Başlıktaki soru büyük bir soru ve birkaç yazının çapını aşan çok kapsamlı cevapları var.
Derin devlet neden bir türlü temizlenemiyor?
Soruya siyasetin zaafları açısından verilebilecek cevaplar var; dış dinamikler açısından verilebilecek cevaplar var; ekonomik çıkarlar açısından verilebilecek cevaplar var.
Ama bir de ideolojik sebepleri var...
Bir an için meselenin diğer yönlerini bir yana bırakıp konuya toplum-devlet ilişkileri açısından bakacak olursak, derin devletin yarım asırdır bir türlü temizlenememesinin ideolojik zeminiyle yüz yüze geliriz. Biz bu ideolojik zeminle en açık bir şekilde Susurluk Davası sırasında karşılaştık.
Bu dava sırasında hem toplumun devleti algılayışında, hem de devletin kendi kendini algılayışında ortaya çıkan vahim ideolojik koşullanmalar çetelerle mücadelede soluğun çabuk kesilmesinin en önemli sebeplerinden biriydi. Bugün, Ergenekon Davası'nda da hem toplum hem de devlet cenahında aynı ideolojik sakatlanmanın izlerini görebiliyoruz. Önce toplumdan başlayalım:
Ne yazık ki toplumun geniş kesimi devletin zaman zaman "rutin dışına" çıkmasını, yasa dışı gizli operasyonlar yapmasını, yani devletin karanlık bir yüzü olmasını doğal ve gerekli görüyor. Yeter ki yapılan işleri doğru bulsun... Bir başka deyişle, eğer amacın "yüceliğine" inanıyorsa, bu yüce amaca ulaşmak için yasa dışı işler yapılmasına aldırmıyor. Nitekim, devletin Çatlı ve arkadaşlarını Asala militanlarına suikast için kullanmasına Türkiye'de hiç kimseden itiraz gelmiyor.
Yine aynı şekilde, Susurluk sırasında ortaya çıkan cinayetlere de hoşgörüyle bakıyor. Çünkü PKK'yla mücadelede her yolun mübah olduğunu düşünüyor. PKK'nın para kaynaklarını kesmek için Kürt mafyasından bazı isimlerin devlet tarafından "itlaf edilmesini" yadırgamıyor.
Bugün de benzer bir mantıkla, Ergenekon tarafından yürütülen propagandanın da etkisiyle, toplumun önemli bir kesimi eğer Türkiye bir din devleti tehlikesi ile karşı karşıya ise, bu tehlikeyi bertaraf etmek için darbe dahil her türlü yasa dışı yolu mübah görüyor. İşte bu mantık; hukuk devleti kavrayışından çok uzak olan bu zihniyet, derin devletin toplumsal desteğini oluşturuyor.
Peki devletin sağlıklı kesimi, nasıl oluyor da bu çetelerle bir türlü başedemiyor? Neden dürüstlüğünden emin olduğumuz birçok üst düzey kamu görevlisi, asker- sivil bürokrat geçmişte Susurluk'a bugün Ergenekon'a karşı başlatılan mücadeleyi tehdit gibi algılıyor?
Bu soruya, bundan on yıl önce, 1999 Kasım'ında yazdığım bir yazıyla cevap vermek istiyorum. Zira bu yazının, içinde geçen Susurluk sözcüklerinin yerine Ergenekon koyularak okunabileceğini ve aynen geçerli olacağını düşünüyorum: "ÖBana kalırsa bu tutukluk, geleneksel devlet terbiyesinden geliyor. Bu terbiye, kapalı topluma göre oluşmuş bir terbiye...
Susurluk içinde olmayan birçok devlet görevlisi de devletin girdisinin çıktısının kabak gibi ortada olmasını kendi devlet terbiyesine aykırı buluyor. Devlet işlerinin böyle ulu orta konuşulmasına, bütün ilişkilerin aydınlanıp devletin şeffaflaşmasına bir türlü içi yatmıyor. Bugün gizleyecek bir şeyi olmasa da prensipte gizlilikten yana. Ne olur ne olmaz, bir gün ona da lazım olabilir....
Evet, Susurluk'un aydınlanmasından şahsen zarara uğrayacak çok küçük bir kesim var devlet içinde. Ama sahip olduğu ideolojik formasyon gereği geniş kesim de son derece tutucu davranıyor. Bu geniş kesim, eski köye yeni adet gelmesinden korkuyor. Gizlilik silahını, devletin sırları kavramını, 'gereğini yapıyoruz, gerisine karışmayın' küstahlığını elinde tutmak istiyor.
Devletin bilgisini toplumla paylaşmaktan çekiniyor. Çünkü bu bilgi tekeli; siyasi şantaja, rakipleri sıkıştırmaya, güçler dengesini kollayarak otoriteyi sürdürmeye olanak veriyor. Açıklık politikasının, bütün bu silahları birer çakar almaz'a dönüştürmesinden korkuyor. Hissediyor ki, Susurluk kamuoyu baskısıyla aydınlanırsa, sadece üç beş çete dağıtılmış, bir düzine adam cezasını bulmuş olmayacak. Devletin gizli kapaklılık geleneği açısından geriye dönüşü olmayan bir süreç de başlamış olacak.
İşte birçok devlet adamının çetelerle mücadelede gösterdiği tutukluğun ardında böyle bir ideolojik endişe, bir bakıma geleneğin direnişi yatıyor. Bu yüzden de bugün bir devlet adamının Susurluk'un aydınlanmasını istemesi için, dürüst, namuslu ve cesur olması yetmiyor.
Aynı zamanda, 'devlet adamlığı' kavrayışının da değişmesi gerekiyor. Devlet adamlığı, adı üstünde 'devlet terbiyesi' almış adama deniyor ve bu terbiyenin en dibinde de, 'kol kırılır yen içinde kalır' ilkesi yatıyor. Aslında belki de 'devlet adamlığı' kavramının tümüyle yok edilip yerine 'kamu görevlisi' deyiminin kullanılması gerekiyor."