Murat Ülker'den çarpıcı açıklama

Murat Ülker'den çarpıcı açıklama
Fortune Türkiye tarafından Yılın İş İnsanı seçilen Murat Ülker patron değil baş mesul olduğunu söyledi.

Dergiye konuşan Ülker, "Reklamlarla ilgili 48 saatlik veto hakkım var. En son çikolata ile yıkanan adam olduğu için Dido reklamını veto ettim." dedi. Ülker, gençlere "dediğimi yapsınlar, yaptığımı yapmasınlar" tavsiyesinde de bulundu.


İngiliz United Biscuits'i alarak Türkiye tarihindeki en önemli yurtdışı satın almayı gerçekleştiren Yıldız Holding'in patronu Murat Ülker, Fortune Türkiye dergisine verdiği röportajda ilginç açıklamalarda bulundu.

Yaptığının patronluk değil 'baş mesul'luk olarak sorumluluk almak olduğunu ifade eden Murat Ülker, reklamlarla ilgili 48 saatlik veto hakkının olduğunu ve bunu kullanmadığı zaman hakkının yandığını açıkladı. Ülker en son olarak çikolata ile yıkanan bir adamın kullanıldığı Ülker Dido reklamını veto ettiğini söyledi.

İşte Murat Ülker’in Fortune Türkiye dergisi ile yaptığı röportaj:

Son altı yılda Godiva’yı, DeMet’s’i ve United Biscuits’i bünyenize kattınız. Ülker Grubu’nun hedefi nedir?

Hedefimiz başından beri aynı. Bana sorduklarında ben bisküvi ve çikolata üreticisiyim diyorum.

Peki, hedeflerinizde bir numara olmak ya da dünya pazarları için belirlenmiş bir strateji yok mu?

Böyle bir şeyi bizim holding olarak söylememiz yanlış olur. Dünyada bir numara olmaya siz karar veremezsiniz. Sadece işimizi iyi yapmaya çalışıyoruz. İş yaparken kaç para kazanacağız buna bakarız ama ondan sonra olaylara piyasa yön verir. Mesela, beş sene önce aldığım notlara baktım. Üç-dört kişi bir araya gelmiş ve bu satın alma meselesini konuşmuşuz. O gün de satın alma mevzusu olan markalardan biri UB, diğeri Godiva imiş.  Beş yıl boyunca bu konuyu takip etmişiz. Aslında Godiva’yı aldığımızda UB’nin satışı da söz konusuydu. Masada her iki marka da vardı. İkisinden birini alacaktık. O zaman yanımda yönetim kurulu üyesi Cengiz Solakoğlu ve Mahmut Kuşçulu vardı. UB zarar ediyordu. Marka için  “peştamallık parasını” (açıktan verilen para) ödemek gerekiyordu. UB tarafı da pek satmaya gönüllü değildi. Verdikleri rakamlardan satıcı olmadıklarını anladık. Sonunda Godiva’yı aldık. Ama UB’yi de unutmadık. Yedi yıl takipte kaldık. Aradan geçen sürede bu kez sıra geldi fırsat doğdu ve UB’yi aldık. Bu satın almada halkın, müşterilerimizin, bürokrasinin ve finans çevrelerinin desteği çok büyüktür, bunu özellikle söylemek isterim.

UB’nin satın almasında fonlama işlemi nasıl oldu?

Godiva’yı 2007’de 850 milyon dolara aldık. 600 mü, 700 milyon dolar mı borç alalım derken, sendikasyona gittik. Bize 950 milyon dolar verdiler. Tabii bu parayı almak marifet değil, geri ödemek marifet. Çok şükür ödedik.

Ne kadarını öz kaynaktan sağladınız?

UB’yi 3,2 milyar dolara aldık. Kesin olarak satın alma işlemi bitti. Sekiz günde tamamlandı. Şartları da konuştuk. Artık sahibiyiz. Özkaynaktan sadece yüzde 10 kadarını kullandık. Para cepte güçlü. Bankalar teveccüh gösterdi ve fonladılar. Zor bir işti. Süre kısaydı. Zaten ben de bu yüzden bankacılıktan çıktım.

Evet, bir de bankacılık serüveniniz var. Nasıl sona erdi?

