'O tabir Başbakan'ın, ben gömlek çıkarmadım'

'O tabir Başbakan'ın, ben gömlek çıkarmadım'
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ''(AK Parti 28 Şubat'ın ürünüdür) demek, büyük bir cehalet ürünüdür'' dedi.
Katıldığı bir televizyon programında soruları yanıtlayan Arınç, 28 Şubat'ın bir süreç olduğunu, bunun önü ve arkasının bulunduğunu söyledi. Her yönüyle 28 Şubat sürecinin tartışılmasında fayda olduğunu belirten Arınç, medya, TSK'nın üst kademesi, yüksek yargı, üniversiteler ve parlamentonun bu sürece dahil aktörler olduğunu ifade etti. BU KADAR CEHALET TAHSİLLE MÜMKÜN ''Böylesine el emeğiyle hazırlanmış bir sürecin, aradan 10-15 yıl geçtikten sonra her yönüyle irdelenmesinde ve savunulamaz hale gelmesinde demokrasi açısından fayda olduğunu'' dile getiren Arınç, ''(AK Parti 28 Şubat'ın ürünüdür) demek, büyük bir cehalet ürünüdür. Bu kadar büyük cehalet de ancak tahsille mümkündür. Çünkü bunu söyleyen bir insan siyasi hayatı bilmiyor demektir. Siyasetin nasıl geliştiğini bilmiyor demektir. Aklı toplum mühendisliğinde kalmış, her zaman bir şeyleri dizayn etmek için ortaya çıkan aklı evvellerden ders almış gibidir. Çünkü 28 Şubat, AK Parti'nin veya bir başka partinin lehine veya aleyhine netice vermiş bir olay değildir'' diye konuştu. Siyasete başladığı Milli Nizam Partisi'nin 1970'de kurulduğunu, 1971'de kapatıldığını belirten Arınç, aynı dönemde Türkiye İşçi Partisi'nin de faaliyetinin sonlandırıldığını vurguladı. 1980'de il başkanı olduğu partinin bütün patiler gibi darbeyle kapatıldığını ve siyasi yasaklı olduğunu dile getiren Arınç, Refah Partisi'nin seçimlerde birinci parti olduğu 1995'te milletvekili seçilerek parlamentoya girdiğini ifade etti. Arınç, ERBAKAN'IN BAŞBAKANLIĞI HİÇ İSTENMEDİ ''Aslında 28 Şubat'ın fitilinin ateşlendiği gün de odur, o sonuçtur'' diyen Arınç, Refah-Yol hükümetinin kurulmasının ve Necmettin Erbakan'ın başbakan olmasının hiç istenmediğini bildirdi. Bülent Arınç, o dönemde diğer siyasi partilerin bütün stratejilerini Refah Partisi düşmanlığı üzerine kurduklarına işaret ederek, sonunda Refah Partisi'yle hükümet kurmaya mecbur olduklarını ancak, birilerinin bundan hoşlanmadığını belirtti. Refah Partisi'nin iktidardayken kapatıldığını vurgulayan Arınç, daha sonra kurdukları Fazilet Partisi'nin, ''Çok masum ve günahsız bir parti olduğunu ama onun da gözünün yaşına bakılmadığını'' dile getirdi. Arınç, Fazilet Partisi kapatılınca yol ayrımına girdiklerini, daha sonra helalleşerek ve yeni bir siyaset anlayışıyla yeni bir yola çıktıklarını söyledi. Son 60 yılın 30 senesinin darbeler, müdahaleler dönemi olduğunu dile getiren Arınç, demokratik hayata müdahale eden başka kurumların siyaseti dizayn etmeye çalıştığını ifade etti. Arınç, parlamento dışı güçlerle uzlaşmak zorunda kalmanın siyaseti neredeyse yok olma durumuna getirdiğini belirtti. BEN GÖMLEK ÇIKARMADIM Arınç, ''Milli Görüş gömleğini çıkarmak'' tabirinin Başbakan Erdoğan'a ait olduğunu dile getirerek, şöyle devam etti: ''Ben, bugüne kadar öyle bir şey kullanmadım. O da doğrusunu yapıyor, ben de kullanmamakla kendime göre doğrusunu yapıyorum. Çünkü bu gömlek çıkarmak, palto çıkarmak, pardösü çıkarmak, bunlar bu anlamda bana göre başkalarının yanlış anlayabileceği şeyler. Ben, geçmişte