Ermeni diasporası, 24 Nisan vesilesiyle 'soykırım' iddialarını yeniden dünya gündemine getirirken Aksiyon dergisi son sayısında Turgut Özal'ın bu meselenin çözümü için attığı adımları masaya yatırdı.
Tam 19 yıl önce aramızdan ayrılan eski Başbakan ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Ermeni meselesine nasıl yaklaşıyordu ve bu meselenin halli için nasıl bir çözüm planı hazırlamıştı? Ermenilere taviz mi verecekti? Arşivlere özel atadığı uzmanların sunduğu rapor neyi savunuyordu?
‘Beni yirmi yıl sonra daha iyi anlayacaklar’ diyordu yakın çevresine. Öyle de oldu. Tam 19 yıl önce şüpheli bir şekilde hayatını kaybeden eski Başbakan ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Türkiye’ye kattıkları daha net anlaşılıyor bugünlerde. Başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığı dönemindeki (1983-1993) açılım, atılım ve yıktığı tabularla Türk siyasetine damgasını vurdu. Türkiye’nin gelişmesini engelleyen ‘rejimin 60 yıllık tabularını’ ilk tartışmaya açan Özal’dı. Savunduğu ‘din, vicdan ve fikir özgürlüğü’ ile askerî vesayete, Kürt meselesine ve azınlık sorunlarına pratik çözüm planları geliştirip bunları hayata geçirdi. Kürtçe konusunda yüreklendirmesi de aynı amaca matuftu: Demokrasinin güçlenmesi…
Özal’ın başbakanlık döneminde el attığı, cumhurbaşkanlığı günlerinde de üzerinde çalışmayı sürdürdüğü bir tabu da Ermeni sorunuydu. Özal, o günlerde olmasa bile, ileriki günlerde bu meselenin Türkiye’nin önüne getirileceğini, sıçramaya kalktığında ayağına ‘pranga’ olacağını düşünüyordu. 1950’lerde ekonomi ihtisası için Texas Tech Üniversitesi’ne gittiğinde Ermenilerin ABD’de Türkiye’ye karşı ciddi bir lobi oluşturduğuna şahit olmuştu. 1971-1973 arasında Dünya Bankası Sanayi Dairesi’nde ‘danışman’ sıfatıyla çalıştığı dönemde diaspora Ermenileriyle konuşma imkânı bulmuş, bazılarının Türkiye’ye dönme niyetinde olduklarına şahit olmuştu. Malatyalı olması sebebiyle Ermenileri öteki gibi görmüyor, Anadolu’nun motiflerinden biri olduğunu düşünüyordu. Ülkenin selameti için, her geçen gün büyüyen bu sorunun çözülmesini, Ermenilerle orta yolda ‘anlaşıp’ meseleye son vermek gerektiğini savunuyordu kapalı kapılar ardında. 1983’te kurduğu birinci Özal hükümetinde başbakan olarak üzerine eğildiği ‘gizli’ gündemlerinden biri Ermeni meselesi oldu. Ancak önünde ciddi zorlukları da vardı…
Ermeni terör örgütü ASALA, 1980’lerin başında sınır dışında görevli Türk diplomatlara yönelik suikastlarına hız vermişti. Özal’ın görevi devraldığı darbeci askerler de Ermeni meselesinin ancak ‘silahla’ çözülebileceğini düşünüyordu. Özal, bu atmosferde tasarladığı çözüm planını güvendiği bürokratları üzerinden ilerletti. Ta ki 1991’e kadar... 1991’de Washington’da konakladığı otelin lobisinde görüştüğü diaspora önderlerinin ardından diplomat ve gazetecilerin yanında “Ermenilerle anlaşsak, sorunu bitirsek ne olur?” deyiverdi. Özal bunu aradan geçen zamanda yürüttüğü çalışma ve temasları neticesinde söylese de kamuoyu ve askerler henüz hazır değildi. Ciddi tepki almaya başlamıştı. Konuştuğumuz tanıklardan biri, Anavatan Partisi’nden bile tepki aldığını söylüyor. Ancak Özal meseleyi çözme konusunda azimliydi. Sözde soykırımın ABD eyalet meclislerinde tanınmaya başladığını, yakın gelecekte bu tavrın Avrupa kıtasına sıçrayacağını ve Türkiye’nin önüne büyük engeller çıkaracağını söylüyordu. Arşivlerden yola çıkarak hazırlattığı raporların lehlerine olduğunu, Ermenilerle orta yolda buluşmalarına imkân sağlayacağını vurguluyordu. Ancak ömrü planladığı büyük açılımı hayata geçirmeye yetmedi...