Faysal Finans ile başladım sonra Family Finans oldu. Sonra Anadolu Finans ile birleştirdik ve Türkiye Finans Katılım Bankası oldu. Bankaya 100 milyon TL harcadık, 2 milyar dolara sattık. Geçenlerde satın alanlarla konuştum. Oldukça mutlular. Biraz hissemiz kaldı. Onu da satmak istiyoruz.

Tekrar bu satın almaya dönersek, United Biscuits’in daha önce Ülker’i satın almak istediğine dair duyumlarımız var. Bu doğru mu?

Hayır, almak isteyen UB değildi. Rowntree Macintosh markası idi. İskoç kökenliydi. Çok güzel kombinasyon mallar yapıyorlardı bizim gibi. Takibimizde olan bir markaydı. Çok uzun yıllar önce onlar bizimle görüşmek istediler. Sabri Bey’in en büyük prensibiydi, kimseyi geri çevirmezdi. Geldiler. Oturduk masaya. Onların ürünlerini ve bizim ürünleri sıraladık. Bizi satın almak istiyorlardı. Ürünlerimizi pazarda kaç liradan sattığımızı söyledik. “Biz beş sene sonra gelelim” dediler (gülüyor). Ardından da Nestlé ile görüştüler ve Nestlé 1988’de onları satın aldı. Bu birliktelikten bugünkü Kit Kat doğdu. Türkiye’de onun muadili Dido çok satılır mesela. Ama elbette büyük bir markadır Kit Kat ve yılda milyarlarca dolar satış yapar.

Siz de Dido ile farklı stratejiler geliştirdiniz. Pazarda sanırım farklı çeşitleri var. İkili olanları…

Tabii biz de ikili, üçlü çeşitlerini yaptık. Ayrıca yurtdışında farklı piyasalara göre farklı ürünler üretiyoruz. Bir örnek daha vermek gerekirse Sabri Bey’in uzun yıllar önce yakından takip ettiği National Biscuits Company - Nabisco şirketi vardı. Hem ürünlerini hem iş stratejilerini yakından takip ederdi. Mesela Nabisco Amerika’da “DSD- direct store delivery-doğrudan mağazaya teslim” diye bir sistemi hayata geçirmişti. Aramızda biz de bu sistemi Türkiye’ye getirmeyi konuşurduk. Türkiye’de bunu ilk hayata geçiren biz olduk. Nabisco’nun o dönemde Amerika’da 4 bin arabası vardı. Biz de sistemin benzerini distribütöre yaptırdık. Daha sonra da geliştirdik. Bir süre sonra duyduk ki Nabisco’yu Amerikalı KKR almak istiyordu. 1980’lerin sonu, 1990’ların başıydı. Biz de Sabri Bey ile kalktık Londra’ya gittik. Nabisco’nun doğu ayağına teklif verdik. Sonuçta, teklif veren diğer şirketler Nabisco’yu aralarında paylaştılar.

UB satın almasına dönersek, bu satın alma UB’yi ve Ülker’i nasıl bir konuma taşıyacak?

UB satışından birkaç gün önce son bir yönetim kurulu toplantısı yapmışlar. Yönetim ekibi toplantıda “Bizi Yıldız Holding’e satın” demiş. Bisküvide biz dünya 14’üncüsüydük onlar ise altıncı sıradaydı. Yönetimin bizi istemesinin nedeni birbirimizi tanımamız ve bizim yedi senedir onları yakın takibe almamızdı. Ama bunların ötesinde şahsi iletişimimiz nedeniyle İngiltere’de birlikte o kadar çok maç seyretmişizdir ki… Hepimiz bir mahallenin çocuklarıyız. Sayımız belli. Birbirimizi tanıyoruz. Mesela en büyük rakiplerimizden Ferrero’nun işlerin başındaki küçük oğlu, UB satın almasından sonra telefon açtı ve tebrik etti. Ben de şimdi mesela onun çocuğu olsa bir adet altın gönderirim. Aramızdaki ilişki böyle. Pazarda sürekli karşı karşıya gelmeyiz ama asla da davalık ya da mahkemelik olmayız. Rekabet etmeyi severiz. Pazarda rekabet insanı geliştirir. Boks maçı gibi düşünün bunu. Ringde birbirinizle temas ediyorsunuz. Piyasada rekabet böyledir. Burada önemli olan güvenilir ve sözünün eri olmaktır.

Peki diğer büyük satın almanız Godiva’dan memnun musunuz?