Milli Görüş'ü esas alan siyasi partilerde çalıştım, il başkanlığı, milletvekilliği yaptım, yıllarca emek verdim. Ben paraşütle gelmedim siyasete. Gençlik kollarından geldim, il başkanlığı yaptım, MKYK üyeliği yaptım, grup başkan vekilliği, grup başkanlığı, Meclis başkanlığı yaptım. Şimdi, Başbakan Yardımcısıyım. Geçmişte yaptığım siyasetten de utanmıyorum, sıkılmıyorum, çünkü doğrusunu yaptık. Rahmetli Erbakan Hoca ile birlikteyken de Türkiye için, halkımız için siyaset yaptık. O zaman için doğru bildiklerimizin peşinden koştuk. Bunların içinde hiçbir zaman yolsuzluk, çıkarcılık olmadı. Milletin menfaatlerini düşünerek mücadele ettik. Ama şimdi AK Parti yeni bir parti, Milli Görüş, Milli Görüşçülerde kaldı. Şimdi biz AK Parti'de 'Milli Görüşçüyüz' diyemeyiz. Böyle bir iddiamız yok. Onun partisi var.'' 28 ŞUBAT'IN "JENERİĞİ" Başbakan Yardımcısı Arınç, 28 Şubat sürecinde Süleyman Demirel'in kendisine ne ifade ettiğinin sorulması üzerine, ''Yönetmen diyebiliriz'' dedi. Medyayı ''Yönetmen yardımcısı'' olarak nitelendiren Arınç, ''Peki, Genelkurmay Başkanı Karadayı ile Çevik Bir?'' sorusu üzerine ''Jenerikte ismi geçenlerden birisi gibi görelim, Çevik Bir de onun yardımcısı. Bunların hepsi aktörleridir'' diye konuştu. AKLA HAYALE GELMEDİK ŞEYLERLE KARŞILAŞTIK O dönemde partisinin Anavatan Partisi'yle dönüşümlü olarak hükümet kurmak üzere olduğunu belirten Arınç, şöyle konuştu: ''Hem bakanlık isimleri ve sayıları da belirlenmişi. Ancak araya Kurban Bayramı girdi 1996 yılı başında. 'Hele bir bayram geçsin' denildi, bayram geçti ama Mesut Yılmaz da değişti. Birilerinin korkutmasıyla bu hükümet kurulamadı. Onlar kurdular, ama güven oylamasında bile hata yapılmıştı. Biz Anayasa Mahkemesine müracaat ettik. Onlar da zaten gecikmeden birbirlerine düştüler, o hükümet 3 ay sonra gidince, soruşturmalar, sayın Çiller'in birtakım endişeleri, 'onlar PKK'dan daha tehlikelidir' dediği partiye döndü 'elinizi verin, bir hükümet kuralım' dedi. Bizim de tabii hükümet kurmaya ihtiyacımız vardı, hem bir meşruiyet kazanmak hem de iktidarla bir şeyler yapabilmek amacıyla, arkası da bildiğiniz gibi geldi.'' Bu süreçte hiç akıl, hayal etmedikleri şeylerle karşılaştıklarını vurgulayan Arınç, ''Bunlar bir manevi baskıydı, cebirdi, alaya almaktı, küçük görmekti, tehdit etmekti'' ifadesini kullandı. Arınç, şunları söyledi: AŞAĞILANMA HİSSİ İÇİNDEYDİK ''O zamanlar lojmanlardaydık, bu baskı o kadar kötü bir noktaya geldi ki 12 veya 13 Haziran tarihlerinde mutlaka 'asker artık darbe yapacak. Kendini kurtaran dışarı kaçsın' diye Refah Partisi'nin dışındaki pek çok milletvekilinin lojmanı boşalttığını ve yurt dışına gittiğini ben şahsen biliyorum. Sükutu hayale uğramıştık, bir aşağılanma hissi içindeydik, hiç hak etmediğimiz bir muameleyle bize karşı geliyorlardı. Hocamız belki buna alışıktı ama biz çok üzülüyorduk. Arkasından da 28 Şubat'ta dikte edilen kararlarda hiçbirini kabul etmemiz mümkün değildi. Belli bir çizgide siyaset yapan insanların doğrudan millet iradesine karşı alınmış bu kararları ne uygulaması, ne oy kullanması, ne altına imza atması mümkün değildi. O döneme ait en acı olaylardan bir tanesi 8 yıllık kesintisiz eğitimin Meclise getirilmesidir. Bu, her bakımdan eleştirilecek bir davranıştı. En başta 28 