ORTADOĞU’NUN ÇETREFİL SORUNLARI

Cengiz Çandar Abbas ve Peres'in portreleriyle Ortadoğu sorununa yapacağı katkıyı yazdı.
Ortadoğu’nun çetrefil sorunları, hayaller-gerçekler Adı doğduğunda Szymon Perski idi. Doğduğu yer o zaman Polonya, bugün ise Belarus sınırlarında. Bir kereste tüccarının oğlu. Bir hahamın torunu. Çocukluğunda çok dindarmış. Ölümsüz Amerikalı sinema oyuncusu Humphrey Bogart’ın eşi olarak da ün yapan bir başka sinema yıldızının, Lauren Bacall’ın kuzeni olduğunu yeni öğrendim. Şimon Peres. 1923 yılında doğduğu vakit, bizim Cumhuriyet henüz ilân edilmemişti. Birçok ülkede emeklilik yaşı olan 65, onun siyasi kariyerinin süresi. Şimdi 84 yaşında. 11 yaşındayken ailesiyle birlikte Filistin’e göç etti. Tel Aviv ve çevresinde büyüdü. Ömrü çeyrek yüzyılı doldurmadan İsrail Devleti’nin kuruluşuna giden savaşta silah temin etmekle görevlendirilmişti. İsrail’in kurucu lideri David Ben Gurion’un yetiştirmesi. 1950’li yıllarda İsrail hava kuvvetlerinin elektronik donanımı ile nükleer programının babası olarak, Yahudi devletinin askeri gücünün oluşmasında baş rolü oynadı. Parlamentoya ilk ayak bastığı tarih 1959. Defalarca Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı görevlerinde bulundu. Bir kere bile seçim kazanamadı. Bu başdöndürücü kariyerinde “Oslo Barış Süreci”nin İsrailli baş mimarı sayılıyor. Bu nedenle, Yitzhak Rabin ve Yasir Arafat ile birlikte 1994’te Nobel Barış Ödülü’nü kazandı. Şu anda İsrail’in tümüyle “sembolik” Cumhurbaşkanı; ama uluslararası politikada İsrail’in “siyaset bilgesi” olarak kabul görüyor. Onunla birlikte Ankara’da, bizim basına göre dış basına göre değil- “tarih buluşma”da yer alan Mahmud Abbas, ondan 11 yaş küçük. 1935 yılında bugün “Kuzey İsrail”de Galile (Celil) bölgesinde yer alan Safad şehrinde doğdu. 13 yaşındayken, Peres’in silahlanmasında rol oynadığı Yahudi kuvvetlerinden ailesi kaçarak Suriye’de mülteci oldu. Üniversiteyi Şam’da bitirdi. Daha sonra Kahire’de hukuk okudu. Sonra Moskova’ya gidip “Şarkiyat Enstitüsü’nde “master” yaptı. Ona “doktor” sıfatını kazandıran tez konusu daha sonra “Holocaust inkârcısı” olduğuna dair bazı İsraillilerin şimşeklerini çekti: “Nazizm ile Siyonizm Arasındaki Gizli İlişkiler”. Kuruluş tarihi 1959’a giden el-Fetih’in hayatta kalan çok az sayıdaki kurucu liderinden biri. El-Fetih ve FKÖ lider kadrosunda uzun yıllar hiç ön plânda görünmedi, silik bir profil çizdi. Ama, dürüstlüğü ve hiçbir yolsuzluğa adının karışmamasıyla hep “güvenilir” bir şahsiyet olarak tanındı. Geri plânda kalması “güvenlik” konularında sorumlu roller üstlenmesine ve Yasir Arafat ile hep yakın ilişkide bulunmasına yaradı. Onunla birlikte, Ürdün’e, Lübnan’a, Tunus’a sürgün yollarına düştü. 1970’lerden itibaren, Filistin lider kadrosunda, İsrail’in tanınmasını savunan, görüşlerini cesaretle ortaya koyan, entelektüel yetenekleri göze çarpan biriydi. “Oslo Barış Süreci”nin perde arkasındaki “bir numaralı Filistinli mimarı” olarak kabul edildi. 1993’te Beyaz Saray bahçesinde Clinton’un bir yanında Yitzhak Rabin ile Şimon Peres, diğer yanında ise Yasir Arafat ile o vardı. Üç yıl önce Arafat’ın ölümünden sonra yerini o aldı. 2005 Ocak ayında Filistin halkının yüzde 62’sinin oyu ile “Filistin Ulusal Yönetimi Başkanı” seçildi. Amerika ve İsrail’in görmek istediği “uzlaşmacı” Filistinli lider olması, hem avantajı, hem de dezavantajı gibi görüldü. Böylesine “tarih”e sahip, iki “deneyimli” ve “yetenekli kurt”a, İsrail ve Filistin liderleri Şimon Peres ile Mahmud Abbas’a bugüne dek kaç kez buluştuklarını, görüştüklerini