Nedenler nedir?

Samanyoluhaber.com yazarlarından Hüseyin Odabaşı köşe yazısını 'Nedenler nedir?' başlığıyla kaleme aldı.
İnsan hakkın talibi, gerçeklerin rağibi ve doğrunun âşığı olunca “neden” ve “nedenler” soru olarak önemli hâle gelir. Biz hakkı ve doğruyu neden, niçin soruları ile bulmaya çalışırız. Neden böyle oldu? Niçin buralara geldik? Neden bu kitap yazıldı? Allah kâinatı niçin yarattı? 

Soru anlamaktır. Yaşamın kalitesi anlamlanmasıdır. Her hal, hareket ve davranıştan önce ben bu davranışı “neden yapıyorum” sorusu hayatımızın anlam kalitesini yükseltir. Davranışlarımıza “neden ve niçinin” kattığı değeri hiçbir şey katamaz. Ben bu namazı kılıyorum ama neden kılıyorum? Bu sorunun “niyete” dayanan cevabını bulmadan yapılan ibadetler fasit olabilir batıl olabilir. 
 

Meraklı bir aklın şüpheci bir zekânın ilim ve hikmet yolunda eline verilmiş en keskin kılıç nedenlerdir, niçinlerdir. Tam yerinde ve zamanında “neden” sorusunu soramayan bir aklı hiçbir vasıta ilim sahillerine ulaştıramaz. Sayısız esrarı mahiyetinde saklayan kâinatın kapılarını neden ve niçin anahtarları olmadan açamayız. Yerinde sorulan her soru hikmet kapılarını açan uygun anahtarlar gibidir. Âlimlerin, Ariflerin velilerin ve Bilginlerin ve marifet ehlinin bizinden en bariz farkı, nedenli ve niçinli ufuk açıcı soruları sorabilmeleridir. “Bu elma neden düşüyor?” diye kendine sormasaydı Newton yer çekimi kanunu bulabilir miydi? İnsanlar hasta eden nedir diye merak etmeseydi Akşemseddin Hazretleri, mikropların varlığından bahsedebilir miydi? “Bugün kriz var, öyleyse ne yapmalıyım” diye kendine doğru bir soru soramayan bir tüccarın iki yakasını bir araya getirmesi mümkün olabilir mi? Doğru ve zamanında sorulan her soru hedefi istikametinde havalanan bir ok gibidir. 

 
Fakat eskiden neden sözcüğü kadar ve hatta daha etkili kelimelerimiz de vardı. Fakat “neden” sözcüğü günümüzde biraz yalnız ve garip kaldı. “Nedenin” sebep, saik, amil gibi nüansları vardı bu kelimenin. Fakat artık neden karşısında bu kelimeler silikleşti, anlam netliğini ve fonksiyonunu kaybettiler. Bundan dolayı yükü arttı nedenlerin! Sebep, saik, hele âmil demiyoruz artık. Neden de neden? 

Necip Fazıl bu garabete güzel bir örnek verir. “Türkiye’yi batıran sâiklerin bir müessire bağlanmasındaki âmil sebep nedendir ve nedir?” 

Şu cümledeki ahenge bakınız. Ve cümlede kullanılan, sâik, müessir, âmil ve sebep kelimelerinin Türkçe tek karşılığı neredeyse bir “neden” den ibarettir. Ve bu cümleyi Yeni Türkçe’ye çevirmiş Necip Fazıl Kısakürek “Ve işte cümlenin kurbağacası” diyerek;  

“Türkiye’yi batıran nedenlerin bir nedene bağlanmasındaki neden neden, nedendir ve nedir?” (Necip Fazıl Kısakürek – Hitabeler – Edebiyat ve Cemiyet – sh; 283) 

Yani Necip Fazıl’a göre nedenlerimizin her nedeni izah etmeye gücü yetmiyor. 