Elbette her şey gayet iyi gidiyor. 850 milyon dolara aldık. Bunun 450 milyon dolarını peştamallık parası olarak verdik. Şimdi 1 milyar doların üzerinde ediyor. Değer katarak ilerliyoruz. Sorun yok.

Peki, bu markaların Türkiye’de fiyatları ve ambalajları açısından UB ve Godiva’da nasıl bir işbölümü yaptınız?

Müşterek kararlar vererek ve müşterek çalışarak devam edeceğiz. Mesela Godiva’nın Sin Cake ürünü var. Henüz Türkiye’de yok. Yeni getireceğiz. Lezzet olarak diğer ülkelerdekinden farklı olacak. Japonya ya da Pasifik’teki tattan farklı olacak. En son bana tattırdılar. Şefleriyle konuştum. Nasıl olması gerektiği konusunda fikrimi söyledim.

Her ürünü tadar mısınız?

Her ürün onayımdan geçer. Nasıl bir şey olur da insanların hoşuna gider diye bakarım. Bir restoranın menüsünü oluşturmak gibi bir şey bu. Elbette tüketiciye de soruyoruz. Sonra ticari olarak üretmeye başlıyoruz. Ürünün üretim aşamasında ve sonunda ürün hakkında tadım yapılır. O kişi benim. Ürünün başında ve en sonunda ben varım. Farklı fikirlere de açığız elbette. Tüketici dahil çalışanlarımıza kadar herkesin önerilerini dinleriz. Aynı şekilde yurtdışında da her şeyi takip eden ekiplerimiz var. Ama mesela ben yurtdışındayken, elimden geldiğince marketleri gezerim. Fiyatlara bakarım. Bunları yapmazsam pazartesi toplantıda bana hesap sorarlar. Rapor yayınlarlar. İşlerimi yapmadığım için beni eleştirirler. Şunları yaptım diye kendime not veriyorum. Geçen seneye göre ne yapmışım, aradaki performansım, hepsi çalışma arkadaşlarım tarafından değerlendirilir. Notlar verirler. Notlarım çok iyi değil. Okulda da öyleydi. Genelde 7-8 alırım. İşin toplamından 10 alırım (gülüyor).

2013’te ABD’li şeker devi DeMet’s Candy için 221 milyon dolar ödediniz. Aldığınız ilk sonuçlar ne yönde?

Bu rakam kaç tane çikolatalı gofret yapar? Günde 2 milyon gofret satılıyor.

DeMet’s’ten sonra mı Ülker Çikolatalı Gofret’in fiyatı arttı?

Fındık kıtlığı oldu. Fındık dondu. Fiyat da arttı tabii. Ülkede fındık mı kaldı? Eskisi gibi yok. Dolayısıyla fiyatlara yansıdı.

Ürünleri tadıyorsunuz. Her aşamasında karar verici durumdasınız. Son kullanıcısınız…

Aslında yaptığım patronluk değil, “baş mesul” olarak sorumluluk almak. Benim mesela ürünlerle ilgili reklam kampanyalarını ve ürünle ilgili her türlü kararı veto etme hakkım var. Bunun da süresi var: 48 saat. Hakkımı kullanmasam, yanıyor. Mesela en son şöyle bir olay oldu. Reklam ajansımız Dido ile ilgili bir reklam çalışması yaptı. Dido’nun yoğun çikolatalı olduğunu anlatmak istemişler. Bunun için de bir araba yıkama istasyonunda adam yıkama yerine giriyor ve çikolata ile yıkanıyor. Seyrettim ve böyle bir reklama izin veremeyeceğimi söyledim. Çünkü nimet olan bir şeyi reklamda böyle kullanamazsınız. Veto yedi. Dünya kadar para harcanmıştı. Sonra değiştirmiş şekilde tekrar geldiler. “Adam bu işi rüyasında görmüş” gibi olsun dediler.

Çok veto ettiniz mi?

Çok değil ama eğer sayı artarsa zaten bir problem vardır. Buna bakmak lazım. Mesela yönetimde çeşitlilik toplantısı yapıyoruz. Ekiplerle çalışırken bazı organizasyonlar vardır. Ben buna “birbirine karıştırmak” diyorum. Orada üst seviyede biri de olabilir. Farklı görevlerde yöneticilerle aylardan beri çalışıyoruz.

