Gezi davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Osman Kavala, AİHM'in haksız tutukluluğundan dolayı Türkiye'yi 7 bin 500 euro ödemeye mahkum ettiğini, Adalet Bakanlığı'nın "Ödeyeceğim" demesine rağmen kendisinin bu parayı almayı reddettiğini açıkladı.
Osman Kavala: AİHM haksız tutukluluğumdan dolayı Türkiye'yi mahkum etti, Adalet Bakanlığı 'Tazminatı ödeyeceğiz' dedi, reddettik
Hukuk tarihine bir skandal olarak adını yazdıran Gezi davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilen iş insanı ve insan hakları aktivisti Osman Kavala, gündemde yer alan konulara ilişkin olarak Artı Gerçek yazarı İrfan Aktan'ın sorularını yanıtladı.
Kavala, 18 Ekim 2017'de gözaltına alınıp 1 Kasım 2017'de tutuklanmıştı. Gerekçeler; Gezi eylemleri bağlamında 'hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs' ve 15 Temmuz darbe girişimi bağlamında 'anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüstü.'
Bu süreçte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) derhal tahliye edilmesine karar verdi, ancak Türk yetkililer, Avrupa Konseyi ile karşı karşıya gelmek pahasına bu hükme uymadı.
Nisan 2022'deki hüküm açıklanana dek Kavala'nın neden cezaevinde bulunduğuna dair hukuki anlamda geçerliliği olan hiçbir sebep gösterilemiyordu. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldığında, 1637 gündür bu şekilde tutukluydu.
'BU KADAR GÖZÜ KARA BİR ŞEKİLDE HUKUKTAN KOPMA BEKLEMİYORDUM'
Osman Kavala, Aktan'ın "İlk başlarda adalet mekanizmasının çalışacağına dair inancınızı ifade ediyordunuz. Sizin bu yaklaşımınızı şekillendiren iyimserliğinizin kaynağı ne tür bir öngörüydü? Şu anda bu yaklaşımınıza dair ne düşünüyor, ne hissediyorsunuz?" sorusu üzerine şu yanıtı verdi:
"AİHM'in 2019 yılında verdiği kararda belirttiği gibi ilk tutuklanmam delile dayanmıyordu, siyasi saiklerle yapılmış bir hak ihlaliydi. Gezi davasının beraatle sonuçlanmış olması, geç de olsa adalet mekanizmasının çalıştığını gösterdi, inancım boşa çıkmamış oldu. Beraat kararından sonra yaşananların, yargının siyasallaşması ve yasaların keyfi kullanılması sürecinde ileri bir aşamaya geçildiğini yansıttığını düşünüyorum. Bu kadar gözü kara bir şekilde hukuktan kopma beklemiyordum."
'AİHM KARARLARI DEĞERSİZLEŞTİRMEYE HİZMET ETTİ'
"Geriye dönüp baktığınızda, savunma stratejinizle ilgili ne düşünüyorsunuz? Yapılandan farklı bir yöntem izlenseydi, içeride ve uluslararası alanda daha büyük bir kamuoyu yaratılsaydı, kampanyalar düzenlenseydi, sizce sonuç farklı olmaz mıydı?" sorusuna da Kavala, şöyle cevap verdi:
"Geçenlerde Dışişleri Bakanı’nın da belirtmiş olduğu gibi, yurt dışından gelen, AİHM kararına uyulması ve benim serbest bırakılmam ile ilgili talepler, siyasi müdahaleler olarak ilan edildi, böyle bir propaganda yapıldı. Bu da yargının siyasi tercihlere uygun biçimde davranmasını meşrulaştırmaya, AİHM kararlarını değersizleştirmeye hizmet etti.
İçeride daha ciddi bir kamuoyu tepkisi etkili olabilirdi. Ancak, toplumun bir kısmı iktidarın söylemlerini sorgulamıyor, bir kısmı da önceki cevabımda değindiğim gibi, bu tür sorunların vaka-i adiyeden olduğu şeklinde bir düşünceye kendilerini inandırıyor."
Devamında Aktan'ın yönelttiği sorular ve Kavala'nın bunlara verdiği yanıtlardan öne çıkanlar şöyle:
- Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Ocak 2024'e kadar serbest bırakılmamanız halinde Türkiye'nin AKPM'de oy hakkını kaybedeceği ve Avrupa ülkelerinin cezaevine gönderilmenizde rolü olanlar hakkında kovuşturma başlatacağı söyleniyor. Böyle bir yaptırım karşısında sizce Türkiye nasıl bir adım atar?
