NATO’da görevli subayın gördüğü işkenceler tüyler ürpertici...

Belçika’da NATO personeli olarak görev yapan bir subay. Başından geçenler gerçekten tüyler ürpertici.
Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN-  TR724.com

Biliyorsunuz ayrım yapmadan bugünkü mevcut rejim tarafından haksızlığa uğradığını düşündüğüm her kesimin sorunlarını dillendirmeye çalışıyorum. Genellikle yaşanan sorunların ortak noktası, Türkiye’de hukuk sisteminin çökmüş olması nedeniyle kişilerin anayasal haklarının ihlal edilmesi ve mevcut yasal mevzuatın dışına çıkılarak keyfi uygulama yapılması. Keyfi uygulamadan kastım, savcı ve yargıçların yasalarda yer almayan uygulamalarla, yine anayasa ve yasalarda ölçüt olarak karşımıza çıkan mevzuatın ve prosedürlerin dışında hareket etmeleri. Dolayısıyla, Türkiye’de rejim, hukuku siyasetin “köpeği” haline getirmeyi başardığı oranda, haksızlıklarını da geometrik oranda arttırarak yoluna devam ediyor. Haksızlığa uğrayanlar, bir defa haksızlığa uğramıyor. Örneğin hapiste geçen her gün ya da işinden atıldıktan sonra alnında damga, iş-güç bulacağım diye sürünülen zaman zarfı, akıl almaz bir şekilde uğranılan haksızlığı kat be kat arttırıyor.


 
Görünen o ki, Türkiye rejiminin kontrolünü elinde bulunduranların umurunda bile değil bu durum. Ben, dünya görüşüne bakmaksızın, bu uygulamalardan muzdarip olan herkesin sorununu yazılarımda ele almaya ve dillendirmeye çabalıyorum. Ancak bu güne dek ihmal ettiğim bir grup vardı: askerler. Askerlerden kastım, elbette 15 Temmuz ardından anayasal sisteme vurulan sivil darbeden sonra takibata alınan, ordudan atılan, savunma ve vatandaşlık hakları gasp edilen, adeta özel toplama ortamlarına alınarak tecrit edilen ve ciddi kötü muameleye maruz bırakılan askerler.

Tanıyan arkadaşlarım ve öğrencilerim (binlerce öğrencim oldu Türkiye’de!) bilirler. Ben darbelere karşı bir insanım. Dahası, hukuk devleti ve demokratik anayasal devlet gibi ideallere bağlı olduğum için, askerin siyasette rol oynamasına da tümüyle eleştirel bakan biriyim. Bu düşüncelerimi 2005 yılında bitirdiğim doktora tezimde de açıkça yazdım. Yani duruma göre mevzi almam, rüzgâra göre yön değiştirmem. Fakat, açıkçası binlercesi içeri alınan ve ağır insan hakları ihlalleriyle yüzyüze kalan muvazzaf subayların ve askeri öğrencilerin çok büyük bir çoğunluğunun 15 Temmuz askeri darbe kalkışmasıyla ilintili olmadıklarını düşünüyorum. Buna karşın, haklarını savunmak konusunda hep ihtiyatlı davranıyorum. Çünkü o gece kimin ne yaptığını öğrenebileceğimiz bir şeffaflık yok maalesef. Nasıl olsun ki zaten! Medya çok uzun bir süredir rejim kontrolünde bir propaganda makinesine dönüştürülmüş durumda. Ancak bir noktada emin olabildiğim bir grup var: darbe girişimi sırasında yurtdışı hizmette bulunan NATO personeli Türk subayları. Çünkü bu subayların darbeyle ilintili olabilme ihtimalleri yok. Başka ülkede görevli subayları darbeyle ilintilendirmek, ancak saçmalık olur.

NATO’da görevli subayın başından geçenler tüyler ürpertici

Geçenlerde Euobserver adlı İngilizce haber mecrasında yayınlanan bir röportajı okudum ve bu konuya değinmemin doğu olacağını düşündüm. Röportajı yapan Leighann Spencer adlı gazeteci gerçekten önemli bir iş ortaya koymuş ve tarihsel süreci anlamamız konusunda önemli, hatta gerçeklere ışık tutan bir röportaj yapmış. Röportajın yapıldığı kişi, darbe esnasında Belçika’da NATO personeli olarak görev yapan bir subay. Başından geçenler gerçekten tüyler ürpertici.