Son beş yılda çok önemli satın almalar yapıldı. Yeni dönemde bu şirketlere yönelik strateji ne olacak?

Uno’nun sahibi Hasip Gençer, 1990’da kurduğu ve Uno markasıyla bilinen Unmaş’ı 1997’de Doğuş Grubu’na satmıştı. Firmayı beş yıl sonra Turkven Private Equity’nin yüzde 50 ortaklığı ile tekrar satın aldı. Daha sonra da Turkven’deki hisselerinin tamamını satın alarak Unmaş’ta tek patron oldu. Bana da Uno’yu satmak için gelmişti ama o zaman aklımızda ekmeğe girmek yoktu. Ama aradan geçen sürede bu kez ben Hasip Bey’e Uno’yu almak istediğimi söyledim. O da bana sattı. Uno ile Türkiye’de pek çok yeni fabrika açtık. Ama şu anda en yeni girişimimiz, donuk ürünler. Yabancıyla ortaklık yapıyoruz. Donuk halde üretilen ürünler, pişirilip servis ediliyor. B2B servis diyoruz buna. Tüketici bunu görmez. Geçende eşim bir patisserie’ye gitmiş ve donuk mamullerden tatmış eve de getirmiş. Bana da tattırdı. Ben de bunlar bizim dedim. Meğer bizim satış yaptığımız pastaneden ürünleri almış. Ürünler çok da sağlıklı. Bunun dışında işimizin tek bir yönü var. Kendimize hedefler koyduk. Ucuza bulduk alalım diye bir stratejimiz yok. Babamın bana nasihatidir, “İstanbul’da milyon insan var. Sana bir sürü teklif gelir. Sadece bunları takip etmek bile zor. Sen kendi işine odaklan ve kendine uygun fiyata al” derdi.

Derby ve Tokai satın almanız ilginç. Gıda değil, içecek değil…

Orası Yıldız Holding değil. Mesela sizin basında da aynı sistem var. Hem dergi hem de gazeteleriniz var. Biz de öyleyiz. Gıda işimizi Yıldız Holding olarak yapıyoruz. Zaten bu yüzden Gözde Girişim’i kurduk. Bu tür dışarıdan takip ettiğim işleri, gıda dışı işleri, ayrıca farklı bir şirket üzerinden takip edelim diye kurduk. Çünkü eskiden gelen işlerim ve yeni yapmayı düşündüğüm işler var. Mesela UB’yi satın alırken iki fondan aldım. Halka açık Blackstone ve PAI. Onlar da başka bisküviciden almışlar ve satmışlar. Ben de o işi yapıyorum Gözde de. Yerli olmamın avantajını kullanıyorum.

Bir de Kökler Holding diye bir şirketiniz var...

Kökler Holding ben, eşim ve çocuklarımın. Ablam ve çocuklarının da Us Holding’i var. Yıldız Holding ve Gözde’nin sahipleri de şirketler olsun istedik. Şahıslar olmadan aile işimiz olsun dedik. Yarın kurumsallaşmış şirketler olarak halka açacağız. Kısaca Kökler’in sahibiyiz Kökler de işlerimizin sahibi.

Gözde Girişim’în çok değişik alanlarda irili ufaklı yatırımları var. Satacağınız şirketler, çıkacağınız alanlar olacak mı?

Kenarda bir miktar paramız var. Bu işin kasası olmalı. Kenardaki parayı global marketlerde kullanıyoruz. Yurtdışında yatırım yapıyoruz.

Peki Şok’u halka arz edecek misiniz?

Elbette sırası gelince Şok halka arz olacak. Perakende iş olduğu için tedarikçi olduğumuz için satış şirketlerini halka arz etmek istiyoruz. Bizim Toptan’da bunu yaptık. Mesela piyasada kaybolmak üzere olan ara toptancıları ihya ettik. Bakkalların bağımsız kalabilmesi için çalıştık. Kuyumcular nerede; Kapalıçarşı’da. Başka yerde de aramazsınız. Bir mahallenin de lokasyonu neresiyse bu işte de böyledir. Hedefimiz piyasadaki dengelerin değişmeden muhafazasını sağlamak. Şok ayakta kalmalı. Bizim Şok Marketler’in piyasada düşük bir piyasa hakimiyeti vardır. Büyük olan bakkallar, lokasyon açısından iyi iş çıkarıyorlar. Herkes rakiplerinden daha iyi olmak zorunda. Şok marketler halka açıldığında daha fazla kazanacaktır. Bağımsız kalabilmek lazım.