Şubat sürecini imza altına alan kişiler, bu hükümete dayatma olarak getirenler öncelikle birinci sıradan bu işten başladı. Biz bunu yapmadan hükümet bitti. Mesut Yılmaz hükümeti kuruldu. Bu hükümet de meşruiyetini ancak bu kanunu çıkarmakla elde edebileceğini düşündü. Çünkü o partide bir kısım milletvekilleri, 'biz buna onay veremeyiz' dedi, Korkut Özal bunlardan biriydi, başka milletvekilleri vardı. Mesut Yılmaz, 'bunu çıkarmamız lazım, bu bize birinci talimattı' diye sözler sarf ediyordu. Komisyonda, Genel Kurulda biz direniyorduk, önergeler veriyorduk, iç tüzüğün verdiği bütün engelleme haklarını kullanıyorduk. Geceli gündüzlü 2,5 gün sürdü o.. O günlerde dikkat ettim, Meclis'e o güne kadar hiç uğramayan milletvekilleri, bir yerlere şirin görünmek üzere sıralarda uyumaya başlamışlardı. 2,5 gün ayrılmadılar Meclisten.'' Merhum Erbakan'ın nasıl davranması gerektiği konusunda eleştiriler olduğunun hatırlatılması üzerine Arınç, eleştirilerin de ''Yaptıkları doğrudur, çünkü şartlar bunu gerektiriyordu'' diyenlerin de bulunduğunu söyledi. Arınç, ''Belki ikisini birbiriyle mukayese ettiğiniz zaman şuna dikkat etmek lazım, yani darbeler geliyor, muhtıralar sürekli halde ve Silahlı Kuvvetlerin üst kademesi hükümetlere müdahale ediyor canı istediklerine, istemediklerine farklı davranıyor. Bu, geleneksel hale gelmiş bir ağırlık, bir baskı ve onların dedikleri yapılmazsa emsalleri çok kötü, onlar da olabilir, daha zor daha kötü günlere dönebiliriz. Bu şartlara bakalım bir'' diye konuştu. ORTAĞI ÇÜRÜKTÜ Erbakan'ın devleti de askeri de sevdiğini belirten Arınç, ''Türkiye'de demokrasinin zaman içerisinde yanlışlıklarla mücadele ederek, ama o yanlışları da anlatarak, görerek, ikna etmek suretiyle daha iyi olabileceğini düşünürdü. Siyasetinde önce ahlak ve maneviyat vardı, maddi manevi kalkınma vardı, Türkiye'nin maddi kalkınmasında gerçekten çok güzel projeleri vardı. Gençlerin de nesillerin de ahlaktan, maneviyattan mahrum olmamasını isterdi'' ifadesini kullandı. Erbakan'ın tek başına iktidar olmadığını dile getiren Arınç, ''Yanında bir ortağı vardı ve ortağının içi çürüktü. Bu çürüklük zaman zaman 28 Şubat sürecinde de Susurluk olayında da tek ayaklı haline getirdi koalisyonu. Ha gitti, ha gidiyor. Müdahale etseniz hükümet son bulacak, etmeseniz, vicdanlar kabul etmiyor. O noktada hükümetin daha uzun süreli olması, bu badirelerden geçmesi için belki sükutu tercih etmiş olabilir' diye konuştu. Refah Partisi'nden o dönemde bütün baskılara rağmen bir milletvekilinin ayrıldığına, ama DYP'nin yarısından fazlasının istifa ettiğine dikkati çeken Arınç, ''Dolayısıyla her gün eriyen gemiyi terk edenlerin olduğu bir koalisyondu. 28 Şubat'a karşı ciddi bir direnci, olmazsa olmaz bir şeyi ortaya koymanın zorluğunu da takdir etmek lazım'' dedi. