“Kardeşleri Yusuf’u kıra götürüp onu bir kuyunun dibine atmayı kararlaştırdıklarında, kendisine, “İleride, hiç beklemedikleri bir sırada, sana yaptıkları bu işi kardeşlerine hatırlatacaksın’ diye vahyettik.” (Yusuf Suresi, 12/15)
ABDULLAH AYMAZ- SAMANYOLUHABER.COM
“Kardeşleri Yusuf’u kıra götürüp onu bir kuyunun dibine atmayı kararlaştırdıklarında, kendisine, “İleride, hiç beklemedikleri bir sırada, sana yaptıkları bu işi kardeşlerine hatırlatacaksın’ diye vahyettik.” (Yusuf Suresi, 12/15)
İleri tevhid ve iman adına büyük hizmetlerde bulunacaklara, teselli ve müjde için, belâ ve musibetler başlarına gelince sekineleri inmeye başlar. Bu zulümlü ve gadirli süreçte de mağdur ve mazlumlar için benzer mazhariyetler olmuştur.
“Akşam olunca, ağlayarak babalarına geldiler. Dediler ki: ‘Ey babamız, Yusuf’u eşyalarımızın yanına bırakarak yarış yapmaya gitmiştik, o sırada onu kurt kapıverdi; her ne kadar söylediğimiz doğru olsa da, bize inanmayacaksın. Yusuf’un yalandan kana bulanmış gömleğini getirdiler. Babaları Yakub dedi ki; ‘Anlaşılan nefsiniz sizi kötü bir işe sürüklemiş. Bana düşen güzel bir sabırdır. Anlattıklarınız karşısında Allah’ın yardımına sığınıyorum.’ (12/16-18)
İçlerindeki hasedin korkunç dürtülerini denetleyip gemleyemedikleri için yaptıkları kötülüğü yalanla örtmeye çalıştılar. Ama her söz ve tavırları, Allah’ın Peygamberi Hz. Yakup karşısında âdeta “Biz yalan söylüyoruz!..” diye bas bas bağırıyordu. Çünkü en başta kendisinden de daha büyük bir peygamber olacağının müjdesi kutlu bir rüya ile bildirilen Yusuf’u kurtların yemesi mümkün değildi. Hiç parçalanmadan çıkarılıp üzerine yalancı bir kan sürülmüş olan ‘gömlek yalanı’ da bir ucundan güçlü bir delil olarak ele veriyordu. Te’vîl-i Ehâdis hakikatına yani hem rüyaların hem de olayların dilini çözüp, olacak ve olmuşları anlama ilmine mazhar bir peygamberin bu toyların, acemice davranışlarını hemen okumaması mümkün değil. Peki mesele bu kadar net iken niçin o koca peygamber onları yanından kovmadı veya teker teker falakaya yatırıp yaptıkları suçu itiraf ettirmedi. Yani yaptıkları suça uygun ağır bir ceza vermedi? Bizler evet buna benzer şeylerle de karşılaşıyoruz. “Niye suçu sabit falancalar hâlâ huzurla tutuluyor?” diye itirazlar geliyor.