Godiva ve UB’de yönetim kurulu üyeleriyle ilgili nasıl bir çalışma yaptınız?

Godiva’da yabancı yönetim kurulu üyeleriyle çalışıyoruz. Yönetim kurulu üyelerimizden biri Domino’s Pizza’nın da yönetim kurulunda. Ciddi bir sinerji ortaya çıkıyor. Bunun dışında Estée Lauder’in Başkanı Fabrizio Freda ve yönetim kurulu üyeleriyle müşterek çalışıyoruz. Benim danışmanım Rose Marie Bravo aynı zamanda Estée Lauder yönetim kurulu üyesi. Çin’de iş yapıyoruz, onlar da Çin’de iş yapıyorlar. Senede birkaç kez Fabrizio ile bir araya geliyoruz. Çok iyi bir etkileşim oluyor. Mesela gelip burada yönetim kurulu toplantıları yapıyorlar. Beni de kahvaltıya davet ediyorlar, ben de gidip Türkiye ile ilgili merak ettikleri sorulara cevap veriyorum. Kahvaltıyı da bedavaya getiriyorum.

Çıkmayı düşündüğünüz sektör var mı?

Bisküvi ve çikolata bizim ana işimiz. Diğer işlerimizi yönetmek için Gözde’miz var. Gözde ticari fırsatlara bakar.  Şirket tarihinde ne yazacak sonra? Sürekli aldı sattı mı? Tarih Yıldız Holding ve gıda işimizde yazılacak.

Şok ile birlikte bazı satış noktalarını kapattınız...

Lokasyona bakıyoruz. İş yapmıyorsa kapatırız. İşte duygusal olmamak lazım. İlla bu işi yapacağım diye bir ısrar da anlamsız.

Uzaktan da olsa pek çok şirketi takibe aldığınızı biliyoruz. Önümüzdeki dönemde yurtdışında/yurtiçinde yeni satın almalar görecek miyiz? Gündeminizde yeni sektörlere girmek var mı?

Her zaman takipteyiz. Mesela satın almaların dışında satmayacağımız işler var. Ülker’i satmayız. Godiva’yı satmayız. İyi para verseler de satmam. Müşterilerim, rakiplerim prensipte benden akıllıdır hata yapmazlar. UB’yi de satmayız, daha yeni aldık. Bütün bunlardan sonra şunu söyleyebilirim ki,  işlerime âşık değilim ama yaptığım işi seviyorum, severek yapıyorum.

Peki servet mi, değer mi?

İkisini de istemiyorum. Meşgalem olsun diye işlerle uğraşıyorum. Helalinden mutlu bir işimiz var. Herkes mutlu. Yıllar önce Kraft, Ülker için iyi para teklif etmişti. Kraft’a Sabri Bey “Kaç para vereceksiniz?” dedi. “O en kolay şey” dediler. “Adamın aklında bir para vardır. Biz bir fazlasını veririz” diye düşündüler sanırım. Yani açık çek sundu bize. Henüz Kraft Türkiye’ye gelmemişti. Sonra Sabancı ile geldi. Şimdi geldiğimiz noktada bizim her işimiz 1 milyar dolar. Neyse, toplantıda hemen cevap vermedik. Sabri Bey, “Namaz vakti” dedi. Yıldız’da bir camiye gittik. Çıkışta fikrimizi sordu. Kuzenler satmaya sıcak baktı. Eniştem Orhan Bey ise farklı cevap verdi ve dedi ki; “İyi güzel satalım ama ondan sonra ne olacak? Bize işiniz ne dediklerinde ne söyleyeceğiz” dedi. Bana sordu babam, ben de “Ülker’i satarsanız, oturur kitap okurum” dedim. Toplantıya döndük. Sabri Bey,  “Ne kadar istiyorsunuz?” dedi. “Yüzde 50-50 istiyoruz ve birkaç sene sonra da hepsini alacağız” dediler. Sabri Bey bu kez, “Sanayi Odası istatistik yayınlıyor her sene. Eğer yapılan sıralamalardan 25’inci şirket olarak çıkarsak mesela 23’üncü, idare bizde kalsın. Yok eğer sıralamamız 25-26 olursa idare sizde olsun” dedi. Onlar yine “Çoğunluğu istiyoruz” dediler. Biz de “O halde selametle” dedik. Talibimiz çok yani...