sorsanız, kendileri hatırlamakta zorluk çekeceklerdir. Biri Kudüs’te, diğeri Ramallah’ta yaşıyor. Aralarındaki mesafe, otomobilin kontağına çevirdiğinizde 15, bilemediniz 20 dakika. Bu sayısız buluşma ve görüşmelerinden sonuncusu Ankara’da gerçekleşti. “Türk’ün Türk’e propagandası”na alışmış ve alıştırılmış bizim medya, bu görüşmeyi “Tarihi Buluşma” diye sadece kendi kaydına geçirdi. *** İsrail’in saygın gazetesi Haaretz, Ankara’daki “Tarihi Buluşma”yı, bu sıfatı kullanmadan, dün şöyle anlatmıştı: “Türkiye’yi ziyaret etmekte olan Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’a eşlik eden üst düzey Filistinli yetkililer, ay sonunda gerçekleşecek olan Annapolis konferansına ilişkin olarak çok kötümserler. Abbas’ın danışmanı Nebil Abu Rudeyne, kendisi de Ankara’yı ziyaret etmekte olan Devlet Başkanı Şimon Peres’i refakat eden İsrailli gazetecilere ‘İsrail’in siyasi sorunları, ortak bir bildiri üzerinde anlaşılmasını engelliyor’ dedi. Abu Rudeyne, ‘Müzakere ekipleri arasında büyük ayrılıklar var ve ortak bildiri üzerinde şu an itibarıyla hiçbir anlaşma yok’ diye konuştu. Abu Rudeyne, Filistinlilerin ABD’nin, bir ortak bildiriye ulaşılabilmesi için İsrail’e baskı yapmasını istediklerini bildirdi. ‘Dışişleri Bakanı Tzipi Livni ile Savunma Bakanı Ehud Barak’ın, her ikisinin sorun yarattığını’ da sözlerine ekledi.” Bu “fotoğraf”a baktığınızda, Peres-Abbas arasında Annapolis’e yönelik bir “ilerleme” sağlanmış olabilir mi? Peres’in “sembolik” ve yürütme açısından “yetkisiz” konumu, İsrail adına Mahmud Abbas’a bir “yükümlülük” içine girmesini mümkün kılmıyor. Tarafları Ankara’da “buluşturma” başarısını ortaya koyan Ankara, Annapolis yolunda bir “ilerleme” sağlamış olamaz mı? Ne de olsa bizim basına baktığınızda, Ortadoğu’da çuvallayan Amerika bile, bölgede yol alabilmek için Türkiye’yi imdada çağırmış durumda. Haaretz’in Ankara çıkışlı, Türkiye’de herhangi bir gazetede yer almayan bir başka haberindeki şu satırlara göz atarsak, cevabı bulabiliriz: “Gül, Peres’e Şam’ın bu ay sonunda yapılacak Annapolis barış zirvesine davet edilmesi gerektiğini söyledi ve Suriye Devlet Başkanı Başşar Esad’ın ‘gerçek barış’tan yana olduğunu’ bildirdi. Peres ise ona, ‘Ciddi ise Esad’ın bunu ortaya koyacak bir eylemde bulunması ve Kudüs’e gelmesi gerektiği’ karşılığını verdi.” *** Ortadoğu’nun en deneyimli, en gerçekçi, feleğin nice çemberinden geçmiş politikacıları bile, kökleri Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılış dönemine, ta Birinci Dünya Savaşı sonrasına giden sorunları bir türlü çözemiyorlar. Filistin-İsrail sorununun, bugünkü dengelere ve dinamiklere bakıldığında Annapolis’te çözülebileceğini düşünmek yersiz bir iyimserlik olur. Ankara’nın Annapolis’e kapı araladığını düşünmek, ondan da öte. Bizim için “asıl sorun”, Ortadoğu’yu anlamaktan aciz, bölge, aktörleri ve dinamikleri konusunda bilgileri kıt siyasi kadrolar ve bunlardan farksız bir “medya ortamı” ile kökleri aynı dönemlere uzanan, doğrudan taraf olduğumuz kendi sorunumuzu nasıl çözebileceğimiz noktasında düğümleniyor. Aralarındaki tüm ve belirgin farklara rağmen, “Kürt sorunu”nun tarihçesi, “Filistin sorunu”yla aynı tarihe döneme denk düşüyor. “Devletsizlik” olgusu, her ikisi arasındaki benzerliklerden biri. Aktörleri farklı. Örneğin, Türkiye, İsrail gibi bölgeye sonradan ve olağandışı şartlarda yerleşmiş bir devlet değil. Bu, elbette, “çözüm yöntemleri”ni de farklı kılar. Ancak, “gerçekler”le yüzleşmeden “hayal âlemi”nde yaşayarak değil...
15 Kasım 2007 11:57
DİĞER HABERLER