Okuduğum ifadeler, iddianamelerden anladığım şu: Orduda geniş bir koalisyon gidişattan rahatsız ve müdahale etme kararlılığındaymış. Ancak bunun istihbaratını alan siyasi irade darbe niyetinde olan bir grup ile önceden anlaşıp darbeyi baştan çökertmiş. Süreci eline alan siyasi irade tabiri caizse istihbarat ve anlaştığı grupların eliyle darbe için ‘gaz vermiş’. Durumdan habersiz kesimler ise ‘emir komuta içinde’ hareket ettiklerini sanarak sokağa çıkmışlar.
tr724 yazarı Adem Yavuz Arslan Akıncı Üssü İddianamesi'ni köşesine taşıdı. Ve iddianamenin 'kontrollü darbe' tezini güçlendirdiğini yazdı. İşte o yazı:
Bir önceki yazıda ‘Türkiye’nin köklü özel harp geleneğinden’ örnekler verip 15 Temmuz darbe girişimine dair şüpheleri sıralamış; günün birinde ‘15 Temmuz muhteşem bir özel harp operasyonuydu’ itirafını okuruz demiştim.
Özetle; Türkiye’de gerektiğinde ‘karşıya üç adam gönderip bu tarafa beş füze attırma taktiğinin’ ne kadar güçlü olduğunu anlatmıştım.
ERDOĞAN OTELDE DEĞİL MİYDİ ?
Aradan geçen sürede iki önemli gelişme oldu.
Birincisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın torununa Kur’an-ı Kerim öğretirken çekilmiş fotoğrafı medyaya servis edildi.
Gerçi Havuz medyası fotoğrafı ‘sızdı’ şeklinde haberleştirdi ancak hem Erdoğan’ı hem de Havuz medyasında işlerin nasıl yürüdüğünü bilenler bu fotoğrafın ‘iradi olarak’ Erdoğan tarafından servis edildiğini bilirler.
Fakat asıl ‘bomba’ 8 Nisan akşamı patladı.
24 TV yayınına çıkan Erdoğan o fotoğrafın 15 Temmuz gecesi darbeden hemen önce çekildiğini anlattı. Karşısında oturan gazeteciler(!) Erdoğan’ı tebrik yarışına girdiği için haberi fark edemediler ve doğal olarak da sorulması gereken soruları sormadılar.
O fotoğrafın bir otel odasında çekilmediği açıktı.
Fondaki kütüphane, kütüphanedeki eşyalar (modem, süs eşyaları vs) açıkça orasının bir otel odası olmadığını gösteriyordu.
Dahası, darbe girişimi sonrasında Yalçın Akdoğan kameralar eşliğinde Erdoğan’ın kaldığı iddia edilen oteli gezmiş, o görüntüler de ‘İşte saldırıya uğrayan otel’ delinerek medyaya verilmişti.
Orada açıkça görülebileceği gibi ‘işte o otel’ denilen görüntüler ile Erdoğan’ın ‘darbeden hemen önce çekildi’ dediği fotoğraf aynı yer değil.
Bu durumda ya önceki yada bu son açıklamalar ‘gerçeğe aykırı’ beyan olur.
Aradan geçen 9 ayda Erdoğan’ın darbeyi kaçta ve kimden öğrendiğini netleştirememiştik (zira bizzat Erdoğanın kendisi çelişkili açıklamalar yapmıştı) şimdi o gece nerede olduğuna dair şüphelerimiz de oldu.
Erdoğan, ölüm kalım meselesi olarak gördüğü referadum öncesi ‘torununa Kur’an-ı Kerim öğreten Cumhurbaşkanı din düşmanı darbeciler tarafından öldürülmek istendi’ mesajı vermeye çalışırken tam tersi bir tablo ortaya çıktı.
Bir başka ifadeyle fotoğraf çelişkisi ‘kontrollü darbe’ tartışmalarına katkı yapmış oldu.
İDDİANAME SORULARI BÜYÜTTÜ
‘Kontrollü darbe’ tartışmalarını büyüten diğer olay ise bizzat Akıncı Üssü İddianamesi oldu.
Hükümet ve Havuz kalemlerine göre darbenin en önemli iddianamesi buydu.
İddianame hayli uzun; 4 bin 658 sayfa ve 570 klasörden oluşuyor. Dosya kapsamında ise bir orgeneral, 6 tümgeneral, 18 tuggeneral, 22 albay, 26 yarbay ve değişik rütbelerde toplamda 481 şüpheli var.