Turkcell konusunda neden bir anlaşmaya varılamadı? Turkcell olmadığı için mi UB  gündeme geldi?

Gözde Girişim olarak Çukurova’nın Turkcell’deki hisselerini finanse etmek istedik. Ziraat Bankası verdi. Şapkalarımdan biri çünkü yatırım yapmak. Bu Yıldız Holding’in işi değildi. Turkcell ile böyle ilişki kurmak iyi olacaktı. Çünkü çağ değişiyor. Devir teknoloji devri. Kenardaki paramızı değerlendirmek istedik.

Bir de Cola Turka var. Müthiş bir hamle yaparak pazara girdiniz. Ne durumdasınız?

Pazarda güçlü bir lider var. Bizim de iyi bir pazarımız var. Beklentilerimiz doğrultusunda bir pazar payına sahibiz. Benim kriterlerime göre başarılı.

Sanata sanat mı yoksa “yatırım” gözüyle mi bakıyorsunuz. Mavi Senfoni’den sonra ufukta yine ses getirecek yeni bir “sanat yatırımı” var mı?

Geçenlerde Amerika’da başıma şöyle bir olay geldi. Bir kamyon park yapmış. Brandası açık ve içinde Zambiya’dan getirilen çok özel el emeği bir kamyon dolusu yontu var. Getirdikleri kişi aralarından seçiyormuş meğerse. Ben de aldım birkaç tane. Yani böyle hoşuma giden işler olursa alırım. Bunun dışında şu anda Mavi Senfoni İstanbul Modern’de sergileniyor. Bundan sonrası için önüme gelen sanat eserleri beni heyecanlandırıyorsa satın almayı düşünürüm.

Peki hayata dair keşkeleriniz var mı?

Pişman olduğum hiçbir şey yok. Ama babam bu kadar para verdiğimiz için kesin kızardı. Bununla ilgili bir anımı paylaşmak isterim. Yurtdışında fındık depolama tesisi örnekleri gördüm. Türkiye’ye teknolojiyi getirdim. Fındıkları çuvallara koymadan, silolarda depolama imkanı sağlanıyordu. Özellikle Giresun fındığı çok kaliteli bir fındık türüdür. Bu fındığı Çokonat’ta ve Ece’de kullanıyoruz. Tesisi 2,5 milyara kurdum. Sabri Bey çok kızdı. Başkaları da alay etti. Amerikalılar bile dalga geçti. İlk etapta bu benim için “Keşke olmasaydı” dediğim bir iş oldu. Sonuca gelelim… O sene de, bu sene olduğu gibi kıtlık oldu. Fındığın depodaki fiyat farkı, tesisin maliyeti kadar etti. “Veladdalin amin” dedik. Sonra Sabri Bey’e söyledim. Hiçbir şey söylemedi. Yurtdışında alımlarla ilgili yaşadıklarımı da anlattım, ne diyecek diye bekledim. “Bekleniyordu zaten” dedi. İyi mi dedi, kötü mü dedi halen anlamam.

Rol modeliniz Sabri Ülker mi?

Herkes benim rol modelim. Benim basit bir yöntemim var. Okulda da hep eksi alırdım. Matematikte teoremin ispatı vardır. Kitaptaki örnekli ilk problemi çalışır sınava girerdim. Hoca da maalesef sonraki problemi sorardı. Ben bilemezdim. İşte babam da beni 80 yaşındaki adamlarla arkadaş ederdi. Ben de onlardan çok şey öğrenirdim. Yani herkesten öğrenebilir insan. Eğer yeterince yararlanamıyorsam modifiye eder, kenara koyarım.

Gençlere tavsiyeleriniz...

Dediğimi yapsınlar, yaptığımı yapmasınlar.

Peki bugüne kadar Türkiye pazarı mı sizin için zordu, yurtdışı pazarlar mı? Sizce Türkiye istikrarlı bir pazar mı?

