Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz 'Nasıl anlamamalıyız?' başlığıyla dikkat çeken bir köşe yazısı kaleme aldı.
Bazı sözleri ve bazı rivayetleri nasıl anlamalıyız ve bazan da nasıl anlamamalıyız? Üstad Bediüzzaman Hazretleri “Beşinci Şua” isimli Risalede, bilhassa deccal, süfyan ve âhir zaman ile ilgili konulardaki rivayetlerin tevilini anlatıyor:
Mesela İslâmiyet’e düşman bir şahsın eli delik olacağına veya alnında “Hâzâ Kâfir” yazısı bulunacağına dair rivayet var. Bunu aynen böyle insanlar anlayacak olursa ne olur? Alnında “Bu kafirdir” yazısı bulunan ve eli delik olan bir insanın peşinde kim gider.
Veya “Âhir zamanda İsa Aleyhisselam gelir, Deccala karşı kılıcı çekip, zıplar ancak dizine kadar çıkabilir.” deniliyor. Buna göre, deccalin minare kadar boyunun olması lâzım gelir. Öyle olunca da minare boylu bir deccalin peşine kimse takılmaz. Yani böyle bir durum imtihan sırrına terstir. Onun için bu rivayetlerin bir tevili, bir yorumu olması gerekir. İşte Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin yazdığı Beşinci Şua Risalesi, bu rivayetlerin anlatmak istedikleri mânaları anlatmaktadır. Çünkü Bediüzzaman Hazretleri “Muhakemat” isimli eserinde diyor ki: “Eğer, akıl ile nakil çatışıyor zannedilirse, akıl esas alınır, nakil ise te’vil olunur.”
Meselâ bir hadis-i şerife göre, bir zâlim kadın, bir kediyi aç bıraktı… Yiyecek vermediği gibi, karnını doyurması için dışarıya da bırakmadı. Kedi de açlıktan öldü. O kadını Allah (fî hirratin) yani kedinin içinde cehenneme attı… İfadeye göre kadını kedinin içine soktu ve ikisini beraber cehenneme atmış diye anlaşılıyor. Bunu akıl kabul etmiyor. Çünkü kedinin bir günahı yok. O zaman şöyle tevil etmek gerekiyor. “fî hirratin, demek, li hirratin, demektir. Yani kedi yüzünden, kedi sebebiyle… Arapçada fî, li gibi harf-i cerler birbirinin yerine kullanabilir. Bir de burada şöyle güzel bir mâna da hatıra geliyor: Kedinin günahı o kadını çepeçevre öyle sarmış ki, sanki o günahlı vücud kedinin bir zarfa benzeyen varlığının içine sarılıp öylece cehenneme atılmış… Onun için “fî hirratin” denilmiş.
Prizma-I’de M. Fethullah Gülen Hocaefendi diyor ki: “Geleceği kucaklamayı planlayanlar, oturup O’nu (Yani Hz. İsa Aleyhisselam) bekleyeceklerine kendilerini ona asker olarak, yetiştirme gayreti içine girmelidirler. Tâ ki geldiğinde hazır olan mensuplarının başına geçebilsin. Zaten o, baskılarının ekstradan beklediği icraatı da, ancak o zaman yapabilir. Bir başka ifadeyle, o Şam’da Ak Minare’den indiği gün Ak Atına binsin, gelip Sultan Ahmed’in şadırvan avlusuna girsin, her kılıç sallayışında birkaç puthaneyi yerle bir etsin, sonra da Sultan Ahmed’in minarelerinin arasındaki ipe tıpkı bir mahya gibi getirip kılıcını assın… İnsanlar da kıyamete kadar bu muhteşem zafer sembolü mahyayı seyretsin… Herşey böyle harikalar kuşağında cereyan etse yine herkesin kendini bu çizgide yetiştirmesi şarttır. Ne olursa olsun, âhir zamandaki diriliş, hâl-i leyyin, tavr-ı leyyin, kalb-i leyyin, ayrılmaz vasıfları olan Hakk erleri tarafından gerçekleştirilecektir.”
Bu mecazî, bu kinaî, bu işarî ve rumuzlu ifadelerin elbette tecile ve tabire ihtiyacı vardır. Siz bunu aynen alırsanız, realite ile çalışan noktalar karşınıza çıkacaktır. Onun için Üstad Hazretlerinin Hadis usülûne kazandırdığı ilmî gerçeklerle meselelerin ele alınması gerekir.