Münafık ile mücadelede hangi yöntem, nasıl uygulanmalı?

Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih, 'Beni Mustalik ve Ehl-i Nifak' başlıklı yeni yazısında Efendimiz'in (s.a.s) münafıklarla mücadelede hangi yöntemleri izlediğini ele aldı.
Beni Mustalik ve Ehl-i Nifak

Hicretin altıncı senesinde Medine çevresinde kazı kabilelerde isyanlar ve saldırılar oldu. Dûmetü’l-Cendel denilen mekanda çetelerden müfrezeler Medine’ye hücum hazırlıklarına başlamış, İslamiyet aleyhine kıpırdanmalarda bulunmuştu. Bu yağmacıların kısa zamanda haklarından gelinmişti. 

Bir haber de Mustalik Oğullarından gelmişti. Tahkikat sonrasında haber doğrulanınca fitneyi bastırmak için Efendimiz (S.A.S.) ashabıyle harekete geçti. Gidilecek yerin yakınlığı dolayısıyla ve elde edilecek ganimetten pay koparmak düşüncesiyle münafıklar, -fitne çıkarıp yarı yoldan döndükleri daha önceki savaşların aksine – bu sefere katılmışlardı. 

Zafer elde edip isyan bastırıldıktan sonra dönüşte Müreysî Kuyusu başında Ensar’dan Sinan İbn Veber ile Muhacirlerden Cehcâh İbn Mesûd’un kovaları ile kuyudan su alırken ipleri birbirine dolanıp ihtilafa sebep oldu. Kendini tutamayan Muhacir Cehcah, öfkeyle Ensar Sinan’ın başına vurup yaralayınca Hz. Sinan “Yetişin ey Ensar topluluğu!” diye arkadaşlarını yardıma çağırmıştı. Ortamın iyice gerilmesi üzerine Hz. Cehcâh da Muhacirlerden yardım istemişti. Koşuşmalar, meseleyi yüzyıllarca süren Ficar savaşları benzeri bir uçurumun kenarına getirmişti… 

Vaziyeti haber alan Efendimiz (S.A.S.) hemen oraya geldi. “Artık böyle şeyleri bir kenara bırakın… Aksine kişi, zâlim de olsa, mazlum da olsa kardeşine yardım etsin! Eğer zâlim ise, onu zulmünden vazgeçirsin; mazlum ise, onun yardımcısı olsun.” buyurdu. 

Meselenin önemini kavrayan Ensar ve Muhacirler, birbirlerine nasihat ederek, hislerinden sıyrılma yolunda birleştiler. Hem Hz. Cehcâh, hem Hz. Sinan pişmanlık duymuşlar. Hatta Hz. Sinan hakkından feragat edip Hz.Sinan’ı affettiğini söylemişti.

Fakat, bu tarafta problem çözülürken, öbür tarafta münafıkların ileri gelenlerinden Abdullah İbn Übeyy İbn Selûl, kendisi gibi on tane kafadarını yanına alıp fitne çıkarma plânı yapmaya başladı; 

Şöyle diyordu: “Vallâhi, ömrümde böyle bir gün görmedim. Vallahi de bunların bir gün başıma geleceğini biliyordum. Ancak kavmim bana baskın geldi; beni başlarına kral yapsalardı ya! Şimdi baksanız ya, kendi ülkemizde bize üstünlük sağlayıp, üstünlüğümüzü de yok sayarak bizi hor ve hakir görüyorlar! Vallahi, bizimle şu Kureyş çapulcularının durumu ancak, ‘Besle iti, yesin seni’ sözüyle anlatılan gibidir. (…) Şu da bir gerçek ki, hele bir Medine’ye dönelim; işte o zaman aziz olan, zelil olanı oradan çıkaracaktır.”

O bu sözleri söylerken, o gün için yaşı henüz küçük olan Zeyd İbn Erkam da bulunuyordu. Zeyd bu tüyler ürperten sözleri duyunca hemen Efendimizin (S.A.S.) koşarak huzuruna geldi; duyduklarını teker teker anlatmaya başladı… 

Bazılarının “Hayır öyle değildir; sen haksızlık ediyorsundur.” demelerine karşı, Zeyd, “Vallahi benim için Hazreç arasında, Abdullah İbn Übeyy İbn Selûl kadar sevimli bir adam yoktu. Ancak, ben bu sözleri babamdan bile işitmiş olsaydım, hiç tereddüt etmez ve doğruca Resulullah’a gelip anlatırdım.” dedi.

İbn Selûl, kendi söylediklerini hep inkâr ediyordu. Efendimizin yanında da yeminle, “Zeyd'in söylediklerini ben söylemedim.” dedi. 

Hz. Ömer onun tahkir edici sözlerini duyunca büyük bir gerilime geçip cezasını vermek için Efendimizden (S.A.S.) izin istedi. İzin vermedi, hem de, “O zaman insanlar ‘Muhammed arkadaşlarını öldürüyor’ diye dedikodu ederler.” buyurdu.  Bunun üzerine Hz. Ömer “Öyleyse insanlara emretsen de yola çıksalar”, teklifinde bulundu. Efendimiz (S.A.S.) bunu uygun buldu. Çünkü gerginliği çözmek sıkıntılı havayı yumuşatmak ve unutturmak için insanları iyi şeylerle meşgul etmek gerekir. Hemen yola çıkıldı…

Hz. Ömer’in söylediği sözleri duyan Abdullah İbn Übeyy’in oğlu Abdullah hemen Efendimizin (S.A.S.) yanına gelip: “Ya Resulullah, eğer babamın hakaretlerinden dolayı öldürtecek olursan, o işi bana bırak; vallahi de ben, daha Sen şu oturduğu yerden kalkmadan onun başını buraya getiriveririm! Şayet onu benden başkasına emrederek öldürtürsen, babamın katili gözümün önünde ve insanlar arasında dolaşırken nefsim buna dayanamaz ve ben de belki bir gün kendimi kaybedip onu öldürür ve cehenneme girerim.” dedi. Efendimiz (S.A.S.) “Ey Abdullah, dedi. Ben, ne senin babanı öldürmeyi murat ettim, ne de bunu emrettim.”

Atik vadisine gelince, Abdullah babasının önüne dikildi ve “Allah’a yemin olsun ki, Resulullah sana izin vermedikçe Medine’ye giremezsin.” dedi. Sonra Efendimizin (S.A.S.) izin vermesiyle Medine’ye girebildi…

Zâten vahiy de gelmişti: 

“Derler ki: ‘Medine’ye bir dönelim göreceksiniz, aziz olan, zelil olanı oradan dışarı atacaktır.’ Heyhat! İzzet, Allah’ın, Resûlünün ve müminlerindir. Ne var ki, münafıklar bunu bilmezler.” (Münafikûn Suresi, 63/8)

Bu âyetin nâzil olması üzerine Efendimiz (S.A.S.) Zeyd İbn Erkam’a “Kulakların seni yanıltmamış ey delikanlı.” dedi. Ayrıca Efendimiz (S.A.S.) yolda yarışmalar da yaptırıp onları iyi şeylerle meşgul ederek ufûnetli havayı bozdurmuştur.

Bütün bu yaşananlar M. Fethullah Gülen Hocaefendinin tabiriyle siyer felsefesiyle ele alınmalı ve mutlaka bu çeşit problemlerin çözümünde nurlu bir anahtar gibi istifade edilmelidir… 

SAFVET SENİH
21 Haziran 2017 12:38
DİĞER HABERLER