Bugün gazetesi yazarı usta gazeteci Nazlı Ilıcak, hakkında askeri savcılığın soruşturma açtığı yönündeki iddialara köşesinden sert yanıt verdi.
Ilıcak, "Askeri Savcılık, benim hakkımda soruşturma başlatmış. AKTroller bir seviniyor, bir seviniyor… “Senin de sonun Mehmet Baransu gibi olacak” diyorlar. Daha önce de yazdım, tekrarlayayım: Bir kere, böyle gözdağı ya da sindirme operasyonlarından dolayı yolumu hiç değiştirmem. Doğru bildiğim her şeyi yazarım." dedi.
İşte o Nazlı Ilıcak'ın 'Yandaşlar ne zaman akıllanacak' başlıklı o yazısı:
"Havuz medyasının haberine bakarsanız, Genelkurmay eski İstihbarat Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin imzasını taşıyan bir gizli belge sebebiyle, Askeri Savcılık, benim hakkımda soruşturma başlatmış. AKTroller bir seviniyor, bir seviniyor… “Senin de sonun Mehmet Baransu gibi olacak”
diyorlar. Daha önce de yazdım, tekrarlayayım: Bir kere, böyle gözdağı ya da sindirme operasyonlarından dolayı yolumu hiç değiştirmem. Doğru bildiğim her şeyi yazarım. İkincisi, böyle bir soruşturma açılmış olsa dahi, netice vermeyeceği ortada. Zira o belgeler, bana, Tahşiye El-Kaidedir (@TahsiyeKimdir) isimli hesabından 29 Aralık 2014’te saat 19.30’da geldi. Gönderilen bilgileri, 2 Ocak 2015 tarihli yazımda kullandım.
Bir hafta önce, “Fethullah Terör Örgütü”ne ilişkin Tahşiye iddianamesi gazetelere yansıyınca, aynı bilgileri tekrar kullandım (19 Eylül 2015). Neydi bu bilgiler? Hani Tayyip Erdoğan ve AKTroller,“Fethullah Hoca Nisan 2009’da talimat verdi, bunun üzerine masum insanlara Tahşiye’den kumpas kuruldu” diyorlar ya! Savcı bey, Fethullah Gülen hakkında “kumpas” sebebiyle 34 yıl talep ediyor ya! Ben, Genelkurmay’ın, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na gönderdiği ve Mehmet Doğan’ın El Kaide ile yakınlığını gösteren 13 Mart 2009 tarihli belgeyi yayınlayarak, Gülen’e atılan iftirayı boşa çıkardım. Zaten o belgenin doğruluğunu İsmail Hakkı Pekin kabul etti. “Bu bilgiler MİT tarafından bize gönderildi. Ben de 13 Mart 2009’da Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na ilettim” dedi.
Fethullah Gülen ise, Nisan 2009’da, herkul.org’da, Tahşiyeciler’den söz ediyor; onların irtica paranoyası yaratmak amacıyla kurulmuş bir naylon örgüt olma ihtimaline temas ederek, “Bize bulaştırıp, ellerine hiç silâh almamış Hizmet Hareketi’nin sevdalılarını terörist ilân edebilirler.
Aman dikkat” diye uyarıyordu.
Askeri Savcılık, hakkımda bir soruşturma açtıysa, hiç korkmam. Hatta bu işe soyunanın Sulh Ceza Hâkimi olmamasından dolayı sevinirim bile. Ama takkelerini önüne koyup düşünmesi gerekenler var.
Meselâ Fethullah Gülen hakkında 34 yıl talep eden savcı… MİT ve Genelkurmay belgeleri, Mehmet Doğan ile arkadaşlarının El Kaide bağlantısını ve Usame Bin Ladin sevdasını ortaya koyuyor. Zaten Ocak 2010’daki operasyon da bu yüzden yapıldı. Aslında Tayyip Erdoğan, Batı’ya bir mesaj vermek istiyordu. Nitekim İstanbul Valisi Muammer Güler de, operasyon sonrası bir basın toplantısı düzenledi ve Türkiye’nin El Kaideciler’in üzerine kararlılıkla gittiğini açıkladı.
Şimdi siz çıkıp, bunca istihbarat raporuna ve Muammer Güler’in basın toplantısına rağmen, “Bu bir FETÖ kumpası” diyorsunuz. Aklınızı peynir ekmekle mi yediniz?Havuz medyası “Nazlı Ilıcak gizli belgeleri yayınladı; fena yakalandı. Askeri Savcılık soruşturma açtı” diye sevinç içinde. Sanki Genelkurmay arşivine sızdım ya da o arşivi ele geçiren birileriyle buluşup, İstihbarat Başkanı İsmail Hakkı Pekin imzalı belgeyi temin ettim. Oysa o belge, bana Tahşiye El-Kaidedir isimli hesaptan 29 Aralık 2014, saat 19.30’da geldi. @Notredamedesion olarak benim adımı mention etmişlerdi. İşte belgesi… Sevinciniz kursağınızda kaldı değil mi küçük adamlar?
Babacan’ın mazereti
Ali Babacan, yeniden AK Parti’den aday oldu. Diyebilir ki: “Milletvekili olmam, olmamamdan daha faydalı. Hiç değilse, ekonomide istikrar çıpasıyım. Batı’ya güven veriyorum vs…”
Babacan, hangi mazereti üretirse üretsin, Türkiye’deki kirlenmenin parçası olmayı kabul ettiği gerçeğini perdeleyemez.