Subay NATO görevi esnasındayken darbe girişimi oluyor. Bunun ertesinde, kendisini bir toplantı için acilen Türkiye’ye çağırıyorlar. İlk gün asker arkadaşlarını ziyaret ediyor, görev yerinde üsleriyle ve astlarıyla gayet normal iletişime ve etkileşime geçiyor. Buraya kadar her şey, hayatın olağan akışına uygun şekilde gelişiyor. Ertesi gün kendisini toplantıya çağıran komutanı ziyaret ediyor. Ona, Belçika’dan getirdiği çikolatayı veriyor. Fakat komutanın yüz ifadesi ve tavırlarından bu işin içinde bir iş olduğunu seziyor. Zaten Türkiye’ye gitmeden önce Belçika’daki diğer Türk NATO subayları kendisini uyarırmış ve gitmemesini, bunun bir tuzak olduğunu söylemişler. Fakat o yine de gitmeyi seçmiş. Ülkesine ve adalete güvenmiş. En kötü olasılıkla mahkemede aklanırım diye düşünmüş. Oysa durum onun beklediği şekilde gelişmiyor.

Komutanla görüştükten sonra derdest edilip gözaltına alınıyor. Ankara’da Saray’a yakın bir yerlerde bir spor salonuna götürülüyor. Artık devletin resmi dilinde o bir “FETÖ’cüdür”. Hatta onların en kötüsü: orduya “sızmış” bir “hain”, bir “teröristtir”. Burayı –artık hangi birimse! –  işkence merkezi olarak kullanıyorlar. Tüm tutuklular berbat halde. Darbeye karıştığı iddia edilen tüm subaylar burada. Bu işkence kampında yaklaşık yüze yakın tutuklu subay var. Kendilerine yiyecek olarak sadece iki parça kuru ekmek ve biraz pilav, az da sebze veriliyor. Soğuk gecelerde hava sıcaklığının iki haneli eksilere düştüğü buz gibi Ankara ayazlarında kaloriferleri kapatıyorlar, soğutucu klimayı çalıştırıyorlar. İçerisi buzhane gibi. Tir-tir titrerken uyumak zor. Sıcak günlerde tam tersine, ısıtıcılar devreye giriyor. Temiz giysi yok. Duş imkânı son derece kısıtlı. Havlu yok, onun yerine kâğıt peçete türü bir şeylerle idare ediyorlar. Ayakkabı giyilmesi olanaklı değil. Kalabalık gruplara kısıtlı sayıda terlik veriliyor ve bunları dönüşümlü olarak kullanıyorlar. Onca kişi sadece üç tuvalet kullanıyor (helâ diyelim biz bunlara!). Geceleri ışıklar kapatılmıyor. Spot ışıkları altında uyuma mücadelesi! Yattıkları incecik döşekler kan revan içinde – çünkü devamlı dayak ve insanlık dışı muamele var! Kanlı sargı bezleri mekânın köşelerinde dağ gibi yığılmış. Sürekli bağırılan, aşağılanan, küfredilen, sistematik olarak dövülen bu zavallılar – ister suçlu ister masum olsunlar – böylesi insanlık dışı ve her türlü hukuka, anayasa ve uluslararası bağıtlara aykırı uygulamaları hak ediyor mu? Rejime ve onun çeteleşen bürokrasisine göre evet!

Klasik bir faşizm mutfağı!

Arada gelen tıbbi ekipler, korkularından hiçbir müdahalede bulunamıyor. Zaten devamlı işkenceciler orada bulunuyor. Kimsenin bir şikâyetini dile getirme şansı yok. Zaten ezkaza konuşacak olsalar herhalde daha fazla darp edilecekler. Doktorlar da başlarını belaya sokmak istemiyorlar. Son derece klasik bir faşizm mutfağı! İçerideki askerlerin hayvan barınaklarındaki zavallı sokak hayvanları kadar bile haklarının savunulmadığı bir korku imparatorluğunun ürünü bu lanet olası yer.

İslamofaşistler zulme doymuyor

Subay diğer kurbanlara da değiniyor. Zamanla kurbanlar çeşitleniyor – İslamofaşistler zulme doymuyor, kan gördükçe azan vahşi bir kurt sürüsü gibi, alan genişletiyorlar. Bu yeni gelenler arasında iki tıp fakültesi öğretim üyesi doktor var. Bahreyn Kraliyet Hastanesi’nde görev yaparken kaçırılıp Türkiye’ye, bu sefil işkencehaneye getiriliyorlar. İçerideki diğer zavallılara nasıl hayatta kalma olasılıklarını yükseltecekleri hakkında bilgi veriyorlar. Profesörlerden biri bir yere götürülmesinin ardından bir süre sonra ağlayarak kâbus spor salonuna geri dönüyor. İşkence edilmiş, izzet-i nefsi ayaklar altına alınmış – esas büyük acı da bu zaten! Ağzına silah sokmuşlar, pencereden atmakla tehdit etmişler. Koridorda koşturmuşlar ve kaçarken vuruldu deriz demişler.

