Önce İnsan Olmak

Samanyoluhaber.com yazarlarından Prof. Dr. Şerif Ali Tekalan, yeni köşe yazısını 'Önce İnsan Olmak' başlığı ile kaleme aldı.
Üzerinde yaşadığımız dünyada her canlı türünün kendisine has özellikleri mevcuttur. Bu özellikler ve güzellikler, birbirlerinden çok farklıdır. Gözlemciler ve bu işin uzmanları tarafından belgesellerle bize anlatıldığında dikkatimizi çekerler ve hayranlıkla bunları izleriz. Kendi aralarındaki iş bölümleri, birbirlerine saygıları, diğer canlılarla aralarındaki ilişkiler insanoğlunun hep merak ettiği konular olmuştur.

Arıların kilometrelerce uzaklardan bal toplamaları, diğer arılara hareketleriyle yön tarifleri, kovandaki iş bölümleri; karıncaların aralarındaki iş bölümleri, göçmen kuşların havadaki uçuş nizamları hep mükemmellik örnekleriyle doludur.

İnsanoğluna gelince durum tamamen farklı bir tablo arz etmektedir. Her tür hareketinde kendisine iradi bir serbestiyet verildiğinden insanlar arasında her çeşit davranış şekli görülebilmektedir.

Bu davranış biçimlerinin birbirlerini rahatsız etmeyecek şekilde olması açısından insanoğlunun var olduğu günden itibaren, gerek ilahi (peygamberler ve kutsal kitaplar vasıtasıyla), gerekse kendi aralarında konsensüsler (kanunlar, düzenlemeler) oluşturularak bir toplum düzeni temin edilmesi hedeflenmiştir.

Bunların büyük ölçüde uygulanabildiği toplumlarda huzur ve güven hâkim olmuştur. Uygulanamayanlarda ise, huzursuzluk, karmaşa ve terör meydana gelmiştir.

Tek insandan itibaren toplumu meydana getiren fertler, toplumun farklı katmanlarında yer almaya başlamışlardır. Genel toplum düzeninin prensipleri yanında, bu her bir katmanın da kendine has kuralları oluşmuştur. Tüm bu prensip ve kurallar hep huzurlu ve adil bir toplumun inşası için olmuştur.

Bu süreçte, içinde bulunduğumuz zaman dilimine gelindiğinde, bir yandan teknik ve teknoloji, diğer yandan ulaşım vasıtalarının gelişmesiyle coğrafi ve kültürel uzaklıklar birbirleriyle komşu olmuş, iç içelik yaşamaya başlamışlardır. Artık her an, her yerde insanlar farklı kültür, ırk ve milletten problemleri birlikte çözmek durumundadırlar.

İşte gelinen bu noktada, hemen her çeşit sosyolojik görüşün hemfikir olduğu bir deyim ön plana çıkmıştır: “İnsan olma ortak paydası.” Aslında bu durum yeni bir tespit, gözlem ve değerlendirme değildir. Gerek semavi dinler, gerekse her devrin filozof ve sosyologları bu ortak paydanın üzerinde ısrarla durmuşlardır. Geçmişten örneklerle, yaşadıkları iyi ve kötü hatıralarla hep bu konuya parmak basmışlardır: “Önce insan olmak.”

Kendi konumu, pozisyonu ne olursa olsun, karşıdakinin de bir insan olduğunu bilmek, hatırlamak ve ona göre davranmak geçmişte olduğu gibi günümüzde de çok büyük bir önem arz etmektedir.

Mevlana bu konuda daha da ileri giderek, bu konuyu sadece insanların kendi aralarındaki münasebetlerle daraltmayıp tüm kâinatı içine alan bir çember hâlinde genişletmiştir: “Yaratılanı hoş gör, yaratandan ötürü.” Tabii böyle bir ufka sahip olununca, hadiseler daha geniş bir açıyla değerlendirilir. O zaman neticeler de daha değerli olur.

İnancımızın temel dinamiklerinden biri olan kader, bazılarının yoluna su serper ve onları bir yerlere getirir. Bazılarını da apayrı yerlere götürür. Bir bakıma, bu durum geçici ve sınırlı bir dünya hayatı için tiyatrodaki roller gibidir. Herkes rolünü iyi oynamak konumundadır ve zorundadır. Çünkü senarist veya yönetmen herkese bir rol biçmiştir.

Kimsenin kendi rolünü en önemli görme lüksü yoktur. Her rol önemlidir.

Durum böyle olunca, kim olursa olsun, her insan her an bu bilinç içinde “önce insan olma”nın gereklerini yerine getirmeye çalışacaktır, çalışmak zorundadır. Başkalarının, ötekilerin, muhatapların bu prensipleri çiğnemesi, asla ona da çiğneme hakkı vermez. O, daima yerini muhafaza etme durumundadır. Başkaları onu kandırabilir, suistimal edebilir. O da bunlara karşılık olarak onları kandırma ve suistimal etme durumuna girmeyecektir. Pek tabii kendisi de bu durumlara düşmemek için gerekli tedbirleri alacaktır, uyanık olacaktır.

Oturup kalkması, konuşması, başkalarıyla muameleleri hep bu “önce insan olma” çizgisi içinde olanlara yine kültürümüzde “hazâ beyefendi”, “gerçek bir İstanbul beyefendisi” gibi tanımlamalar da getirilmiştir.

Bizim kendi kültürümüzde belli zaman dilimlerinde ortam o kadar verimli olmuştur ki, toplumun bütün katmanlarında değil bunların bazı örneklerini görmek, neredeyse tüm katmanlarda bu güzel davranışları “önce insan olmayı” yaşam biçimi hâline getirmişlerdir.
Biz şimdilerde bunları birer efsane gibi, menkıbe gibi dinleyip, birbirimize güzel örnekler olarak anlatıyoruz.

İdarecilerin tebdil-i kıyafetle halkın içine karışmaları, fakirlere yemek verirken bile onların onurlarını rencide etmemek için alacakaranlıkta ve kapalı kaplarla evlerine götürülüp yapılması, “Gururlanma padişahım, senden büyük Allah var” şeklinde halkın padişahı cuma namazı çıkışında selamlaması, Peygamber Efendimizin (SAV), Müslüman olmayan birinin cenazesi geçerken ayağa kalktığında yanındakilerin “bu Müslüman değil” demelerine karşılık “ama o bir insan” şeklinde buyurmaları, okyanustan bazı küçük damlalar gibi misallerdir.

Maalesef günümüzde gerek yanlış bir eğitimden gerekse yanlış anlayışlardan kaynaklanan devamlı bir ikilem içinde bulunuyoruz. Bu durumları doğru teşhis etmeye başladığımıza göre, bunların tedavileri de orijinalin günümüz versiyonu ile yapılmaya başlanmıştır ve devamının da geleceğine inanıyoruz. Fizikteki enerji kanunu da bunu bize söylemektedir:
E = mc² (Enerji = kütle × hızın karesi) Yani önce insanlık, sonra yoğun gayret, ama hızlı hareket ederek...

Kolay değil; her neticenin bir faturası vardır. “Önce insan olma” gayretinin karşılığı da herhalde ucuz bir fatura olmamalıdır.

Değmez mi?
05 Ağustos 2025 13:40
DİĞER HABERLER