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nin aldığı kararların siyasi önemi var, ancak bunlar Konsey için doğrudan bağlayıcı olmuyor.
Bağlayıcı kararları alan ve AİHM kararlarının uygulanmasının denetimini yapan Bakanlar Komitesi, 2019 tarihli AİHM kararına uyulmadığı gerekçesiyle Türkiye ile ilgili ihlal prosedürünü başlatmıştı. Bu prosedür uyarınca AİHM yeniden bir durum değerlendirmesi yapmış ve Türkiye'nin önceki AİHM kararını yerine getirmemiş olduğuna, benim serbest bırakılmamın engellenmesiyle ilgili öne sürülen gerekçelerin geçersiz olduğuna hükmetmişti.
Ancak 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin AİHM kararlarını hiçe sayarak mahkûmiyet kararı vermesi karşısında Bakanlar Komitesi somut bir adım atmaktan imtina etti. Öyle ki, yaptırım olmayan, ancak sonuç alınamaması halinde yaptırımın gündeme geleceği, Parlamenter Meclisi ile birlikte yürütülen bir eylem programı olan 'Ortak Prosedür'ü dahi başlatmadı. Şimdilik, Parlamenter Meclisi'nin aldığı kararların hayata geçmesi söz konusu değil. Türk hükümeti de bunu biliyor. Bu nedenle bu aşamada bu soruyla ilgili bir tahminde bulunamıyorum.
'AİHM'İN HAKSIZ TUTUKLULUĞUMDAN DOLAYI TÜRKİYE'Yİ MAHKUM ETTİĞİ TAZMİNATI ALMAYI REDDETTİK'
- AİHM sizinle ilgili kararın hukuki kısmını nihayete erdirdi ve topu Bakanlar Komitesi'ne attı. Geçtiğimiz günlerde söyleşi yaptığımız Dilek Kurban şöyle diyordu: "Bakanlar Komitesi toplandı ve Kavala davası dolayısıyla Türkiye hakkında ihlal prosedürü başlatma kararı aldı ama süreci erteleyip duruyor! Türkiye Kavala kararını uygulamayarak Bakanlar Komitesi'ni çok zor durumda bırakmış bulunuyor." Sizce Bakanlar Komitesi neden bu süreci 'erteleyip duruyor?' Ayrıca Kurban "Türkiye artık AİHM'i memnun etmek gibi bir dert taşımıyor, AİHM'in Türkiye üzerindeki ahlaki otoritesi kalmadı" diyordu. Eğer gerçekten böyleyse, bunun sonuçları ne olur?
Ülkemizin de kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, devletler arası barışın korunması ve Avrupa ölçeğinde demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinin güçlenmesi yönünde gelişen duyarlılığın ve sağlanan geniş mutabakatın ürünü. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bu Sözleşme'nin benimsemiş olduğu normlar temelinde çalışan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Konsey'e üye ülkelerin vatandaşlarını keyfi cezalandırmadan korumayı amaçlayan Avrupa hukuk sisteminin temel unsurları. Malum, AİHM'de her ülkeden bir yargıç bulunuyor. Ülkemizdeki hukuk kültürünün, yargıda hakim olan anlayışın anayasamızda da ifade bulan bu normları ne kadar içselleştirmiş olduğu tartışmalıdır.
Ancak, son dönemde yargının siyasetin etkisine girmesi ve siyaset alanında kullanılan dış güçlerin saldırılarına karşı yerli ve milli olma söylemi sonucu, yargıda AİHM'e karşı ideolojik bir tavrın ortaya çıktığını düşünüyorum. Bu tavır, sadece AİHM kararlarına uymamakla kalmıyor, aynı zamanda insan hayatına değer veren, insan haklarını koruyan ahlaki ve hukuki normların da değersizleştirilmesi anlamına geliyor. Ancak Dilek Kurban'ın da belirttiği gibi bu durum AİHS ve AİHM'in reddi gibi bir siyasi sonuç doğurmuyor, bunu gerektirmiyor.
Hükümet önceki yıllarda vuku bulmuş ihlallerle ilgili AİHM'nin hükme bağlamış olduğu tazminatları ödemede zorluk çıkartmıyor, bu davranışını vurgulayarak AİHM kararlarına uymakta olduğu şeklinde bir savunma yapıyor. Ben talep etmemiştim, ama AİHM haksız tutukluluğumdan dolayı prosedür gereği Türkiye'yi 7.500 euro ödemeye mahkum etmişti. Adalet Bakanlığı söz konusu tazminatı ödeyeceğini bildirdi. Tabii, almayı reddettik.