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, o dönemde vatandaşın darbenin bütün ağırlığına, korkusuna, baskısına, tehdidine rağmen bir yıl sonra bile kendine ait hissettiği partiye oyunu verdiğini vurguladı. Milletin AK Partiyi de tek başına iktidara getirdiğine dikkati çeken Arınç, şunları kaydetti: ''Bütün bunlar sosyolojiyi bilmeyenlerin işidir, halkı tanımayanların işidir. Ta eski İttihat-Terakki mantığıdır, 'biz böyle yaparsak halk bunu yapmak zorunda kalır'... Geçti o günler artık, o yok. Türkiye'de halk her zaman tercihini pek çok kere de isabetli olarak sandıkta ortaya koyabiliyor. Beğenirsiniz, beğenmezseniz, ama sivil ve dinamik bir iktidarı her zaman halkımız daha fazla seviyor. Geçmişe baktığımız zaman bütün bu tecrübeler bunu gösteriyor. Bu, halk popülizmi yapmak değildir.'' ADIYAMAN'DAKİ "İŞARETLER" Arınç, Adıyaman'da bazı evlerin işaretlendiği iddiasının hatırlatılması üzerine, geçmişte Aleviler ile Sünniler arasında var olan ilişkileri kötüye yöneltmek ve bunu kronik çatışma alanı haline getirmek için çok büyük gayretler sarf edildiğini söyledi. Yaşanan bazı olayları herkesin hatırladığını ifade eden Arınç, Başbağlar, Çorum, Sivas Madımak ve Kahramanmaraş olaylarının bunlardan bazılarını olduğunu belirtti. ''Belki bin seneden beri bu topraklarda kardeşçe yaşamış bu insanların suni birtakım kavgalarla adeta onulmaz bir yara halinde tutulmak istendiğini bilirim'' diyen Arınç, AK Parti hükümeti döneminde Alevilere karşı hiçbir ayrımcılık yapılmadığını, geçmişteki yaraların tedavi edilmesi için çok çalışma yürütüldüğünü vurguladı. Madımak Oteli'nin kamulaştırıldığını dile getiren Arınç, ''Geçmişte yaşanan olumsuz olayların hepsi, bizden önce yaşandı'' dedi. Arınç, ''Adıyaman'daki olayları, münferit bir olay olarak görüyorum. Yani, geçmişten kalan endişeyle bazıları şikayetçi olmuştur, sanıyorum bazı milletvekilleri de bunu gündeme getirdi. Onlara teşekkür etmemiz lazım, çünkü ola ki birileri bir tezgahın, bir olayın hazırlığı içinde de olabilir, gülüp geçemeyiz. Dolayısıyla üzerinde ciddiyetle durmanın, gerekli tedbirleri almanın ve toplumdaki bu kuşkuları, endişeleri gidermenin zamanıdır, yapılıyordur, yapılacağına da eminim'' diye konuştu. ADIYAMAN VALİSİ'NİN BİLGİ NOTU Olayla ilgili Adıyaman Valisi'nden bilgi notu istediğini belirten Arınç, kendisine ulaştırılan notta şu ifadelerin bulunduğunu söyledi: ''Adıyaman merkez Karapınar Mahallesi'nde 27 Şubat 2012 günü 12.30 sıralarında ilimiz emniyet müdürlüğüne gelen bir ihbar neticesinde bazı evlerin duvarlarına yazılar yazıldığının bildirilmesinin ardından olay yerine intikal edilmiştir. Yapılan incelemede toplam 26 evin bahçe duvarlarına, dış cephesine, pencere yanlarına olmak üzere 3-5 santimetre yüksekliğinde ve değişik uzunluklarda kırmızı keçeli kalemle, harf veya rakama benzeyen ve anlam taşımayan şekillerin çizildiği görülmüştür. Olayla ilgili resmi işlemlere başlanmış, fail veya failleri yakalanmamış, araştırmalar devam etmektedir. Gece gündüz tedbirlerimiz sürmektedir. Bu olayı Adıyaman ilimiz Karapınar Mahallemizin hassasiyetlerini bilen art niyetli kişiler yapabileceği gibi çocukların da işi olabileceği düşünülmektedir. Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığı da olayla ilgili tahkikat başlatmıştır. Adıyaman'da yaşayan vatandaşlarımız, sivil toplum örgütlerimiz, kanaat önderlerimiz 29 Şubat ve 1 Mart 2012 tarihinde ilde bir huzursuzluk olmadığını, birlik ve beraberlik içinde olduklarını açıklamışlardır. Olayı, sıkı şekilde takip ediyoruz. Güvenlik güçlerimiz, dikkatli ve ciddi şekilde olayı araştırmaktadır. İlimizde herhangi bir huzursuzluk yoktur, bu tür provokasyonlara itibar etmez. Adıyaman'da, geçmişte, 12 Eylül 1980'den öncesinde dahi