''Her zamana hitap eden Kur’an acaba bugün bizlere, insanlığa ne söylüyor? Üçyüz bin altıyüz yirmi harfiyle sonsun mânalar ifade eden her çağa dertlerine derman olan Kitabımız açana insanlığın bu problemlerine nasıl bir reçete yazıyor?''
Nasıl bir projeniz var?
ABDULLAH AYMAZ
Çoktandır, dünyada şu gidişatın yanlışlığını görüp kafamızı bir duvara toslamamak için çare düşünerek bu durumdan kurtuluş yolları arayanların varlığından haberdarız…
Son olarak bir arkadaşımız Kanada’da çıkan bir dergiyi gösterdi. Dergi ağacı andıran bir görüntü içinde günümüzün tehlikelerini karikatürleştirmiş.
Deniz diplerindeki teknoloji atıklarının balıklardan fazla olduğu ve küresel ısınmanın tehdidi altında bulunduğumuz, borçsuz ülkenin kalmadığı bütün eşitsizliklerin, temelinde faiz sisteminin olduğu, zengini daha zengin, fakiri daha fakir eden bu sömürgeci zâlim ve vahşî sistemin neticesi, bütün dünyada yüzde bir azınlığın, bütün yüzde doksan dokuz çoğunluktan daha fazla bir ekonomik güce sahip olduğu ve oranın gittikçe sömürenler lehine ilerlediği vs… meseleler bu karikatürde ifade edilmiş…
Peki her zamana hitap eden Kur’an acaba bugün bizlere, insanlığa ne söylüyor?
Üçyüz bin altıyüz yirmi harfiyle sonsuz mânalar ifade eden her çağa dertlerine derman olan Kitabımız açana insanlığın bu problemlerine nasıl bir reçete yazıyor? Bütün bunlara karşı Müslümanların nasıl bir projeleri olmalı diye düşünmemiz gerekiyor. Evet, bir medeniyet projemiz olmalı.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri kurulacak medeniyetin esaslarını şöyle tesbit ediyor. Medeniyetin dayanma noktası, kuvvet değil hak olmalıdır. Çünkü hakka dayanmayan bir kuvvetten tecavüzler, taarruzlar ve hıyanetler çıkar. Halbuki dayanma noktası Hak olursa, adalet ve dengeli davranış ve muameleler ortaya çıkar, bunlardan selamet ve huzur doğar.
Bu medeniyetin hedefi ve kastı menfaat yerine fazilet olması gerekir. Çünkü menfaat ve çıkarları düşünmekten karşılıklı hasımlık, düşmanlık ve birbirini sıkıntıya sokma kötülükleri meydan alır.
Bunlardan da cinayetler çıkar. (Bilhassa güçsüz ülkelerin yer altı ve yer üstü zenginliklerini sömürmek için bazı medeniyet temsilcileri bilhassa Afrika gibi ülkelerde akıl almaz zulümler ve cinayetler işlemişlerdir. Sonra kendi aralarında menfaat çatışmaları olunca Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında milyonlarca insanı katletmişlerdir!..) Halbuki medeniyetin hedefinde fazilet olursa (bilhassa imanlı fazilet) insanlar arasında muhabbetler, huzur ve sükun olacak, düşmanlıklar da kalkacaktır.
Bu medeniyetin hayattaki kanunu (Lamarkçıların dediği gibi, sadece güçlülerin kazandığı) bir mücadele yerine yardımlaşma düsturu olmalıdır. Çünkü mücadele (evrimcilerin anladığı mânada bir cidâl) çekişme ve çatışmayı, itişme ve kakışmayı da beraberinde getirir.
Bundan da sefâlet çıkar. Halbuki cidâl-kıtâl yerine yardımlaşma düsturu esas alınırsa, bundan birleşme, dayanışma doğar ve toplumlar hayatlanır, canlanır.
Bu medeniyetlerin, kavimler ve milletler arasındaki kabul ettiği irtibat ve bağın başkaları aleyhine uyandırılmış bir ırkçılık olmaması lazımdır. Çünkü böyle bir anlayış başkalarını yutmakla beslenip kuvvetlenecektir.
Böylece menfi milliyetçilik, ırkçılık, müthiş vuruşmalara, feci tokatlaşmalara sebep olacak, bundan da insanlığın helâket ve felâketi hazırlanmış olacaktır. Kitlelerin içinde birleştirici bağın, dinî, vatanî sınıfî alâkalar, imanî bir kardeşliğin olması, ırkçılığın reddedilmesi gerekir. İşte böyle bir râbıta, samimî bir kardeşliği, umumî bir selâmet ve huzuru kazandırır.
Dışarıdan bir tecavüz gelirse, elbette müdafaası yapılır.
İşte İslamiyet böyle bir medeniyet anlayışını kabul eder. Yoksa insanların yüzde seksenini meşakkatler ve bedbahtlıklara atan, yüzde onunu dışı süslü ve yaldızlı bir saadet görüntüsüne sokan, diğerlerini ara yerlerde, ortalarda bir yerde tutup rahat yüzü göstermeyen, ticaretin bütün kâr ve gelirlerini zalim, merhametsiz bir azınlığa veren bir medeniyet anlayışını İslâmiyet kabul etmez.
İslamiyete göre saadetin bütün herkese pay edilmesi gerekir. Hiç olmazsa insanların ekseriyetine bir saadet temin edilmelidir. İnsanlığa rahmet olarak inen Kur’an, ancak böyle bir tarzdaki medeniyeti kabul eder. Evet saadetin umuma ve herkese, hiç olmazsa ekseriyete ve çoğunluğa olması lazımdır.
İşte bu esaslara göre, Müslümanların insanlığı helâket ve felâketten kurtaracak bir projelerinin olması icap ediyor. Bu hususta yetişmiş elemanlar, dünyayı tanıyan bilim insanlarımız, Batıyı ve İslamiyeti incelemiş beyinlerin var olduğunu zannediyorum.
Hem de bunlara çok büyük işler ve hizmetler düştüğüne inanıyorum.