Kur’an’ın muhteşem üslubları karşısında, taklidini yapmak isteyenlerin sözleri, ümitleri gibi boğazlarında düğümlenip kaldı…
ABDULLAH AYMAZ- SAMANYOLUHABER.COM
Hocaefendi Kur’an yazısına devam ediyor: “Kur’an, indiği dönemdeki ilk muhatapları olan HEDEF KİTLENİN bütün muarızlarını onların yüzlerine çalmış ve onlardan, benzer muhtevâda bir kitap, bir sure, hiç olmazsa bir âyet getirmelerini istemişti. Bu ilk muarızlar Onun beyan gücüyle büyülenmiş yer yer ona sihir demişler; bedi’ üslubuna çarpılıp şiir demişler ve eşyanın perde arkasından verdiği haberler karşısında aptallaşıp, O’nu kehânete bağlamak istemişlerdi ama katiyyen O’nun benzerini getirememişlerdir. Nazım, nesir sözün her türküsünü konuşan, konuşmayı seven konuşma üstadı o günkü muârızlar, dillerini yutuk, kuyruklarını kısıp inlerinin bir köşesinde sessizlik ve hacâlet murakebesine daldıkları gibi, bu ifrit çağın inatçı müfritleri de eskilerden tevarüs ettikleri (miras aldıkları) muâraza ruhunun yanında, onca demagoji, diyalektik ve karşı çıkma taktiklerine rağmen, acz ve öfke içinde yutkunup durmaktan başka hiçbir şey yapamamışlardı. Zaman değişip durmuş, asırlar başkalaşmış, telakkîler farklılaşmış, muâraza ve mücadele hissi daha bir hararetlenmiş ama, Kur’an bunca muâraza yolları ve muârızlar karşısında hâlâ dağlar gibi metin, deryalar gibi zengin ve gökler gibi de derin o vakur ve müessir haliyle gönüllere ürpertiler salmakta ve başları döndürmektedir. O, ruhlarımıza taht kurduğu günden bu yana geçen bin dört yüz küsur sene içinde, değişik dönemler itibariyle pek çok SÖZ SULTANLARI yetiştirmiş, BEYAN SALTANATLARI kurulmuş; farklı SİSTEMLER, farklı EKOLLER, farklı FİKİR CEREYANLARI sözlerin EN SİHİRLİLERİ, beyanların EN BÜYÜLEYİCİLERİ ile kendilerini ifade etmek ve KUR’AN’I yıkmak için bütün cephanelerini kullanmış, her tabyaya baş vurmuş ve sürekli bu KİTAP ile savaşmışlardır ama, O’nun kainat, eşya ve insanla alâkalı ortaya koyduğu esaslardaki tenasüp, izahlardaki derinlik ve inandırıcılık, ortaya atılan soruları cevaplamadaki ilmîlik karşısında hep yenik düşmüşlerdir. Evet Kur’an, kainata, eşya ve insan hakikatına fevkalâde çarpıcı bir üslubla farklı bir bakış ortaya koymuştur ki, bu bakışla O, topyekün varlığı ve varlık içinde insanı bir bütün olarak ele alır ve bir tek noktayı bile ihmal etmeden her şeyi yerli yerine oturtur. Parçaların bütünle münasebetlerini, bütünün kendi cüzleri karşısındaki yerini en ince özellikleriyle sergiler… ve bu KOSKOCA KİTAP ve muhteşem meşherle alâkalı insanın içinden geçen en küçük sorulara dahi değişik cevaplar verir. O, varlığın perde önü ve arkası sırlarını en ince teferruatına kadar tahlil ederken, zihinlerde herhangi bir şüpheye katiyyen mahal bırakmaz; evet KUR’AN, o inceden inceye tafsillerinde ne akıllarda, ne mantıklarda, ne kalblerde ne de hislerde herhangi bir boşluğa meydan vermez; O, insanın akıl, şuur, his ve idrâkini öyle bir kuşatır ve dediklerini öyle bir kabul ettirir ki, O’nun bu aşkın tesiri karşısında âdeta insan, (Cenab-ı Hakka) sıfat dairesini aşmış da Hazret-i Zât’a (c.c.) açılmış Hak yolcuları gibi, hayretten dehşete, dehşetten kalâka yürür, haşyetle iki büklüm olur ve kendi kendine, ‘Rabbin KELİMELERİNİ yazmak için denizler mürekkep olsaydı hatta ona bir misil daha ilave edilseydi, denizler bitip gidecekti ama, O’nun (teşriî ve tekvînî emirleriyle alâkalı ) KELİMELERİ bitmeyecekti’ (Kehf Suresi, 18/99) diye mırıldanır. KUR’AN, işte bu tükenmez kelime hazinelerinin altın anahtarı, iman da, bu esrarlı anahtarın dişleri veya şifreleridir. Ben, bu ANAHTAR ve bu ŞİFRELERİ elinde bulunduran birinin kainat, eşya ve insanla alâkalı temel meselelerde başka bir şeye ihtiyaç duyacağına ihtimal vermiyorum.”
