İstanbul Üniversitesi’nin kimi ünlü hocaları 27 Mayıs darbesini olacağını önceden biliyordu. Hele de Sıddık Sami Onar! Darbenin ardından devlet dizginlerini sivillere teslim etmeye hazırlanan milli birlikçileri, “aman işi yarım bırakmayın” diye baştan çıkaranlar da bu hocalardı. Vesayet düzeni dediğimiz, Türkiye’de “seçilenlerin yönetmemesini” de sağlayan gene onlardı. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, 27 Mayıs öncesini ve bu hocaları şöyle anlatır: “....hükümete karşı öyle bir kinle hareket etmişlerdir ki, İstanbul Üniversitesi öğrencilerine patlamaya hazır bir yangının üzerine benzin dökmekten farksız kasıtlı ve tantanalı demeç vermekten kaçınmamışlardır.” (Muhsin Öztürk-27 Mayıs Devleti)
Bu arada CHP’nin başoyuncu olarak 27 Mayıs darbesinde yer aldığını unutmayalım ve İnönü’nün damadı, rahmetli Metin Toker’e kulak verelim: “Gerçek şudur ki o günlerde, CHP bir yer altı faaliyetinin bütün hazırlıklarını tamamlamaktaydı. CHP’nin 28 Nisan ile 27 Mayıs arasında bu biçimde çalışmış olduğu bir gerçektir...Menderes’e karşı koymak kendiliğinden mi doğmuştur? Hayır. Onu CHP bizzat örgütlemiş, beslemiş, sloganlarını vermiş, her hareketin çekirdeğini oluşturmuş, bir beyin rolü oynamıştır. İsmet Paşa partisinin bu rolü oynadığından haberdardı. Ama hiçbir zaman kendisi yer altına geçmedi. Buna karşılık ihtilale yeşil ışık yaktığı bir gerçektir!”
Basın Konseyi Başkanı Orhan Birgit, 27 Mayıs’ın nedenlerinden sayılan öğrenci hareketlerini kendisinin örgütlediğini, manşete çektikleri öğrencilerin kıyma makinesinden geçirildiği haberinin tam bir palavra olduğunu, 27 Mayıs’tan üç yıl önce, Samet Kuşçu davasında darbe soruşturmasını engelleme amacıyla CHP adına mahkemeye müdahil olmakla görevlendirildiğini itiraf eder Aksiyon dergisiyle yaptığı bir söyleşide.
Berat Özipek, CHP’nin ayrıcalıklı sınıfları meşrulaştırmak için başvurduğu yolun ne olduğunu, 27 Mayıs ve onu izleyen darbelere nasıl da zemin hazırladığını pek güzel anlatır: “Aşağıdakiler, ‘niye siz yönetiyorsunuz, niye sizin çocuklarınız iyi yerlerde okuyor, iyi görevlere geliyor da bizimkiler gelmiyor?’ dendiğinde, ‘siz yeterince çağdaş ve laik olmadınız. Bu yüzden eşitsiz ilişkimiz sürecek.’ duruşunu sergilemekte. Anadolu sermayesine karşı çıkmalarının başörtüsü ya da namazla değil, pazar payına girmiş olmasıyla ilgisi var.”
Darbecileri koruma, kollama ve de onları yüreklendirme görevini günümüz CHP’si de sürdürüyor. Kanıtsa istediğiniz, Kılıçdaroğlu Kemal Bey’in Silivri’de, tahliye istemlerinin mahkeme heyetince reddinden sonra patlattığı “başbakanın yargıçları” demecini hatırlayın yeter!
Vesayet demokrasisi yandaşlarının, seçim sandıkları açılıp da, milletin kendilerine yüz vermediğini gördüklerinde,”demokrasi elden gidiyor...şeriat ve dahi faşizm geliyor,” safsatalarıyla askerin eteğine yapışmaları, kendilerine arka çıkan kimi iş çevreleri ve basınla kol kola girmeleri hep yöneten olarak kalma isteklerinden kaynaklanıyor. İşin en acıklı yanı, günümüzde birçok kişinin, hala CHP’yi Mustafa Kemal’in kurduğu Halk Fırkası olarak algılaması ki, bu yanılgıların en büyüğü! Bu günkü CHP Mustafa Kemal’in kurduğu fırka değil, Mişel Eflak’ın Arap Diriliş Partisiyle Ekrem Havrani’nin Arap Sosyalist Partisi’nin birleşmesi sonucu ortaya çıkan, elitist, askere sırtını dayamış, seçimlere hiç yanaşmamış, Irak ve Suriye’yi mahvetmiş Baas Partisi’ni hatırlatıyor insana ne yazık ki!