"Ne hocası ? Allah'ın arslanıdır o!"

Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih, Muharrem Kalyoncu ağabey ile hatıralarını anlatmaya 'Ne hocası ? Allah'ın arslanıdır o!' başlıklı yazısıyla devam etti.
 Merhum Muharrem Kalyoncu Ağabey, hatıralarını anlatırken devamla:

         “Babama Fethullah Gülen Hocaefendi’den bahsettim ama o onu  sıradan bir hoca zannetti. Çünkü Bonova’da yaşadığı için, Kestanepazarı ve Hisar Camilerinden uzaktı… Bir gün Hocaefendinin Bornova’ya geleceğini ve bir sünnet yemeğinde bulunacağını öğrendim. Babamı da götürdüm. Yemeğe başladık. Hocaefendi de bir sofraya oturmuştu. Bir ara babam, Hocaefendiyi işaret ederek  ‘Kimdir?’ diye sordu. Ben de ‘Hocaefendi!’  dedim. Babam ‘Yok be evladım, sen ona Hoca dersin ama, o çok başka bir zata benzer’  dedi. Sanki babam bir bakışta Hocaefendinin mâhiyetini anlamıştı. Babam Hocaefendiye hep ‘Allah’ın arslanı’ derdi. Kanser olup ölüm döşeklerinde yattığında bile, Hocaefendi ziyaretine geldiği her seferinde otomatik olarak ayağa kalktı ve bütün ısrarlara rağmen bu tavrını değiştirmeyerek Allah’ın arslanının yanında nasıl yatarım’ dedi  durdu.”

         Bu meseleyi, Amerika’da Hacı Muzaffer Ozak Efendinin aşçılığını yapmış olan Necdet Taberu Ağabeye anlatınca, o dedi ki:  “Ben de Hocaefendiyi rüyalarımda  hep arslan olarak görüyorum.” 1985’te Hacı Raif Cilasun, Konya’ya ziyaretime gelmişti. Yazdığı romanları üzerinde görüşürken, demişti ki:  “Ben Bediüzzaman Hazretlerinin hayatını da roman olarak yazmak için niyetlendim fakat rüyamda o, bir arslan suretinde karşıma çıktı. Bu yüzden yazmaya cesaret edemedim.

         Muharrem Ağabey devamla diyor ki:  “Bütün bu güzel durumlara rağmen maalesef  bazıları da Hocaefendi aleyhinde lâflar çıkarmaya başladılar. Neymiş, Hocaefendi Kestanepazarı yurdunun talebelerini çok dövüyormuş. Çocuklar dayaktan hep ağlıyorlarmış. Bir akşam yurda geldik. Baktık Hocaefendi büyük bir sınıfın salonunda sohbet ediyor. Hiçbir dayak emaresi yok ama talebeler ağlıyorlar. Dışarıdan sınıfın içine bakıyoruz, dikkat ettik Hocaefendi de ağlıyor. Artık neler anlatıyordu bilmiyoruz.

         “Bir gün bir kitap alıp gittim. ‘Tavsiye eder misiniz?’ dedim. Şöyle bir kitaba baktı ve, ‘Estağfirullah’ dedi. Bir şey anlamadım. Daha başka bir kitapla gittim. Onun için de ‘Estağfirullah’ dedi. Sonra öğreniyorum ki, zayıf tarafları bulunan kitaplardanmış.

        

Bu kitapları değil, kırmızı kitapları istiyorum!

Bir gün beni işyerimden polisler Kısas-ı Enbiya v.s.  kitaplarımı da alarak götürdüler. Ayağıma öyle bir tekme vurdular ki, ancak bir sopaya dayanarak yürümek mecburiyetinde kaldım. Sonra beni savcıya çıkardılar. Savcı, polislere bağırarak,  ‘Bu kitapları değil, kırmızı kitapları istiyorum!’ dedi. Beni bıraktılar ama, ben anladım ki, Hocaefendinin yanına gittiğim için ve onunla gittiğimiz yerlerde okunan Kırmızı kitaplar için beni götürdüler. Onlar yüzünden hep başım derde girecek. Hem ben çok yeni idim. İşlerimin alt üst olacağından korkuyor ve işkenceden de çekiniyordum. ‘En iyisi, dedim kendi kendime, bir daha yanına hiç gitmeyeyim, Kestanepazarı'na da hiç uğramayayım’ diyorum.

         Topallaya topallaya arka sokaklardan Konak’taki minibüs, otobüs durağına doğru gidiyordum. Ama bir baktım Kestanepazarının arka sokağında  tam arka çıkış kapısındayım. Yukarıda da Hocaefendi kollarını sıvamış bir şeyler görüşüyor. Beni görünce ‘Muharrem Efendi ne oldu?’ diyerek  koşup yanıma geldi ve beni o küçük tahta kulübesine götürdü. Eğer karşılaşmasaydık, gidişim, o gidişti. Ama, Allah karşılaştırdı işte… Tahta kulübede Koca Yusuf  (Öztanzan) da vardı. Ben olanları ağlayarak anlattım. Hocaefendi teselli edici sözler söyledi. Beni kendi hâlime bırakmayarak o gece orada tuttu. Bu benim için çok büyük moral oldu. Artık bütün dünya bana topuyla, tüfeğiyle de saldırsa önemi yoktu. İçimdeki hissiyata göre bütün bunlar bana vız gelecekti…”

         Hocaefendi, her zaman morali bozuk, yaralı ve ümitsizliğe kapılmış olan arkadaşlarımız ve esnaf ve mütevelli ağabeylerimiz için aynı tedavi yolunu tercih etmiş, tedavi etmeden de kendi halimize bırakmamıştır. Mesela bir arkadaşımıza kaybettiği bir kitap için lâtife olarak “Güven problemi var!” demişti. Üzülen o arkadaşa, çok önemli  bir meselede herkesin içinde “Hizmetin emini” diye ilân edip gönlünü aldı.
07 Kasım 2024 10:51
DİĞER HABERLER