Kur’an düşmanı inkârcılara karşı: “Kulumuz (Muhammed ) üzerine indirdiğimiz Kur’an’da Bir şüpheniz varsa, Kur’an’ın benzerinden bir sûre yapıp getiriniz. Hem de Allah’tan başka, işlerinizde kendilerine müracaat ettiğiniz şâhitler ve yardımcılarınız da çağırınız, yardım etsinler. Eğer sözünüzde sâdık iseniz, hepiniz beraber çalışınız, Kur’an’ın benzerinden bir sûre getiriniz. Eğer bir benzer getiremezseniz, zaten hiç getiremeyeceksiniz ya… O takdirde öyle bir ateşten sakınınız ki, onun yakıtı (odunu), insanlar ile çıralardır.” (Bakara Suresi, 2/23-24) âyetleri ile bir taraftan Kur’an onlara meydan okuyor, “Hodri meydan, haydi bir benzer getirin bakalım” diyor; bununla da kalmıyor, “Getiremezseniz mel’unsunuz. Çırası insanlarla, taptığınız taşlardan olan Cehennem azabına gideceksiniz.” diye gururlarını kırıyor, onurlarına dokunuyor, fakat hiç kimse karşı koymaya cesaret edemiyordu. Teşebbüs edenler olduysa da gülünç duruma düştüler. Kur’an’ın muhteşem üslubları karşısında, taklidini yapmak isteyenlerin sözleri, ümitleri gibi boğazlarında düğümlenip kaldı…
Kur’an-ı Kerim bunu sekiz merhalede gerçekleştirdi:
1-Önce, “min mislihî” ifadesiyle “Yüksek nazmiyle, gaybî haberleriyle, içine aldığı ilim ve yüce hakikatları ile beraber tam bir Kur’an’ın mislini, okumamış-yazmamış bir şahıstan getiriniz” demişti. Sonra hafifletti. (Bakara Suresi, 2/23)
2-“Müfettereyât” ifadesiyle, “Eğer böylece benzerini getirmek gücünüzün üstünde ise, belâğatlı bir nazımla, uydurma şeylerden olsun getiriniz.” (Hud Suresi, 13)
3-“Bi aşri süverin” ifadesiyle “Eğer buna da gücünüz olmazsa, on sure kadar bir mislini yapınız.” (Hud Suresi, 13)
4-“Bi suretin” ifadesiyle, “Bu da mümkün olmak ise, uzun bir surenin mislini yapınız.” (Bakara Suresi, 2/23)
5-Yine “Bi suretin” ile “Eğer bu da size kolay değilse, kısa bir surenin misli olsun.”
6-“Şühedâeküm” ifadesiyle “Eğer ümmî bir şahıstan imkân bulamadı iseniz, okur-yazar âlim bir adamdan olsun.” (Bakara, 23)
7-“Ba’züküm li, ba’zın zahîra” ifadesiyle, “Bu da olmadığı takdirde, birbirinize yardım etmek suretiyle yapınız.” (İsrâ Suresi, 88)
8-“Le in ictemeati’l-insü ve’l-cinnü” ifadesi ile, “Buna da imkân bulamadığımız takdirde, bütün insanlardan ve cinlerden yardım isteyiniz ve bütün fikirlerin neticelerinden meded isteyiniz.” (İsra, 88)
Bunları ifade ettikten sonra Üstad Hazretleri şöyle bağlıyor: “İşte SEKİZ MERTEBE âcizliğinizi anladınız. Elbette sekiz derece Kur’an’ın da MUCİZE olduğunu bilmemiz gerekir.” (Yirmi Beşinci Söz)