Özal haklıydı. ABD’nin yanı sıra bugün birçok Avrupa ülkesi 24 Nisan’ı sözde ‘soykırım’ günü olarak anıyor. Türkiye’nin karşı lobisine rağmen Rusya, Arjantin, Belçika, Almanya gibi 20 farklı ülke parlamentosu sözde ‘soykırımı’ tanıdı. ABD’nin de bu listeye dâhil olacağını düşününler az değil. Ankara’nın bugüne kadar izlediği stratejinin sonuç vermediği, aleyhteki gidişatı durduramadığı söylenebilir. Hâlbuki Özal’ın ortaya koyduğu strateji, meselenin bu noktalara taşınmasını önlemeye dönüktü. Çözüm odaklıydı. Bazı diaspora temsilcilerinden de destek almıştı. Peki, Özal meseleyi nasıl çözecekti? Taviz mi verecek, taviz mi koparacaktı? Arşivlere özel olarak atadığı uzmanlar, masasına ne koymuştu? Rahmetli cumhurbaşkanının çalışma arkadaşları ve döneme tanıklık edenler Özal’ın çözüm stratejisini Aksiyon’a anlattı. Ortaya çıkan tablo, Özal’ın bu doğrultuda önemli mesafe katettiğini gösteriyor ve AK Parti hükümetine önemli ‘ipuçları’ sunuyor.
Özal’ın yakın çalışma ekibinden olan, Anavatan hükümetlerinde Millî Eğitim ve Devlet Bakanlığı görevini üstlenen Vehbi Dinçerler, Özal’ın Ermeni meselesinin çözümü için başta Başbakanlık Osmanlı Arşivleri olmak üzere yurtiçi ve dışında bir dizi çalışma yürüttüğünü anlatıyor: “Evvela Başbakanlık Arşivleri’ne el attı. Arşivleri toparlayıp araştırmacılara açarken özel olarak atadığı uzmanlarla Ermeni meselesine dair belgeleri çalıştırdı. Bu konuda o günlerde Almanya’da yaşayan Refet Sezgin’den, ABD’de bulunan Kemal Karpat ve Halil İnalcık’tan da yardım aldılar. Sonuçta belgeler 1915’te herhangi bir soykırımın yaşanmadığını ortaya koydu. Özal, Amerikalıların vasıtasıyla Ermenilerin Türkiye’den ne istediklerini sordurdu. Yakınlarına, neticeyi erken kabul etmenin (1984) Türkiye’ye komşularla ilişkiler bakımından maliyeti ile siyasi ve ekonomik maliyetini araştırttı. 20-30 sene sonra zaruri olarak kabul etmenin maliyetini de ölçtürdü. Bir rapor hazırlattı. Onun gayesi Ermenilerle orta yolda buluşup, anlaşıp meseleyi erkenden çözmekti. Ne yazık ki buna ömrü yetmedi.”
Diasporayla görüştü
Dinçerler’e söz konusu raporun akıbetini soruyoruz. Raporu görmediğini ancak askerlerle bazı partililerin bu yöndeki çözüme sıcak bakmadığını anlatıyor. 1990’ların başındaki bu karşı duruştan ötürü Özal raporu kamuoyuna açıklayamamış. Uygun zamanı beklemeye karar vermiş.
Vehbi Dinçerler’in o yıllarda yaşadığı bir olay da Özal’ın diaspora Ermenilerine ne denli nüfuz ettiğini ortaya koyması açısından önemli: “Bir uçak seyahatimde Brezilya’ya yerleşen bir Osmanlı Ermeni’si ile tanıştım. Kendimi ‘Turgut Özal’ın bakanı olarak tanıtınca bana ‘Turgut Özal dâhiydi’ dedi. Meğer Özal, MİT’e, diasporanın önde gelen bu zatını Brezilya’da buldurup temasa geçmiş. Konuşmalar neticesinde onu 1915 konusunda da ikna etmiş. Türkiye’ye geri dönmeye çağırmış. Gelin sorunu birlikte çözelim demiş. O zat da Özal’a inanmış, hatta sevdalısı olmuş. Her ortamda Özal’ı ve siyasetini savunuyordu. Bana ‘Özal en önemli dünya liderlerinden biri olacak’ diyordu. Sonradan öğrendim ki Özal böyle onlarca etkili Ermeni ile temasa geçmiş, hatta birçoğuyla Amerika’ya düzenlediği ziyaretlerinde görüşmüş.”