Hemen herkes bu tip işkenceler görmüş, yaşamış! Eşi veya çocuklarını tutuklamakla tehdit edilenler mi arasınız, elektrik verilenler mi! İşinde başarılı olan birilerine duyulan kıskançlık sonucu “FETÖ’cü” demeniz yetiyor – bunun gibi insanlarla dolu bu türden insanlık utancı işkence mekânları.

“İngilizcen çok iyi, sen mutlaka ‘FETÖ’ üyesisindir”

İçerde NATO’cu subaya sorulan sorular rejimin ne olduğu konusunda sağlam ipuçları veriyor. “NATO’ya mı çalışıyordun?”, “İngilizcen çok iyi, sen mutlaka ‘FETÖ’ üyesisindir” türü akla ziyan çıkarsamalar yapılıyor. İngilizce bilenler, buradan uyarayım, bu “FETÖ” suçlamasına kanıt teşkil ediyor! Ya da uluslararası görevlendirmeyle Türkiye’nin de üyesi olduğu saygın bir uluslararası örgütte görev yapmak “vatana ihanet” kıstası olarak kullanılıyor! Türkiye budur artık!

Erdoğan’a hakaret ettiğine ilişkin Tweet attığı dosyasına girmiş mesela. Ama tweet tarihleri, içeride işkence gördüğü dönemden! Yani kuru ekmeğe talim sabah akşam dayak ve kötü muamele esnasında ayağında ayakkabısı yok, ama cep telefonu ve internet bağlantısı var ve oradan Erdoğan’a hakaret eden tweet atıyor subayımız! Yani hayal gücü yüksek bu yargının, ama aynı şeyi zekâ katsayıları için söylemek sanırım kolay değil! Bu çelişkili duruma dava sürecinde dikkat çekmeye çalışsa da, hâkimler ve savcılar “emrin büyük yerden geldiğinin” farkında olmanın “bilinciyle” bu tür girişimlere pabuç bırakmıyor, “yerli ve milli” bir yargı prosedürü uyguluyorlar!

Hepsi ileride yargı önünde hesap verecek

Sonrası hapis zaten! 7 kilogram kaybediyor, sağlık durumu kötüleşiyor gittikçe. Üç kişilik kodes hücresinde 5 kişi kalıyorlar. Yerde ince bir şilte üzerinde betonda uyuyor. BM görevlileri teftişe gelmeden kendilerine son derece iyi durumda döşekler veriliyor, gardiyanlar dalgasını geçmeyi ihmal etmiyor “size Hilton yatağı geldi!”. Bu hanzolar ileride sistemin emir kulu olduklarını anlatacaklar, bizim gibi saflar da bunlara gariban Anadolu çocuğu diye acıyacak! Yok öyle yağma. Hepsi ileride yargı önünde hesap verecek, eğer anayasal düzene geri dönülürse bir gün. Bir gün!

Bırakın masum olan insanları, suçlu bile olsa kimse bu muameleyi ve koşulları hak etmez! Bu masum subay güç bela şartlı tahliye falan, sonrasında Türkiye-Yunanistan sınırı üzerinden kaçmayı başarmış. Bugün Belçika’da, yaşadığı korkunç zulmü anlatıyor insanlığa! İnsanlık! İnsanlar bazen insan olduğundan utanmalı! Bunu yapabilen biraz daha insan olur belki de. O iğrenç işkencecilerle, satılmış şahsiyetsizlerle ve de onlara alkış tutanlarla ve dahi gözlerini yumanlarla aynı “türden” olmak bile mide bulandırıcı! Bunların yaşandığı yerin teknik olarak “benim ülkem!” olması ise gerçekten çok acı! Sorsan bunlar yerli-milli vatansever! Vatanlarına en büyük ihaneti yapanlardan vatanseverlik öğreniyoruz! Daha anlatacak çok şey var! Moralim bozuldu – gözlerim doldu. Bu yaşananları hiç kimse hak etmez, hiç kimse!
07 Aralık 2018 11:07
DİĞER HABERLER