Karadeniz’de kış günü tekneyle battım. TV’de belgesel seyrederken Kaptan Jacques-Yves Cousteau’yu izlerken bile nefessiz kalırdım. Sonra gittim dalgıçlık eğitimi aldım. Dünyanın her yerinde daldım. Kaç fırtınada direklerim kırıldı. Fırtınalardan geçtim. Battıktan sonra artık bir daha da korkmuyorsunuz. Türkiye’de o yüzden hiçbir şeyden korkmuyorum. Mesela Çin’e yatırım yapacağım dediğimde, “Olmaz” dediler. “Japonya’dan kriz geliyor, tehlikeye atma!” dediler. Şimdi de diyorlar ki; “En doğru şey Çin’e yatırım yapmaktı.” UB’de de öyle yapıyorum şimdi. Benden para kazanan insanlar bağımsız insanlar. Türkiye’de korkulacak bir şey yok. İstikrarın sözlükte karşılığı sıkıcı bir durum. İstikrarlı pazarlar büyümez. Pazar küçülür. Karşılığında Türkiye’de sektör çift haneli büyüyor. Mesela petrol fiyatları düştüğünde bizde bayram olurken, yurtdışındaki yatırımlarımız bundan olumsuz etkileniyor. Fabrikalarımız etkileniyor. Gümrükler artıyor. Risk alırken kısaca hesabımız şu: Ana işimiz dediğimiz iş, fabrika ve makinelerimiz, markalarımız bizde kaldığı takdirde bütün borçlarımızı ödeyebiliyor muyuz, buna bakıyoruz. Bunu aşmıyoruz. Bunu aşarsak kendi adımızı riske etmiş oluruz. Özgürlük formülüm bu. Bir gün çalışanlarıma “Arkadaşlar işe gelmiyoruz. Kapatıyoruz” dediğimde fabrikalarım ve markalarım bedavaya elimde kalır ve tüm borçlarımı da öderim. Bu da beni rahatlatıyor. Başka türlü minnet edersiniz herkese…

Harvard Üniversitesi Toplum Sağlığı Fakültesi’ne yaptığınız bağışla dikkat çeken bir sosyal sorumluluk adımı attınız. Önümüzdeki dönem Sabri Ülker Vakfı’yla benzer sosyal sorumluluk projelerinde rol alacak mısınız?

Burada da amacımız memleket insanını yetiştirmekti. Bizde eğitim okulda başlıyor. Türkiye’de bakıyorum sürekli bir inovasyon meselesi var. Bu tıpkı yolda gezerken tesadüfen rastgele bir şey bulacakmışız gibi tuhaf bir durumu çağrıştırıyor. Türkiye’de mümbit bir saha yok. Öğrenip geliştirirsek, bunu başarabiliriz. Bu hamlemizle yabancı bilimadamları Türkiye’ye gelecek. Karşılıklı etkileşim olacak. UB’yi aldığımda gösterilen ilgi, laboratuvar aldığımda da gösterilmeli. Mesela gıdaların yararlarıyla ilgili araştırmalar yapılıyor. Şimdiye kadar yapılan araştırmaları herkes kendine göre yorumladı. Böyle bir şey yok. Şeker ile ilgili doğru dürüst araştırma yok. İlliyet ilişkisine bakılmıyor. Mesela son araştırmalara göre kilosu az olan kadınlar günde bir adet çikolata yiyormuş. Ama neye göre? Kısaca bilimsel araştırma yapmak için çok önemli bir sürece ön ayak olduğumuzu düşünüyoruz.

Eğitimcinin eğitimli olması çok önemli bir konu…

Mesela ben edebiyat dersinde aruz veznini öğrenemedim. Hocamız işini severek yapmazdı. Bu nedenle öğrenemedim. İçimde ukdedir. Biz ailece okumaya, öğrenmeye önem veriyoruz. Bir anımı yine paylaşmak isterim. Sabahları babam erken uyanır, beni de ders çalışayım diye uyandırırdı. Kendisine sabah kahvesi yaparken bir tane de bana yapardı. O da babasından böyle görmüş. Babası da ona yaparmış. Dedem Fatih Medresesi’nde okudu, öğretmen oldu. Sonra Kırım’a gidip geri döndüğünde öğretmenlik yapamadı. O da Sokullu Kütüphanesi’ne müstahdem oldu. Orada kitapları düzenleme işi verirler. Kitap okumaya başlar. Okul yok talebe yok. Her sabah okula gidecekmiş gibi dersine çalışır ve kitap okurmuş. Kendimi tazeliyorum dermiş dedem. Kısaca eğitim işi ailemizde çok önemsenir. 

 

03 Aralık 2014 11:48
DİĞER HABERLER