Yakup Aleyhisselam bu bedâhet karşısında “Artık bana zorlu, yaman ama güzel bir sabır düşüyor” deyip Allah’ın yardımına sarılıp sığınıyor. Çünkü bozuk bir toplum içinde, evlatların bozulup gitmelerine, haset ve inat ile inkâra kapılmalarına gönlü râzı olmuyor. Yaptıkları kötülük ve hıyanete karşı öfke, nefret duysa da, o işler ona çok iğrenç gelse de onların cehennem ateşiyle cezalandırılmalarını istemiyor. Onları yavaş yavaş, düzeltmeye, terbiye etmeye çalışıyor ve gün gelip de suçlarını itiraf ederek derin bir tevbe-istiğfarla dönüş yapmalarını aktif sabırla bekliyor. Bilmiyorum anlatabiliyor muyum… Günümüzde akıllara gelen bazı sorulara da cevap olabilir diye bunları ekliyorum…
“Bir kervan geldi, sucularını su almaya gönderdiler. Adam kovasını kuyuya sarkıtınca, ‘Müjde! İşte size bir oğlan çocuğu!’ dedi. Kervandakiler onu satmak için sakladılar. Halbuki Allah ne yaptıklarını biliyordu. Yusuf’u ucuz bir fiyatla, birkaç paraya sattılar. Çünkü onu bir an önce ellerinden çıkarmak istiyorlar (paraya önem vermez gibi görünüyorlar)dı.” (12/19-20)
Bakınız bu masum çocuğu kader nasıl ve ne şekillerde nelere sürüklüyor. İşte bu yolun kaderi böyle!.. Hasede uğrayacaksın, kuyuya atılacaksın bir köle gibi satılacaksın… Ama kaderin bir haset rüzgarı ile buralara sürüklediği ve bizlere zâhiren acı gelen bu ibretli olayı biz de takip ediyoruz. Ama bir de bakıyoruz onu satın alıp saraya götüren kişi Mısır Azizi, yani Baş Vezir, yani Başbakan… Yusuf’un iyi bir karakter taşıdığının farkına varmış ve köle pazarından tercihan sarayına alıp getirmişti.
“Onu satın alan Mısır Azizi, karısına, ‘Bu çocuğa iyi bak, ileride işimize yarayabilir, belki de onu evlat ediniriz.’ dedi. Böylece Yusuf’u (mekkennâ) oraya Biz yerleştirdik (Mısır’da ona güvenli bir barınak sağladık.) ona olayların (rüyaların da ) tabirine ait bilgiler öğrettik. Allah her zaman işine, emrine galiptir ( yapmak istediği işleri kesinlikle yürütür.) Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (12/21)
Kehf Suresinde bahsedilen Zülkarneyn Aleyhisselam için hakkında da “mekkennâ” yerleştirdik, arzda icraat yapması için müknetler, yönetim hürriyeti verdik. (Hatta ayrıca herşeyden sebepler hazırladık) ifadeleri kullanılıyor. Zülkarneyn Aleyhisselam Hz. İbrahim döneminde gelmiş ve Hızır Aleyhisselamdan ders almış, Allah tarafından desteklenmiş bir zâttır…
Kur’an âyetlerinin çok yönlü mânâ yüklü bu ifadelerinden anlıyoruz ki, üvey kardeşler hangi planları kurarlarsa kursunlar, kervancılar hangi fırıldağı çevirirlerse çevirsinler, neticede bunların hepsi de sadece Kader Plânına, Allah’ın muradına hizmet ediyorlar.
Aynı şekilde 180’den fazla ülkede eğitim hizmeti vererek fakirlikle, tefrika ile, anarşi ve terörle mücadele eden, diyaloglarla sulh-i umûbiyi temine çalışan bu hizmete test için çok yukarılardan planlananlar, Türkiye’deki derinlerin hınç ve öfkesiyle maşalarına yaptırdıkları akıl almaz haksızlıklar, hukuksuzluklar, işkence ve zulümler sadece Hizmeti dünya çapında kaliteli işler yapmak için Kaderin Planı üzerine hayırlı işler yapmaya mecbur eder.
Çünkü “eşik gardiyanları” bir alt eşikten, bir üst eşike yükselmeye engel teşkil eder. İnsanlar yerlerini yurtlarını kolay kolay terkedip daha iyi, daha yüksek pozisyonlara ilerleyebilmek için alışkanlıklarını, ülfet-ünsiyet ettikleri yerleri terkedip gitmek istemezler. Masum Ehl-i Beyt, dünyaya yayılıp, İslami Güzellikleri yaşayarak göstermek için güneşin doğup battığı her yere gitmek zorunda idiler. Ama Medine’yi, Mekke’yi nasıl terketsinler. Tarihleri ve herşeyleri orada 50 bin, 100 bin kat sevaplar orada. Ama yapacakları hicretler daha büyük sevapları saklıyordu. Masum ve mazlum oldukları halde bazı zâlimlerin, Yezidlerin kahrına uğrayıp dünyaya dağılmışlardı… Kader öyle istiyordu. Murad-ı İlahî öyle idi…