Çalışma ekibi, Özal’ın Ermenileri Türkiye’ye davet etmekle yetinmeyip geri çekmeye matuf somut projelere de girdiğini anlatıyor. Bunların başında ‘Van projesi’ geliyor. Dinçerler’in de doğruladığı projenin detayını o dönemde Özal’la çalışan turizmci Süleyman Roman anlatıyor: “Özal, Türk-Ermeni ilişkilerinin geliştirilmesi ve Ermeni sorununa çözüm bulunması için birçok girişimde bulundu. Bunlardan biri Van’dan göç eden Ermenilere topraklarının iadesi konusuydu. Ancak bu konuda mesafe kaydedemedi ne yazık ki.”
O gün devlete hâkim olanların bu türlü bir iadeye sıcak bakmayacağının farkında olan Özal, Ermenileri Van’a çekmek için bir turizm projesi geliştiriyor. 1988-89’da ABD merkezli bir Ermeni derneğiyle temasa geçerek onlar için Van Edremit civarında arsa tahsis edip tatil-dinlenme kompleksi yapmalarına imkân tanımaya çalışıyor. Dönemin Başbakanlık Müsteşarı Hasan Celal Güzel’in de doğruladığı bu proje, mevzuata takılır ve ilerlemez. O dönemde bazı gazeteler bu girişimi “Özal Van’ı Ermenilere veriyor” diye haberleştirir. Olayın basına sızmasının ardından Özal’a parti içi ve dışından baskı da gelir. Niyeti sorgulanır. Hatta mesele MGK gündemine taşınır. Asker rahatsızlığını belirtir.
Vehbi Dinçerler de ‘Van’ girişimini çok iyi hatırlıyor. Özal’ın meseleyi çözmek için ortaya koyduğu Van projesinin yanlış noktalara çekildiğini anlatıyor: “Turgut Bey’in amacı, emekli Ermenileri Türkiye’ye çekmek, onları kazanmaktı. Bu vesileyle ülkeye ciddi bir yatırımcı da çekilmiş olacak, aradaki soğukluk giderilecekti. Ancak Özal’ın niyetini tam anlamayanlar tepki gösterdi; parti içinden ve dışından çok tepki aldı. Ustaca bir adımdı ama akim kaldı.”
1915 arşivleri
Diğer taraftan Özal’ın arşivlerde giriştiği araştırma ve tasnif çalışmalarından da rahatsız olur ‘birileri’. Özellikle Özal’ın 1915 arşivlerini açmasına engel olmaya çalışırlar. Ancak bu tavrından geri durmaz, tarihî konularda hassasiyetiyle bilinen Başbakanlık Müsteşarı Hasan Celal Güzel üzerinden arşivlerdeki çalışmaları yürütür. Tedavi için bulunduğu hastanede görüşme talebimizi kabul eden Güzel, ‘1915 dönemi yasak’ demelerine rağmen direterek bu dönemi araştırmacılara açtığını anlatıyor: “1980’lerde Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nin hâli içler acısıydı. Milyonlarca belge açık havada tutuluyor, karla-yağmurla eriyip gidiyordu. Kemirgenler her gün 4-5 kilo kadar belgeyi yiyordu. Durumu Özal’a anlatınca çok müteessir oldu. ‘Hemen düzeltelim’ dedi. Önce bina, ardından arşivci aldık. 15 kişilik kadroyu iki kat fazla para vererek 250’ye çıkardık. Bu arada 1915 dönemine ait belgeleri araştırmacılara açtık. Öyle ki bir kısmını bakmadan açtık. Çünkü rahmetli Özal atalarımızın iddia edildiği gibi bir ‘katliama’ girişmediklerinden emindi. Sonra ‘50 milyon belge var’ diye açtık, 200 milyon olduğu anlaşıldı. Sayısını biz bile bilmiyorduk!”
