''Yapımcı-Yönetmen Ali Avcı olayı, basit bir şey değil. Artık her yapılanın bedelinin bir şekilde hayatıyla ödeneceği/ödüllendirileceği bir çağın tam ortasında olduğumuzun ispatı niteliğindedir. ''
“Sanat, ekmek peşinde koşarsa alçalır.”
Aristophanes
Çıkan kısmın özeti: Atıp tutmakta, tarihteki en iddialı iktidar olan Tayyip Bey ve partisi AKP, legal-illegal ekipleri sayesinde en övünülecek eserlerini fotoşop vasıtasıyla yapıyorlar. Türkiye, hamaset ve insan gazı dışında bir şey üretmediği için, en önemli vaatler birkaç piksellik oynama ile anında üretilmiş oluyor ve ülkenin yarısı da bıkıp usanmadan bu yemeği her defasında yiyor.
Mesele sadece palavra sallayıp milleti kandırma meselesi değil şüphesiz. Bir de işin haysiyetsiz bir boyutu var. Tam bir istihbarat ve operasyon devletine dönüşen ülkede, bazı mihraklar operasyon yapacakları kişi ve kurumlara karşı yine fotoşop marifetiyle yalan-belge, bilgi üreterek, ellerinde havuz bataklığını da kullanıp istediklerini elde ediyorlar.
Gelelim bugünkü yazımızın mevzuuna…
Yukarıda gördüğünüz birinci foto yaklaşık 150 yıl öncesine ait bir heykelin görseli. Yaptıran ise çok tanıdık bir isim, hani günümüz iktidarının dilinden düşürmediği Osmanlı sultanlarından Abdülaziz Han…
Kısa bir ön bilgi ile meramımıza geçeyim.
Sultan Abdülaziz, hayvanlara karşı özellikle de kaplan ve aslanlara karşı ilgisi sebebiyle Çırağan ve Beylerbeyi Sarayı bahçelerine Geyiklik ve Aslanhaneler inşa ettirmişti. Bu ilginin tabii neticelerinden biri de kaldığı mekanları, başta bu hayvanlar olmak üzere, hayvan figürleriyle donatmasıydı. Kendi döneminde Fransa’dan Beylerbeyi Sarayı ve Çırağan Sarayı bahçelerini süslemek için bronz, mermer heykeller ve vazolar sipariş edilmişti. Sonraki dönemlerde Yıldız Sarayı ve Dolmabahçe Sarayı’na taşınan bu eserler, Fransız zanaatçı ve heykeltıraş Pierre Louis Rouillard tarafından yönetilen bir ekip tarafından yapıldı.
Bugün hala bu heykelleri Dolmabahçe ve Beylerbeyi gibi sarayların bahçelerinde görmek mümkün.
İkinci görselimiz ise günümüzden; Afyonkarahisar’dan… Gerçi göle maya çalmaktan ziyade, inşaat temeline (dönemin ruhuna daha uygun) harç döküyor gibi bir edası var ama heykeli dikenler bunun Hoca Nasreddin olduğunu ileri sürüyorlar. Belki de bu sebepten dolayı, heykeli geçtiğimiz gün İstanbul’u esir alan ve yetkililerin “Boyu 1.60’dan kısa olanlar sokağa çıkmasın” uyarısı yaptıkları sel fotoğrafıyla kolajlamışlar. Bir fotoşop çalışması yapmışlar yani…
Her fırsatta ecdat sömürüsü yapanların tarihe ve tarihi eserlere verdiği değeri kısaca özetleyeyim:
Malum Osmanlı Arşivleri binasını bir yandaşlarına otel olarak tahsis edip, eldeki arşivleri Kâğıthane’de depolara kaldırdılar. Her yağmur yağdığında tarihimizin bir kısmı eriyip gidiyor ama soran eden yok. Avrupa bizi kıskanıyor filan.
Süleymaniye camiinin külliyesinde sünnet düğünü, tarihi Efes antik tiyatrosunda kına gecesi düzenledi iktidarın yardakçıları ve yandaşları.
Tarihi cami duvarlarına bildiğimiz mutfak fayansı döşemeyi restorasyon saydılar. Binlerce yıllık çeşmelere abidik gubidik musluk takıp, bir de kocaman cıvatalarla sabitlediler ki çalınmasın. Hırsızlık fıtratta olunca tanıyorlar mallarını zira! Yüzlerce yıllık tarihi mekanlara bildiğiniz plastik bölmeler yaptılar, fotoselli kapı koyup ne kadar da modern oldukları havasını basan hödükleri bile çıktı bu iktidarın.
Devleti böyle yapınca milletin de paçasından sakillik akıp duruyor elbette.
Minare yerine varil koyanı mı ararsınız, kubbe yerine sofra sinisini yerleştireni, alayı bu iktidara nasip oldu bu müptezelliklerin.
Ne de olsa ecdada kurbanlar, Osmanlı dedi mi akan suları duruyor hepsinin!
İş böyle olunca aslında fotoşop daha masum geliyor insana. Geçmişin paha biçilmez değerlerini mahvedeceklerine en azından sanal olarak yaparak hava atsınlar, yemeye razıyız!
Mesela film çekmesinler.