Fıkıhta nedenin yerine eskiler “illet” derlerdi. İllet gerçek sebebi ifade eder. Şimdi nedeni diyoruz. Bir olayda özellikle yaratılışı ilgilendiren konularda gerçek illeti bulmadan neden veya nedeni sorusu ile çok fazla mesafe kat edemeyiz. Bu yağmur neden yağdı? Denizlerdeki buharlaşmadan. Deniz neden buharlaştı? Güneş ısısından dolayı. Güneş neden ısısını dünyaya gönderiyor? Güneşin zatında var bu? Zatını deyip nedenler zincirini burada durdurursan Güneşi İlah sınıfına sokmuş olursun. Yani Kainattaki olayları neden neden diyerek bir yere kadar götürüp bağlayabiliriz. Bu neden veya nedeni sorularının durduğu yerde ilahlaşma başlar. Bu nedenle yaratılışın sorgulandığı bir esnada neden sorusu yanlış bir noktada durmamalıdır. Tarih boyu ilahlaşmalar bu şekilde cereyan etmiştir. Nedenler bir yerde muhakkak kesilecektir. İlanihaye neden sorusunu sorarak yaşayamazsın. Neden veya nedeni sorusunu en münasip yerinde kesemezseniz bir yerden sonra Yaratan nedenle yaratılan neden birbirine girer, belki de aynısı olur. 

-Yağmur neden yağıyor? Denizlerden. Denizlerdeki su neden oluşuyor? Yağmurlardan... 

Bakın ilk durumda yaratılan olan yağmur ikinci durumda suyu yaratmış gibi bir konumda görünüyor. Nedenlere gerçek illet açısından bir mahmil bulunamayınca bir şey aynı zamanda hem yaratan hem de yaratılan olur. Evet, nedenlerle ancak etkileyici veya tetikleyici faktörü bulabiliriz. Fakat o nedenlerinde arkasında gerçek faille bizi irtibata geçiren neden diğerlerinden ayrılır ve illet hükmüne geçer, veya adını alır. Yağmuru yağdıran gerçek illet (neden) Allah’tır. Rüzgârın esmesine sebep olan gerçek illet (neden) Allah’tır. Yani Kâinatın işleyişindeki nedenler gerçek illeti karşısında bir eşyanın varlığı ile gölgesi gibidir. Eskiler bu nedenlerin bir yerde kesilmesi gerektiğini Akaid kitaplarında anlatırlar.

 
Bir de nedenler tam gerçek mahmilini bulamazsa şifa yerine zehir olur. Örneğin layüsel olan Rabbimize karşı itiraz ve isyanı işmam eden “nedenler” imanımızı azaltır. Ey Rabbim! Sen bize kan ve felaketi neden gönderiyorsun demek. Neden felaketler meydana getiren suları selleri yarattın? Neden bizi Adem (a.s) babamız gibi cennette yaratmadın? Bu nedenli sorular hikmetini öğrenmek bağlamının dışına taştığı nispette dalalet deryalarında yelken açarız.



Bir de şifa olan, ahiret hayatımıza iyi gelen nedenli sorular vardır. Neden ben bunca imkanlara rağmen kullukta gerekli olan performansı sergileyemiyorum? Neden ben konumumun hakkını veremiyorum? Neden ben hakkı haykıramıyorum? Neden ben ulum-i diniye ile ulum-u fenniyeyi birleştirerek cahillikten kurtulamıyorum?
 

Fakat bu aynı nedenli sorular iftira, karalama ve gıybet etmek kastı ile başkasına sorulursa ahlaken çökmemize sebep olur. Hele mazimize veya tarihimize kabullenmeme, reddetme, yok sayma anlamına gelecek şekilde “neden” sorularını sıralamak kaderi tenkit, bedbinliği işmam ve yaratılışa leke atmak demektir. Çünkü “halkı şer şer değil kesbi şer şerdir.” 
 

Fakat irademizi yanlış bir şekilde istimal edişimizi sorgulayabiliriz, fazilettir. Neden alınması gereken tedbirleri alamadım? Neden uyun-u sahire olamadım? Neden gençliğimi zayi ettim? Nefsimize yönelttiğimiz bu sorular manen yükselmemize, terakkimize sebep olur. Çünkü kendini sorgulama seviyesine çıkmış olan nefis, Allah’ın üzerine yemin edeceği kadar şereflidir: “Velâ uksimu bi-nnefsi-llevvâme(ti) (Kıyamet, 2)
17 Kasım 2025 12:59
DİĞER HABERLER