Bu kadar uzun ve kapsamlı bir iddianameyi tek kalemde analiz etmek mümkün değil. Ancak genel olarak değerlendirecek olursam savcı Ramazan Dinç’in ‘kontrollü darbe’ iddialarını büyüttüğünü söyleyebilirim.
Öncelikle savcının çok temel bir sorunu var; iddianamenin hukuki bir metin olduğunu, oraya yazacağı her cümlenin delilini koyması gerektiğini ıskalamış.
Öyle ifadeler var ki sanki Havuz medyasından haber okuyorsunuz.
Mesela savcının iddiasına göre Cemaatçiler ‘tedbir adına’ haberleşmeleri ‘yenilebilir kağıtlarla’ yapıyorlarmış. Bir diğer darbe delili ise Gülen’in bir sohbetinde yeşil cübbe giymesi.
Savcıya göre bu ‘darbe talimatı’ymış.
Savcı, akla ziyan Havuz haberlerini sıraladıktan sonra çok ciddi iddialarda bulunup bunları da ‘anlaşılmıştır’ ya da ‘tespit edilmiştir’ gibi ifadelerle bağlamış. Ne anlama geldiğini anlayamadığım (muhtemelen de savcı da bağ kuramamış ki yorum yapmadan bırakmış) bir detay da şu. “X şahsı filan ülkede iken Y şahsı da şu ülkedeydi.” Ya da “X sanık filan tarihte ABD’ye gitmiş”. Savcı yazmamış ama muhtemelen ‘ABD ye gittiğine göre Cemaatle bağı vardır’ demek istemiş.
Askerler arasındaki para trafiklerini de sıralamış ama yorum yapmamış. 300-500 liralık havaleleri suç göstermiş.
Diğer detaylara girmeden şunu söyleyebilirim; bu iddianame mahkemede tel tel dökülür. Çünkü resmi görevle NATO toplantısına giden bir generali bu toplantı yüzünden darbeci ilan ederseniz kimseyi ikna edemezsiniz. Öte yandan ‘Darbenin koordinatörü’diye suçladığınız general o gün akşam üzeri yurt dışından dönmüş ve darbe saatinde feribotta.
KİM DARBECİ KİM DEĞİL?
Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın ifadeleri ile o akşam hem karargâh hem de Akıncı Üssü’nde olanların ifadelerini kıyaslayarak okursanız kafanızdaki sorular çoğalıyor.
Çünkü çok sayıda sanık-tanık Akar’ın hem Karargâh hem de Akıncı Üssü’nde çok rahat olduğunu, hatta filtre kahveli-kuruyemişli sohbetlerin yapıldığı anlatıyorlar. Akar’ın bulunduğu odaya giren çıkan askerlerin ifadelerine göre ‘rehin alınmış bir hali’ yokmuş.
Mesela Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal’ın üsse getirildiğinde ‘hiç esir alınmış halde olmadığı, gayet neşeli olduğu, iyi akşamlar arkadaşlar’ diyerek koridorda yürüdüğünü anlatan sanıklar da var.
Tuhaf işlerden birisi de Mehmet Dişli’nin ifadesinde.
Dişli, Akar’ın odasına girip gelişmeleri haber verdiğinde Akar ‘dalga mı geçiyorsun’ diyor hemen ardından da ‘haberim var gerekli tedbirler alındı’ diyor.
Söz konusu olan bir darbe iddiası, üstelik Genelkurmay Başkanı ile MİT müsteşarı 5 dakika öncesine kadar toplantı yapmışlar ve darbe hazırlıklarını konuşmuşlar fakat darbenin başladığı bilgisi gelince işi espriye vuran bir tavrı olmuş Akar’ın…
Çok sayıda ifadede Akar için ‘ortada’ yorumu var.
Diğer ilginç ayrıntılardan birisi de şu: Gerek Erdoğan gerekse de Hulusi Akar tarafından sık sık dile getirilen ve darbenin en büyük delillerinden birisi olarak gösterilen Tuğgeneral Hakan Evrim’in Akar’a ‘isterseniz sizi kanaat önderimiz Fethullah Gülen ile görüştürebiliriz’ ifadesini Akar’dan başka duyan olmamış. O gece, o odada olan herkes böyle bir ifadeyi duymadığını söylüyor.
CEMAATLE MÜCADELE ETTİM ŞAHİDİM HAKAN FİDAN
Aslında sorulacak çok soru var ama kimse Hulusi Akar, Hakan Fidan ve Zekai Aksakallı’ya soru soramadı.
