O damardan giriyorlar.
Hac mevsiminde Kâbe’ye gelen iki kabile ile anlaşıyorlar.
O iki ayrı kabilenin ileri gelenleri Medine’ye giderek Peygamberimizden aynı sözlerle mürşid istiyor.
‘Bizim oraların insanları çok müsait.’
Peygamberimiz birine yetmiş kişi, diğerine on kişi gönderiyor.
Peygamberimizin kendi elleriyle yetiştirdiği, hepsi Suffa Mektebi’nin seçkin öğrencisi olan seksen kişi, pusu kurularak şehit ediliyor. 
İkisi esir ediliyor ve Mekke’ye satılıyor.
Çarmıha geriliyorlar.
Günlerce âlemi ibret olsun diye çöl güneşinin bağrında direkte askıda kalıyorlar. 
Bir hafta içerisinde Müslümanlar, Uhud’dan daha çok zayiat veriyor.
Mü’mince duruş, zor zamanda kardeşinin yanında olmaktır.
Yanında olmadığın insanın yanında birileri olur.
Bir savaşa katılmadığı için kendisine konuşmama cezası verilen Ka’b bin Mâlik’e Gassân Meliki mektup gönderiyor,
‘Arkadaşların seni üzüyorlarmış. Yanımıza gel, seni aziz kılalım.’ diyor.
O gün bunları yapanlar, bugünkü teknik ve teknoloji ile neler yapmaz ki?
Dün olduğu gibi bugün de büyük kopuşları hedefliyorlar.
Her dönemde müsait insanları buluyorlar.
Efendimiz’in Müseyleme’ye gönderdiği mektupları var. 
Kötülüğe kilitlenmiş insanlar, Peygamber'in vefatından sonra ‘Nasıl olsa bu iş biter.’ diye düşünüyorlar.
Hilafet makamı kararlı duruyor.
Hazreti Ebû Bekir, ferasetiyle büyük kopuşları önlüyor.
Dip dalga oluşturmak zaman alıyor.
Hazreti Ömer döneminde taşradan başlıyorlar.
Yalan ve iftiralarla valileri merkeze şikâyet ediyorlar.
Mümtaz bir sahabe olan Muğire bin Şube’nin evinin karşısında konuşlanıyorlar.
‘Bir kadınla gördük.’  diyorlar.
Basra bu konuyu konuşuyor.
Halife Ömer, valiyi Medine’ye çağırıyor.
Hanımı olduğu anlaşılınca, iftiracılar cezalandırılıyor.
Orduları zaferden zafere götüren Hâlid bin Velîd, ‘Mal yığdı’ diye şikâyet ediliyor.
Hazreti Ömer görevden alıyor.
Hâlid vefat edince geride bir at, bir kalkan, bir kılıç kalıyor.
Hazreti Ömer ağlıyor: ‘Yanlış yaptım.’ diyor.
Bütün bunlara rağmen merkez güçlüdür.
Bu defa da merkeze oynuyorlar.
‘Ömer, helvadan put yapan, kız çocuğunu diri diri gömen birisi.’ diyorlar.
Değil Hazreti Ömer, onun kabilesi olan Adiyy oğullarından bile kızını öldüren hiç kimse yok.
Hazreti Ömer’i öldürmeden dağılmanın olmayacağını görüyorlar.
Hazreti Ömer, Medine’yi karıştıracaklarını seziyor.
Gayrimüslimlerin Medine’ye girmesini yasaklıyor.
Lâkin yine de “Acem oyunu” ndan kendini kurtaramıyor.
Onu şehid eden Feyruz sıradan bir adam değildir.
İyi yetişmiş İranlı bir kumandandır.
Demir işlerinden iyi anlıyor, güzel kılıç yapıyor.
Kendini pazarda köle olarak sattırıyor.
Basra valisinin gözüne giriyor
Valinin referansıyla halifeye yollanıyor.
Medine’nin en iyi kılıç ustası oluyor.
Halife Ömer, ‘Sen çok kaliteli kılıç yapıyormuşsun. Bana da bir kılıç yap.’ diyor.
‘Sana öyle bir kılıç yapacağım ki, dünyaya durdukça konuşulacak.’
Bu adam Hazreti Ömer’i şehit ediyor.
Hazreti Ömer’in şehid edildiği gün, aynı anda en az on kişi daha şehit ediliyor, yirmi kadar insan da yaralanıyor.
Halifenin etrafı temizleniyor.
Hazreti Osman ve Hazreti Ali dönemine gelindiğinde, organize kötülük hortluyor.
Haysiyet fukarası insanlar içeriyi kaynatıyorlar.
İletişim kısıtlı.
Taşradaki valileri merkeze karşı kışkırtıyorlar.
Merkeze güven sarsılıyor.
Mısır’ı merkezden koparıyorlar.
Halifenin imzasıyla valilere sahte mektuplar gidiyor.
Sahabelerin çoğunun hac mevsiminde Mekke’de oldukları bir dönemde, Medine’yi basarak Halife Hazreti Osman’ın evini kuşatıyorlar.
Hazreti Osman, kendisini öldürmeye gelenlerin arasında en yakın dostu Hazreti Ebû Bekir’in oğlunu görünce,
‘Sen de mi?’ diyor.
Hazreti Ebû Bekir’in oğlu dönüp gidiyor ama son pişmanlık fayda etmiyor.
İslam’ın üçüncü halifesi hunharca şehid ediliyor.
Cenazesini Cennetü’l Baki’ye gömdürmüyorlar.
Uzak bir yere, kendi bağına gömülüyor.
Cenazesine altı kişi katılıyor.
Hazreti Ali, bir şafak vakti camiye giderken şehid ediliyor.
Kerbelâ’da bütün Ehl-i Beyt delikanlıları gök ekin gibi biçiliyor.
Ehl-i Beyt’e camilerde tam elli yedi yıl lanet okunuyor.
Bütün bunlar oluyor ama asıl failler ortada görünmüyor, tetikçilerle iş tutuluyor.”
Bazıları da “Bu iş bitti, hareket kendini feshetsin.” diyor.
Zalim bir iktidara bir çift laf etmeyenler, büyük bir bilgelik havasıyla masum insanlara vurmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyorlar.
Her musibet karşısında ebed-müddet olan bu yüce dava bırakılsaydı Müslümanlık bize kadar ulaşmazdı.
Mü’min basiretli olmalıdır.
Yaptığın iş birinin ekmeğine yağ sürüyorsa, malzeme üretiyorsun demektir
Hocaefendi, “Biz hukuka dönüyoruz, gasp ettiklerimizi geri veriyoruz, yalanlarımızı, iftiralarımızı, haramiliklerimizi itiraf ediyoruz. Biz milletten özür diliyoruz!” derlerse biz de kabul ederiz. Yoksa onlardan özür dilemek, onlar gibi olmak demektir. Öyle olmaktansa ölmek daha iyidir. Çünkü ölüm hakiki Mü'min için şeb-i arûstur.”diyor.
Allah bu cemaate büyük lütuflarda bulundu.
“Güneşin doğup battığı her yere ışığım ulaşacak.” diyen bir Peygamber’in emaneti var omuzlarımızda.
Dünya milletlerinin gecelerine bir şafak parıltısı gibi doğan bu Hizmet, içten ve dıştan saldırılara rağmen kıyamete kadar payidar kalacaktır.
Bize düşen, mü’mince duruştur.

01 Haziran 2025 10:09
DİĞER HABERLER