Nasipsizler ve Dinlenme şekilleri

Bizler mutlaka Kur’an’ın bu prensibine aynen uymaya çalışmalıyız…
SAFVET SENİH- SAMANYOLUHABER.COM 


“İman edip Rasûlün hak olduğuna şehadet getirdikten ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra inkârcılığa sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder ki? Allah zâlimler topluluğunu doğru yola hidayet etmez” ( l-i İmran, 3/86)  âyeti hakkında M. Fethullah Gülen Hocaefendi diyor ki: “İyiyi bütün güzellikleriyle görüp kötüyü bütün şenaatleriyle müşahede ettikleri halde kötüye, çirkine ve küfre taraftar olan zâlimlerin ve inkârcıların yanında yerlerini alan insanlar, haddini bilmez, inhiraf içinde zâlim insanlardır. Bunlar cibilliyetleri bozulmuş, hidayet kabiliyetlerini köreltmiş öyle talihsizlerdir ki, İlahî âdetine göre Allah, bu türlü kimselere hidayet nasip etmez, onları asla ve kesinlikle doğru yola iletmez. Nasip etmez çünkü bunlar İslam’ın kudsî câzibesinden merkezkaç bir hareketle uzaklaşma sürecine girdikleri için, hep uzaklaşmanın gerektirdiği ruh hâleti içinde olacak ve hep ayrıldıkları merkezi suçlayacak, karalayacak ve dolayısıyla da kendi tabiî renklerini aşkın şekilde kararacaklardır. Böyle yapmakla güya tanıdıkları ehl-i imanı, onları bilen içlerinden birileri gibi olumsuz şekilde deşifre ederek inkâr ve küfür cephesinin moralini yükseltip onları sevindirecek, müminleri de hayal kırıklığına ve kedere boğacaklardır. Ayrıca Allah katında, diğer dinlere nisbeten ışığı, vâridatı ve vadettikleri güneşler mesabesinde olan İslâmdan ayrılmakla, hep arayış içinde olacaklar; ama daha parlağını bulamadıklarından dolayı da ömürleri bir bulunmazın arayışında tükenip gidecek, yol ve erkân bilmeyen şaşkın kitlelere de fena bir örnek teşkil edeceklerdir.”

“(O halde) bir işten boşalınca hemen (başka) bir işe koyul.” (İnşirah Suresi, 94/7) âyeti hakkında M. Fethullah Gülen Hocaefendi, Müslümanın hayat, çalışma ve dinlenme anlaşyışlarının çerçevesini çizen ve muhtevasına işaret eden bir güzel yorumu şöyle ortaya koyuyor: “Bu âyet-i kerime, Müslümana önemli bir HAREKET  FELSEFESİ  ve bir  HAYAT  DÜSTURU sunuyor. Evet mümin her zaman hareket halinde olmalıdır. Çalışırken hareket, dinlenirken hareket… Bir diğer ifade ile o, mesâîsini öyle tanzim etmelidir ki, hayatında hiç boşluğa yer kalmamalıdır. Gerçi insan olmanın gereği, dinlenmeye ihtiyaç duyacaktır ama, böyle bir dinlenme de yine AKTİF  DİNLENME şeklinde gerçekleşmelidir. Mesela, dimağı (beyni) okuma ve yazma ile meşgul olan ve yorulan biri, yatarak dinlenebileceği gibi, pekâlâ, meşguliyet değiştirerek dinlenebilir. Kur’an okuyabilir, namaz kılabilir, kültür-fizik yapabilir, sohbet, hatta yerinde şaka yapabilir ve bunların benzerleri gibi şeyler… Bunlarla yorulduğunda da döner, tekrar kitabı mütalaaya  koyulur. Kısaca, SÜREKLİ  HAREKET; mesâisini, sürekli bir meşgaleyi bırakıp diğerine geçme şeklinde sürdürme… Böylece, ÇALIŞARAK  DİNLENME,  DiNLENEREK  ÇALIŞMA  metoduyla hareket etme, mümince bir davranış olsa gerek.
“Bu meseleyi GENEL  HİZMET  çerçevesinde değerlendirecek olursak, denebilir ki, müminler olarak, hemen her zaman ifade edildiği üzere, âdeta CEBRΠ LÜTUFLAR  CEREYANI  içinde bulunuyoruz. Öteden beri kabul edilen ve uygulanagelen Hizmet üslubu içinde, istesek de istemesek de, mümin olmanın gereği, Kur’an’ın bu düsturunun farkına varmadan hayatımıza hep yansıdığını görmüşüzdür. Bir zaman Allah rızası peşinde koşan bazı zenginlerimiz, millete ve ülkeye hizmet adına fakir ve istidatlı talebeler için evler tutmuş; daha sonra ‘vazifemiz bitti’  diye ülfet ve ünsiyete takılıp gevşemeye girilebileceği bir anda geniş hizmet daireleri açılmış ve yepyeni, ter ü taze hizmetlerin en erişilmez zevkleri tadılmıştır. Samimi yüreklerin, ‘bu çizgide sürdürülen çalışmalar akamete mi uğrayacak, daha fazla hizmet sahaları yok mu?’ endişeleriyle hopladığı bir anda ise, çok daha geniş bir coğrafyada hak yolunda koşturmanın bütün zevkleri bir defa daha dolu dolu tadılmıştır. (…)  İşin aslına bakılacak olursa, bir müminin bunun dışında bir alternatifi yoktur. Bir kere, Cenab-ı Hakkın müminlere ihsan buyurduğu her nimet çok büyüktür. İnsan olmamız bir nimet; sağlık, âfiyet ayrı bir nimet ve hele imanla bu nimetleri duymak, bambaşka bir nimet; yeme-içme ebediyeti ve ebedî nimetleri bekleme, kısaca herşey ama her şey bir nimet. Fakat, ülfet ve ünsiyetin çocukları olarak, çok defa bunların gerçek kadir ve kıymetini bilemiyor ve dolayısıyla da bir türlü şükürlerini edâ edemiyoruz.  (Kur’an’dan İdrake Yansıyanlar)
Bizler mutlaka Kur’an’ın bu prensibine aynen uymaya çalışmalıyız…
23 Mayıs 2019 13:59
DİĞER HABERLER