Akil adamlar ekibi kurdu
Özal, Ermeni meselesini arşivlerde çalışmak üzere bir ‘akil adamlar’ grubu oluşturur ve bunlardan meseleyle dair bir rapor yazmalarını ister. Osmanlıca bilen emekli diplomat ve generallerden oluşan 8-10 kişilik ekip, Özal’a sundukları raporlarında Türklerin Ermenilere dönük herhangi bir kötü muamelede bulunmadığını ortaya koyar. Özal da kendine sunulan bu çalışmayı değerlendirip çıkardığı yönetmelikle Başbakanlık Arşivleri’nin tümünü araştırmacılara açar.
Hasan Celal Güzel, Özal’ın Türkiye’deki arşivlerle yetinmeyip Türk Tarih Kurumu üzerinden ABD, İngiltere, Rusya ve Almanya arşivlerine akademisyen gönderdiğini, oradaki 1915 belgelerini de çalıştırdığını aktarıyor. Araştırmalar neticesinde Ermeni meselesinde daha özgüvenli adımlar atmaya başladığına değiniyor: “Özal, görüştüğü yabancı devlet adamlarına arşiv çalışmalarını, elde edilen belgeleri anlatırdı. Arşivleri yabancıların çalışmalarına açarak Türkiye’nin bu konuda çekinecek, saklayacak bir durumunun olmadığını ortaya koyup ‘soykırım’ ithamlarını ortadan kaldırmaya çalışıyordu. Başarılı da oldu. İstanbul’a gelip Ermeni meselesini araştırıp Türk tezlerini savunan yabancı araştırmacılar oldu. Özal arşivleri açtığı için bugün Tayyip Bey ‘meseleyi tarihçiler konuşsun’ diyebiliyor. Arşivlerin açılması Türkiye’ye ciddi bir özgüven kazandırdı. Bu Özal’ın ileri görüşlülüğünün getirisiydi.”
Özal’ın hiçbir meseleyi tek boyutlu ele almadığını hatırlatan Güzel, bir taraftan arşivleri açarken diğer taraftan diaspora ile temasa geçip elde ettiği yeni belgeler üzerinden meselenin gerçek boyutunu izah ettiğini naklediyor: “Özal Ermeni meselesinin bugün olduğu gibi Türkiye’ye bela olacağını görüyor, meselede ön almaya çalışıyordu. O günkü şartlara rağmen ön aldığı da söylenebilir. Ama maalesef ondan sonra bu siyaset yürütülmedi.”
Burada akla şu soru geliyor: Devlet, Özal’ın kısmi başarı da sağlayan bu vizyonunu ölümünden sonra neden sürdürmedi? Kimler, neden engelledi?
Vehbi Dinçerler, devletin yakın zamana kadar bu tür tabu kırıcı adımlara çok karşı durduğunu anlatıyor: “Turgut Bey, Ermeni meselesini en ince ayrıntısına kadar korkusuzca araştırdı. Sonra çözüm için projeler geliştirdi. Ama sonuç çıkmadı. Çünkü o gün devletin kuşatıcı rolü öne çıkıyordu. O ‘Ön alalım, doğruları bulalım, gerekirse siyasi-ekonomik bedel ödeyelim’ diyordu. Ama asker buna korkunç derecede karşı duruyordu. ‘Sonuna kadar kaba güçle yürütelim’ diyorlardı. Cumhurbaşkanı Kenan Evren de bu görüşteydi. Sonuçta geldiğimiz nokta ortada.”
Hasan Celal Güzel de devletin, Özal’ın Ermenilere dönük ‘orta yolda anlaşalım’ çıkışını Kürt meselesinde olduğu gibi bir ‘taviz’ olarak algıladığını, bundan dolayı da ölümünden sonra sürdürmediğini belirtiyor: “Özal’ı Kürt ve Ermeni meselelerinde ‘müsamahakâr’ olmakla eleştirdiler. Açılımlarını taviz olarak gördüler. Karşı durdular, engel oldular. Hâlbuki Özal, Osmanlı döneminde ‘sadık millet’ denilen ‘Ermenilerin’ yeniden Türkiye ile barışabileceği fikrini savunuyordu. Onların bu topraklara geri dönebilmelerine kapı aralamak istiyordu. Ondan sonra da bu yönde adım atan olmadı. Ömrü yetseydi bu sorunu çözebilirdi.”
