Demokrat Parti iktidarını üçüncü dönemiydi. Dine hizmet edenler “terörist” gibi takip ediliyordu. Nurcu ve Süleymancı diye insanlar evlerinden toplanıyordu!
Ali Emir Pakkan / samanyoluhaber.com
Bediüzzaman Said Nursi ve Süleyman Hilmi Tunahan son nefeslerine kadar hedefteydi!
16 Eylül 1959, İstanbul'da büyük bir cenaze töreni vardı. S. Hilmi Tunahan Hocaefendi vefat etmişti! Vasiyeti gereği, Fatih camii haziresine gömülecekti. Resmî izinler alınmıştı.
Ancak Demokrat Parti hükümeti, akıl almaz bir yola başvurdu. Büyük İslam alimi Tunahan’ın cenazesinin Üsküdar'dan Avrupa yakasına geçirilmesine izin vermedi!
İçişleri bakanı Namık Gedik’in talimatı ile naaşa el kondu. Tunahan ailesi ve talebelerinin ısrarları sonuçsuz kaldı. Bakan Gedik, “Götürün o yobazın cenazesini, Karacaahmet’te bir çukura gömün!” diye talimat verdi!
Tunahan Hocaefendi, binlerce insanın katıldığı cenaze namazının ardından Karacaahmet mezarlığına defnedildi! Vasiyeti, yerine getirilemedi.
20 Mart, 1960, Isparta’dan Urfa'ya doğru bir araba yola çıktı. İçinde asrın alimi Bediüzzaman Said Nursi vardı! Dostları ile vedalaşmıştı Haberi alan içişleri bakanı Gedik, emrindeki polisi harekete geçirdi: "Derhal Said Nursi’yi geri döndürün! "
Asrın Alimi, son yolculuğundaydı!
Urfa İpek Palas’a geldiğinde çok hastaydı! Bakan, üst üste valiyi, emniyet müdürünü aradı: "Gerekirse çöp arabasına bindirin, şehirden çıkarın!" diyordu! Urfalı, otelin önüne yığıldı. Üstadına sahip çıktı. Ve Nursî, 23 Mart 1960'ta otel odasında hayata veda etti. Cenazesine binler katıldı.
DP, sona yaklaşmıştı. 27 Mayıs 1960’da cunta yönetimi devraldı. Peki Namık Gedik’e ne oldu? Tekme tokat gözaltına alındı ve bir çöp kamyonu ile Harp okuluna götürüldü! 3 gün sonra da hapsedildiği odasının penceresinden atlayıp öldüğü söylendi! Cesedi 15 gün morgda bekletildi! Bayan Melahat Gedik, “Altı kişinin mezarlığa gelmesine izin verildi. Gömülürken mezara yaklaştırılmadık.” diyecekti...
Süleyman Hilmi Tunahan ve Bediüzzaman Said Nursi, zulmün en şiddetli zamanlarında talebelerine hep sabrı tavsiye etmişlerdi...Tunahan, “Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir. Bizim dünya hayatımızdan korktukları gibi vefatımızdan da korkacaklar!” derken; Bediüzzaman ise, “Ben rahmet-i İlâhî’den ümit ederim ki, mevtim, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek ve ölümüm başınızda bomba gibi patlayıp başınızı dağıtacak! ” demişti...
Zaman onları haklı çıkardı...