Batırdıkları yetmiyormuş gibi, artık beceremeyenin kellesini almakta hiç tereddüt etmiyorlar.
Böyle giderse bugünlerde üzerine çöreklenip devletin kanını emen yandaşların çoğu yakında iş almaktan tırsar olacak.
Mesela, ömrü boyunca ipe sapa gelmez kıytırık filmler çeken yönetmenleri Reis’in gençliğini gazla canlandırıyorum ayağına sevdayı kuşun kanadına iliştirmeye çabalarken batırıp sıvayacak, Reis izlerken kuduracak, kısa süre sonra yayından kaldırtacak ama yönetmen ısrarla daha büyük proje, diye devletin kapısına secde etmeye devam edecek!
Fakat vermemişse Ma’bud yapabilecek bir şey yok tabi.
Değil birkaç milyon TL, trilyonları dökseniz bunların yapabileceği şey en fazla İskilipli Atıf Hoca filmi sakilliğinde olacaktır. Bu nedenle Reis’in artık bunlara tahammülü olmadığının göstergesi olarak, ibret-i alem olsun diye Ali Avcı’yı içeri attılar bence.
Beceremezsen yürü zindana. Paraları cukka ederken iyi değil mi? Her şeyin bir bedeli vardır…
Bence artık bu kişiler sanat üretmeye çabalamasınlar, postu deldirmeleri mukadder zira.
Bunun yerine, ne bileyim Braveheart filmini alıp William Wallace yerine Tayyip Erdoğan dublajı yapsalar, bu milletin yarısı yer.
William Wallece “Eyy İngilizler, Ey Uzunbacak” diye şarlasın mesela! En azından yalan ama doğru dürüst bir şey izlemiş oluruz diye düşünüyorum. Uçakangiller, Tunçgiller, Kaplanoğlugiller, Güneşgiller, Avcıgiller’e trilyonlar kaptırılmaz. Onlar da basur yalamaktan dillerinde mantar bitecek hale düşmezler.
Her fırsatta demokrasi nöbetine filan gidip selfi çektirerek, “Reyiz burdayız, gör bizi kulun köpeğin olayım” temalı paylaşımlarda bulunmaz, hiç olmazsa haysiyetleriyle tamamlarlar dünya hayatlarını.
Üstelik artık Reyiz de trol ordusu da sabrının sınırına gelmiş bulunuyor.
Nerden mi biliyorum?
Ali Avcı olayından…
Yapımcı-Yönetmen Ali Avcı olayı, basit bir şey değil. Artık her yapılanın bedelinin bir şekilde hayatıyla ödeneceği/ödüllendirileceği bir çağın tam ortasında olduğumuzun ispatı niteliğindedir. Bu olaydan sonra yazarından çizerine, siyasetçisinden sanatçısına kadar herkes takdir edilmenin dışında bir seçenekleri olmadığını, başarısız sayılma durumunda da bunun bedelinin canla/ hayatla ödeneceğinin farkına varmış oldu.
Ali Avcı, sanatçıdan ziyade tipik bir şark tüccarıdır. Değil film çekmeyi, film izlemeyi bile bilmez. Ama gelin görün ki, Adıyaman belediyesini tokatlar bir film çeker, bakanlığı tokatlar başka film çeker, iyi kötü nafakasını çıkarır.
Kimsenin kazandığında gözümüz yok, afiyet olsun, ziyade olsun…
Lakin yaptığı kepazeliklerin sanat olarak adlandırılması bu mesleğe yapılmış en büyük ihanettir, iftiradır.
Sadece onun için değil, o cenahın kahir ekserisinin yaptıkları pespayelikler için aynı şey geçerlidir.
Tutunacak bir samimiyetleri, imanları vardı, ruhlarını Firavun’a satarak onu da kaybettiler maalesef.
Uçan adam Sabri vardı hatırlar mısınız?
Uçuyorum diye iddia ediyor ve yerde debeleniyordu.
İşte başta Ali Avcı olmak üzere, bu cenahın tüm sanat kabzı isimlerinin yaptıklarını görünce Uçan Adam Sabri, daha inandırıcı geliyor inanın.
Bunların yaptıkları sanat ise Sabri uçuyor emin olun….
Elbette Avcı’nın yeteneksizliğinden dolayı bu sanattan uzak durmasını isterim. Devleti söğüşlememesini de. Ama bunun bedeli hapishane olmamalı. Sultanın hoşuna gitmeyen iş yaptığında, ya da beceremeyeceği işlere bulaşıp, yüzüne gözüne bulaştırdığında ödeyeceği bedel bu olmamalı…
Hani hünkarın talebine, “Olursa dile benden ne dilersen, ama bak olmazsa boynunu vurdururum” devrine geri dönmüş olmak bile yeterince dehşet vericidir.
Ben yandaşlara da söylüyorum işte, tamam ülke fotoşop devleti, gelecek nesiller ağızlarıyla gülmeyecekler yaptıklarınıza ama Ali Avcı gibi ağır bedel ödememek için en azından, varsın çakma olsun, çalıntı olsun, fotoşoplu olsun işleriniz.
Millet yemeye hazır, biz de yiyor gibi yaparız.
Sizin selametiniz için!
Seyfi Mert