1915’in yüzüncü yıldönümünün yaklaştığı şu günlerde ‘Özal aklına’ duyulan ihtiyaç ortada...
Nüzhet Kandemir - Dönemin (1989-1998) Washington Büyükelçisi: Özal, ABD’ye her geldiğinde diasporayla görüşürdü
Rahmetli Özal, Ermeni sorununun çözümü için Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarına halel getirmeyecek, ters düşmeyecek barışçıl çabaların peşinde koştu daima. Rahmetli, Amerika ziyaretlerinde diasporanın önde gelen temsilcilerini, Kongre üyelerini, etkin Musevi lobicileri ve soydaşlarımızı kabul eder, Ermeni meselesindeki barışçıl tutumunu anlatırdı. İyi ilişkiler içinde olduğu Washington yönetimiyle de konuşurdu meseleyi. Onlar da bu meseleden bir an evvel sıyrılmayı istedikleri için Özal’ın gayretlerine karşı durmuyordu. Özal, diasporadan gelen görüşme taleplerini reddetmez, vakti elverdiği ölçüde kabul eder, sabırla dinlerdi. Görüşlerini öğrenmeye çalışırdı. Ardından kendi tezini anlatırdı. Onları Türkiye’ye davet ederdi. 1991’de ABD’ye düzenlediği bir ziyaret sırasında yine otelinde Ermeni diaspora temsilcilerini kabul etti. Görüşmenin ardından ‘Bunlar iddiaları kabul etmemizi istiyor. Kabul etsek maliyeti ne olur?’ diye sordu. Yanımızda gazeteciler olduğu için ben bu çıkışı meseleyi kamuoyunda tartışmaya açma isteği olarak gördüm. Özal, zaman zaman ortaya yeni fikirler atar, tartışılmasını isterdi. Ermeni meselesinin de resmî ve gayr-i resmî kamuoyunda tartışılmasını istiyordu. Bu çok akıllıca bir tavırdı. Bunu yaparken de içeride ciddi bir arşiv çalışması yürüttü. Türkiye’deki arşivlerin açılmasının ardından Dışişleri’ne komşu ülkelerdeki arşivlerin açılması için diplomatik girişimlerde bulunması talimatını verdi. Özal’ın Ermeni meselesindeki tutumu katı değildi, Türk kamuoyunun kabul edebileceği bir orta noktada anlaşma taraftarıydı. Zira iddiaların daha da yayılacağını hesap ediyordu. Mesela 1990’larda ilk defa sözde ‘soykırımı’ tanıma tasarısı ABD Kongresi’nin Senato kısmına getirilmişti. Özal’ın ciddi gayretleri sonucu 4 fark oyla düşürüldü. Özal, dönemin ABD Başkanı Bush ve bazı senatörleri ikna etmişti.
Prof. Dr. Ahmet Kavas - İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi: Ermeni kartını, atılımı durdurmak için kullandılar
“Rahmetli Özal, birinci ve ikinci Anavatan hükümetleri döneminde Türkiye’ye bir sıçrama yaşattı. Ülke ekonomik ve siyasi açıdan kendi ayakları üstünde durmaya başladı. Türkiye’nin gelişmesini istemeyen dış mihraklar sözde ‘soykırımı’ Ankara’ya karşı kullanmaya başladı. Batı’daki imajına zarar verip yabancı yatırımcı çekmesini engellemeye çalışıyorlardı. Batılıların elindeki Ermeni kartını akim bırakmak isteyen Özal, önce Türk arşivlerine, sonra da yabancı arşivlere uzmanlar yolladı. ‘Verecek hesabımız varsa, verelim’ dedi. Büyük bir hızla, hem de 1900’lü yılların belgelerine öncelik vererek tasnif ettirdi. Sonuçta Ermenilere karşı olumsuz bir davranışta bulunulmadığını ispatladı. Arşivler açılınca Türkiye’nin ‘soykırım’ yaptığını iddia eden Batılı tarihçiler ne özür diledi ne de gelip belgeleri inceledi. Çünkü Ermenilerle ilgili gerçekle yüzleşmek istemiyorlardı. Bugün hâlâ bazı araştırmacılar bu mantıkla, körü körüne sözde ‘soykırımı’ savunuyor. Oysa tüm gerçek arşivlerde mevcut.