Darbe ihbarı alan komutanların topluca düğüne gitmelerinin sırrı çözülememişken iddianamedeki ifadeler yeni sorulara neden oldu.
Mesela Abidin Ünal ve Nihat Kökmen ‘böyle önemli bir düğüne’ eşsiz katılıyorlar ki teamüllere pek uygun bir durum değil. Ayrıca düğünü basan askerlerin ifadelerini okursanız ‘basılan generallerin hiç de panik havasında olmadığı, hatta bazı komutanların her şey yolunda tarzı ifadelerde bulunduğu’ görülebiliyor. Düşünün, Türkiye gibi terör belasıyla boğuşan bir ülkede eli silahlı askerler düğünü basıp komutanları esir alıyorlar ama hepsi çok rahat!
Diğer bir ilginç detay da, düğünden çıkıp darbecilerle mücadelede görev alan bazı generallerin tutuklanmış olması.
Darbenin 1 numarası sayılan Org. Akın Öztürk’ün ifadelerin de de ilginç detaylar var. Hulusi Akar ve diğer komutanlarla diyaloglarının 15 Temmuz’a dair soru işaretlerini arttırması bir yana Cemaatle mücadelede yaptıklarına MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı şahit göstermesi de ilginç.
‘Cemaat adına darbe yaptığı iddia edilen kişi’ Cemaat’e karşı verdiği mücadeleye Hakan Fidan’ı şahit gösteriyor.
Bu arada ifadelerin satır aralarında ordunun iç işleyişine dair ilginç detaylar da var. Mesela sanıklardan Kurmay Binbaşı Mehmet Fatih Çavur diyor ki “Cemaatte hiç kimse ben Cemaat üyesiyim demez. Ancak ordu içinde alkol kullanmayan, sohbetlerinde cinsel içerikli konuşmalar yapmayan kişilerin bu duruşlarında Cemaat mensubu olma ihtimallerini değerlendiririz.”
Bir diğer ifade de ‘hal ve hareketlerinden, elinin yüzünün temizliğinden’ askeri öğrencinin Cemaatçi olma ihtimalini tespit ettikleri var.
ÖKSÜZ VE BATMAZ’I ÇEKİP ALSANIZ GERİYE NE KALACAK?
Erdoğan ve AKP’nin temel tezi 15 Temmuz’un bir Cemaat darbesi olduğu yönünde. Bu iddiaya en büyük dayanak ise Adil Öksüz ve diğer siviller.
İddianame de bu tezi ispatlamaya göre kurgulanmış.
Eğer bu iddianamedeki ifadeler doğruysa (hem Anadolu Ajansı’nın servis ettiği işkence görüntüleri hem de ifadelerin hangi şartlarda alındığının bilinmemesi nedeniyle bu şerhi düşmekte fayda var) Adil Öksüz ve diğer siviller adeta ‘Cemaati darbeye bulaştırmak için özel çaba sarf etmiş’.
Çünkü ifadeleri ve yapılanları izah etmek, anlamlandırmak mümkün değil.
‘Darbe gününün ertesinde kim arsa bakmaya gider?’ sorusunu bir kenara koyup devam edelim. İfadenin satır aralarından gördüğümüz kadarıyla Öksüz nezarette iken telefonu elinde. ‘Gözaltındaki birinin telefonu nasıl elinde olur?’ sorusu da bir kenarda dursun.
Adil Öksüz’ü 143. filoda gördüğünü söyleyenler olsa da o ana dair tek kare görüntü yok. Bu da ilginç bir nokta. Onun dışındaki sivillerin var ama Öksüz’ün görüntüsü yok.
İki gizli tanık, Şapka ve Kuzgun’un ifadelerine göre Öksüz Ankara’da bir grup askerle darbe toplantıları yapmış. (Darbe planlayacaksınız ama bunu metre kareye iki kamera bir istihbaratçı düşen Çukurambar civarında yapacaksınız!) Sonra da 11 Temmuz’da ABD’ye uçup 13’ünde geri dönmüş. Üstelik Akıncılar’da yakalanan Kemal Batmaz ile aynı uçakta seyahat ediyorsunuz.
HTS kayıtlarına göre Adil Öksüz’ün telefonu serbest kaldıktan sonra da açık.
18’inde Esenboğa’dan Sabiha Gökçen’e uçmuş devamında telefonunu kullanmaya devam etmiş. Havalimanından Üsküdar’a geçmiş.
Bu esnada telefon görüşmelerine devam etmiş. Ertesi gün Sakarya’ya gitmiş. 20 ve 21 Temmuz’da telefonu aktif. Hatta 21 Temmuz’da ABD İstanbul Konsolosluğu’ndan aranmış.