mezhepsel ve etnik olarak huzur bozucu hiçbir olay meydana gelmemiştir.'' Olayla ilgili bütün ihtimalleri içine alan bir değerlendirmenin yapıldığına dikkati çeken Arınç, Adıyaman'da alevi yurttaşlara karşı münferit veya toplu bir olay hatırlamadığını vurguladı. Bütün ihtimallerin, içinde bir kötülük taşıyabileceği gözönünde bulundurularak araştırıldığını belirten Arınç, ''Umarım arkasından bir kötü niyetli çaba çıkmayacaktır'' dedi. YAZAR GÜÇLÜ'NÜN İFADELERİ Arınç, yazar İbrahim Güçlü'nün, terör örgütü PKK'nın işlediği cinayetlere ilişkin Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısına ifade verdiğinin hatırlatılması üzerine, yakinen şahit olduğu olaylar hakkında, geçmişten bu yana önde gelenleriyle bir şekilde arkadaşlık yaptığı bir örgüt için bir şey söylüyorsa İbrahim Güçlü'ye, Kemal Burkay'a ya da bir başkasına kulak vermekte fayda olduğunu bildirdi. Arınç, ''Onların söyledikleri benim bildiklerimden daha fazladır'' ifadesini kullandı. SURİYE Ülkelerin komşularını seçme şansı olmadığına işaret eden Arınç, devletlerarası ilişkilerde, ülke yararına olacak şekilde iyi ilişkiler kurulması gerektiğini vurguladı. ''Onların rejimlerini beğeniriz ya da beğenmeyiz ama diplomatik ilişkileri mutlaka kurarız'' diyen Arınç, komşularla sıfır sorunlu bir politikanın takip edildiğini söyledi. Türkiye'nin geçen yılın mart ayından bu yana Suriye'yle ilgili politikasını ortaya koyduğunu dile getiren Arınç, ''Bu politika neydi? Yanlış yapıyorsunuz, halkın taleplerine şiddetle mukabele etmeyin, reform taleplerini dikkate alın, yeni bir seçim yasası, yeni bir Anayasa değişikliği yapın'' dedi. Arınç, şöyle devam etti: ''Kuzey Afrika'da başlayan rüzgarlar Ortadoğu'ya sıçradığında gerçekten eski Hafız Esad döneminden kalan zihniyetin böylesine hortlayacağını ve şehirleri kuşatarak, bomba yağdıracağını doğrusu hiç tahmin etmemiştik. Ben, şahsen tahmin etmemiştim. Çünkü Beşşar Esad, bize daha güleryüzlü, daha batı yanlısı ve daha özgürlükçü bir insan karakteri çizmişti. Yanılmış olabiliriz ama bu yanılsamanın içerisinde Beşşar'ın ne kadar katkısı var? Yoksa eski kalıntılar mı iş başında? Yoksa bu şiddetin arkasında kendilerinin azınlıkta olduğu çoğunluk iktidara gelirse 'bizim halimiz ne olacak' endişesi mi var? Hepsini alt alta üst üste koyabilirsiniz. Biz, Türkiye olarak, Hükümet olarak çok önemli işler yaptık. Bu, bizim için sorumluluktur. Bizim dostluğumuz halkladır. Mesela zulmederlerse rejimlerle bizim dostluğumuz söz konusu değildir. Bunu defalarca açık yüreklilikle söyledik. Burada yaşayanların mağdur olmaması için her türlü tedbiri alıyoruz. 'Nedir onlar' derseniz, söylemem. Yaptıklarımız, söylediklerimiz, bizim tek başına Türkiye olarak bu işten ne kadar ızdırap duyduğumuzu gösterir.'' Suriye'de yaşanan vahşete ve katliama karşı Türkiye'den başka sesini çıkaran olmadığına dikkati çeken Arınç, ''Bir yıldan beri Türkiye, ne yapması gerekiyorsa yapıyor ama harp ilan edecek durumda değiliz. Askeri bir müdahale seçeneğimiz yok. Dolayısıyla bu rejimin, Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler kararlarına göre zulümden ve şiddet uygulamaktan vazgeçmesi ve demokrasiye geçiş için her alanda baskı yapıyoruz, baskımız da devam ediyor'' diye konuştu.
02 Mart 2012 23:56
DİĞER HABERLER