Yolsuzluklar var, hukuksuzluk var, iftira var, keyfilik ve nepotizm var, israf var, yetki gaspı var…
Bütün bu veriler orta yerde dururken, Ali Babacan’ın gerekçeleri onu aklamaya kifayet eder mi?
Gül, incinmiş! Ya bizler?
Abdullah Gül televizyona çıktı. “Suskunluğunu bozması bile muhalif bir tavırdır” diyenler var. Bir şeyler söyler gibi yapıp, aslında söylememesi karşısında, “Satır aralarını okuyun” tavsiyesinde bulunuyorlar.
Oysa Türkiye’de bir kişi gür sesle konuşacaksa, o da en büyük sorumluluğu taşıyan Abdullah Gül olmalıydı diye düşünüyorum. Bu memleket Gül’ü, bakan yaptı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı yaptı. Ve bugün işler iyi gitmiyor… Ona ihtiyaç olduğu görünüyor. Peki o ne diyor? “Hevesli davranmam. Çağrılırsam gelirim.”
Bir başka ifadeyle “Şartları hazırlayın, toprağı ekip sulayın. Hasat zamanı haber verin.”
İnsaf! Celal Bayar 1945’te hasat mevsimini bekleseydi, Milli Şef düzeni acaba 1950’de çok partili siyasi hayata dönüşebilir miydi?
Abdullah Gül’den bir de önemli ricam olacak: “AK Parti’nin kuruluş yıl dönümüne davet edilmedim; rencide oldum. Cumhurbaşkanlığı süresinin, tek sefer ve 7 seneyle sınırlanmak istenmesi inciticiydi”gibi sözler sakın sarf etmesin. Zira kurucusu olduğu AK Parti’nin zulmüne uğrayıp, mağdur olan o kadar çok kişi var ki! Kimi cezaevinde eşine, çocuklarına hasret; kimi işini kaybetmiş durumda; AKTroller en çirkin iftira ya da küfürleri sıralıyor, gazete binalarını basıyorlar. Tayyip Erdoğan, muhalif ses çıkaranı ezip geçiyor; gazeteciler ve işadamları baskı altında. Daha geçenlerde Memduh Boydak, “örgütlü gasp”iddiasıyla gözaltına alındı. Boydak rencide olmadı mı? Hakkında dava açılan Hasan Cemal üzülmedi mi? Can Dündar’ı gazetecilik yaptığı için ölümle tehdit ediyorlar.
Hidayet Karaca senaryodan dolayı Silivri’de yatıyor; Mehmet Baransu aynı durumda. Fethullah Hoca her gün hakarete maruz kalıyor. Ya Akın İpek’e ve Aydın Doğan’a yönelik korkutma/sindirme operasyonları…
Hangi birini anlatsam…
Gül’e naçizane tavsiyem: “Kırıldım, incindim, rencide oldum” sakın demesin. Bunca acının içinde -bir de el şakakta hasat mevsimini beklerken- bu gibi konuşmalar duyarsız bir siyasetçi olduğu intibaını doğurabilir.
Rahmetle anıyoruz
27 Mayıs darbesi oldu, yeni bir anayasa hazırlandı. 1961 Anayasası’nın başlangıç bölümünde, “Meşruiyetini kaybetmiş bir iktidara karşı, direnme hakkını kullanan Türk milleti” diye yazıyor ve darbe, sözde halka dayandırılıyordu.
Askeri vesayet böyle kuruldu.
Yüksek yargının birçok mensubu meslekten ihraç edildi. Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay yeniden yapılandırılırken, hep Demokrat Parti’ye husumet duyan isimlerden oluşturuldu.
Yüksek Yargı’daki vesayet de böyle kuruldu.
27 Mayıs’ın en büyük kurbanları, idam cezasına çarptırılan Menderes, Zorlu ve Polatkan’dı. Onlar için kalemini kıran Yassıada yargısının başı Salim Başol, şimdi, olağanüstü bir mahkemenin “kukla hâkimi” olarak anılıyor. Oysa, cezalandırdıklarını millet akladı. Menderes ve arkadaşları halkın gönlünde taht kurdu.
İdamların yıl dönümü vesilesiyle, hem bu güzide devlet adamlarını yâd etmek istedim hem de günümüzün “proje hâkimlerine”, kendilerini nasıl bir akıbetin beklediğini hatırlatmak. Hukuku katleden her yargı mensubu, önce kendi itibarını katleder.
Atatürk yerine bardak
Rize Belediye Başkanı’nın Atatürk’ün büstünü kaldırıp, yerine çay bardağı heykeli koymak istediği gazetelere yansıdı.Bir zamanlar, dogmatik Kemalistlere karşı mücadele verdim: “Atatürk kutsallaştırılmasın; tabu yapılmasın. Herkes Atatürk’e bağlılıkla sınanmasın. Özgür düşünce, Kemalizm’in kalıpları içine hapsedilmesin vs…”Şimdi görüyorum ki, AK Parti’de iyi niyet yokmuş. Dogmalarla mücadeleleri daha fazla demokrasi adına değilmiş. Hangi sağlıklı zihin“Atatürk heykelini kaldırıp, yerine çay bardağı koyalım” önerisini getirebilir? Ya bu teklifi ortaya atanlar hastalıklı bir psikolojiye sahipler ya da “Artık gizli gündemimizi uygulamak zamanı geldi”diye düşünüyorlar."