Öksüz’e dair şüpheleri arttıracak detaylar bunlar.
Düşünün, darbeden sonra göz altına alınmışsınız, iki kez hâkim karşısına çıkmışsınız ve adli kontrol ile serbest kalıyorsunuz. (Başlı başına şüpheli bir durum Öksüz’ün bırakılması. Zira Kemalettin Özdemir başta olmak üzere çok sayıda isim Öksüz’ü çok önceden ihbar etmiş. Yani Öksüz tanınan ve her adımı takip edilen birisi.)
Sonra kendi adınızla bilet alıp uçağa biniyorsunuz, akrabalarınız başta olmak üzere birçok kişiyi arıyorsunuz. Evinize gidiyorsunuz, ertesi gün de çalıştığınız ve kayınpederinizin olduğu Sakarya’ya gidiyorsunuz.
Telefon sürekli aktif.
Düşünün, bir insan iz bırakmak ya da bir başka ifadeyle görüntü vermek niyetinde değilse bu hareketleri neden yapar? Hukukun kalmadığı, burs veren, kermes yapan ev kadınlarının tutuklandığı bir dönemde tuhaf bir şekilde serbest kalacaksınız ama elinizi kolunuzu sallayarak gezmeye devam edeceksiniz!
Diğer sivil sanıklar Kemal Batmaz, Harun Biniş, Nurettin Oruç ve Hakan Çiçek’in ifadeleri ise akla ziyan. Hepsi bir anda Akıncılar civarında ‘arsa bakmaya’ gitmiş. Nurettin Oruç ise ‘hayvancılık belgeseli çekmek için’ orada olduğunu anlatmış.
Detaylara girmeye gerek yok.
Eğer bu ifadeler gerçekse ‘Cemaati darbeye bulaştırmak için özel çaba’ sarf ettikleri açık. Çünkü ifadelerin hiçbir tutarlılığı yok.
KAFALARINA SİLAH DAYANMAMIŞSA...
Eğer ‘kafalarına silah dayanıp Akıncılar’a götürülmemiş ve silah zoruyla ifade vermemişlerse’ yaptıkları ve söylediklerinin tek açıklaması var ‘Cemaati darbeye bulaştırma misyonunu’ eda etmişler.
Eğer Adil Öksüz ve beraberindeki sivilleri çekip alsanız geriye Cemaatle ilişkilendirebilecek bir şey kalmıyor. Cemaatle irtibatı olduğunu ifade eden sanıklar var fakat ifadeleri ve ifa ettikleri görevlerin askerin hiyerarşisi içinde bir izahı var.
Ayrıca, başta generaller olmak üzere tutuklu askerlerin ifadelerini okursanız şunu görmeniz mümkün: Adil Öksüz ve birkaç sivilin bu kadar büyük çapta bir hareketi organize etmesi ve yürütmesi mümkün değil. Hele hele Orgeneral seviyesinde insanları harekete geçirmesi mümkün değil. Öksüz ve ekibini aşan bir iradenin varlığı ifadelerde açıkça gözüküyor.
Öte yandan, Gülen’in ve Cemaat’in yaşı, tarihi ortada.
Cemaatçi subay varsa bile bunların en fazla tuğgeneral seviyesine gelebileceği düşünülürse çok sayıda generali harekete geçiren bir ortak aklın varlığı görülebilir.
Okuduğum ifadeler, iddianamelerden anladığım şu: Orduda geniş bir koalisyon gidişattan rahatsız ve müdahale etme kararlılığındaymış. Ancak bunun istihbaratını alan siyasi irade darbe niyetinde olan bir grup ile önceden anlaşıp darbeyi baştan çökertmiş. Süreci eline alan siyasi irade tabiri caizse istihbarat ve anlaştığı grupların eliyle darbe için ‘gaz vermiş’. Durumdan habersiz kesimler ise ‘emir komuta içinde’ hareket ettiklerini sanarak sokağa çıkmışlar.
Darbe başarısız olmaya kurgulandığı için Erdoğan ve AKP’liler de rahat rahat süreci yönetmişler.
Cemaati tümden bitirmek, muhalif her kesimi kazımak isteyen Erdoğan için her şey tam da planlandığı gibi gitmiş. Darbeyi Cemaat’e mal etme işi ise Adil Öksüz ve arkadaşları üzerinden yapılmış.
Tam da ‘karşıya üç adam gönderip bu tarafa 5 füze attırma’ pratiğine uygun bir tablo.