CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 31 Mart seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la görüşebileceklerini duyurmuş, “Gerekirse Beştepe’ye de giderim” demişti. Özel ile Erdoğan’ın görüşeceğinin netleşmesinin ardından CHP’nin eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Saray’la müzakere edilmez, mücadele edilir” paylaşımını yaptı.
Özel, Erdoğan’la görüşmesinin ardından Cuma akşamı Kılıçdaroğlu’yla buluştu.
CHP eski Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, görüşmenin ardından T24’de “Tek bir yüzükten, saraydaki saltanata…” başlıklı bir yazı kaleme aldı. “Kıymetli dostlar, bu yazımda sizlere, Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl bir bela ile karşı karşıya olduğunu 10 maddelik bir yazı ile anlatmaya çalışacağım” diyen Kılıçdaroğlu şu ifadeleri kullandı:
“Yüzyıl önce bütün saray düzenini yıkan, bizi teba olmaktan çıkarıp birey ve millet olabilmek için, eşi benzeri görülmemiş bir savaş veren ulusumuz, bugün yine ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyadır.
Cumhuriyetle birlikte ‘saraylar’ gitmiş, genç cumhuriyetin kalbi; aklı, bilimi ve mütevazılığı önceleyen ‘Çankaya Köşkü’nde atmaya başlamıştı… Erdoğan’a kadar bütün Cumhurbaşkanları Çankaya Köşkünde görev yaptılar. Ancak Erdoğan ‘Çankaya Köşkü’nü küçümsemiş, otokratik rejimle birlikte ‘Saray’dan Türkiye’yi yönetmeye başlamıştı. O kadar ki kendisini devlet yönetiminde ‘tek otorite’ olarak görmüş ve bunu geniş kitlelere benimsetmek için de çaba harcamıştı. Anayasa değişikliği ile birlikte amacına büyük ölçüde ulaşmış, sadece yürütme organını değil, yasama ve yargı organını da kontrol eder noktaya gelmişti. Böylece Ak(!) Parti zamanla Baasçı bir partiye dönüşmüş ve Erdoğan artık ‘Ben devletim – devlet benim’ deme noktasına gelmişti… Bunu bugün Erdoğan ve çevresi değişik şekillerde dillendirmekten çekinmiyorlar.”
‘Gerçekleri unutmak gibi, kabullenmek gibi bir lüksümüz de yoktur’
Kılıçdaroğlu, yazısında “Bir kişiye teslim edilen devlette; yozlaşmayı, çürümeyi, adam kayırmacılığını, sorumsuzluğu, yalancılığı, israfı hepsini görüyoruz. Daha acı olanı ise bu ortamı oluşturan aktörlerin sarayda ve onun oluşturduğu bürokraside de itibar görmesi… Açıkça söylemek gerekiyorsa bu, ahlaksızlığın devlet katında kurumsallaşması demektir. Biliyorum bazı okurlar bu eleştiriyi çok sert bulabilirler. Ama maalesef gerçekler acıdır ve o gerçekleri unutmak gibi, kabullenmek gibi bir lüksümüz de yoktur” satırlarına yer verdi.
‘Hiç kimsenin bu anlayışa yani saraya meşruiyet kazandırma hakkı yoktur’
CHP’nin eski lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan ve AKP’ye yönelik eleştirilerini geçmişi hatırlatarak sürdürdü. Merkez Bankası’nın kasasından çıkan 128 Milyar dolardan, Gezi davasına; Kamu İhale Mevzuatının çok sayıda değişikliğe uğramasından yolsuzluklara kadar birçok konuyu hatırlatan Kılıçdaroğlu, “Saray, açıkça ifade edelim ki; aklı, bilgiyi, hoşgörüyü, alçak gönüllülüğü değil; lüksü, şatafatı, israfı ve kuralsızlığı ilke edinmiş bir anlayışın merkezine dönüşmüştür. Böyle bir merkezin Türkiye’ye vereceği hiçbir şey yoktur. Böyle bir merkezin aktörleri asla ve asla akli ve vicdani bir sorgulama yapamazlar. Çünkü kibirleri buna engeldir. Dolayısıyla hiç kimsenin bu anlayışa yani saraya meşruiyet kazandırma hakkı yoktur” ifadelerini kullandı.
‘BAAS’ partisi benzeri, devletleşmiş bir yapıyla mücadele ettim
Kemal Kılıçdaroğlu, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Saray’a gittiğini hatırlattı ve gördüklerini anlatarak yazısını şöyle noktaladı:
“Saraya bir kez gittim… 15 Temmuz darbe girişiminden 10 gün sonra, 25 Temmuz 2016 tarihinde… Bir darbe girişimi olmuş, daha şehit olanların, yaralıların sayısı tam bilinmiyor. Hayatını kaybedenlerin sayısının 400’ün üzerinde olduğu söyleniyor… Yaralıların sayısı tam belli değil, Ankara hâlâ barut kokuyor… Güvenlik önlemleri her alanda görülüyor… Erdoğan’ın daveti üzerine 25 Temmuz 2016 tarihinde saraya gittim… Toplantıya Başbakan Binali Yıldırım, ben, Sayın Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Sayın Fahri Kasırga ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Sayın İbrahim Kalın katılmıştı… 2 saat 40 dakika süren toplantıda darbe girişimi ve sonrası ele alındı.
Samimi söylemek gerekirse defalarca bürokrat ve siyasetçi olarak gittiğim Çankaya Köşkü'nün ağırlığı yoktu… Tarih yoktu… Çankaya Köşkü'ne girdiğinizde devletin kuruluşundaki atmosferi hissedersiniz. Sarayın bende yarattığı izlenim, bir kamu binasından çok, lüks ve ihtişamlı odaları ve yurt dışından getirildiği söylenen ve pahalı mermerlerden oluşan koridorları ile insanı rahatsız edici bir otel atmosferiydi… Erdoğan’ın bugün otururken neredeyse içinde kaybolacağı altın yaldızlı ihtişamlı koltuğu yoktu. Yoksulluğun, işsizliğin kol gezdiği Türkiye’de o lüksü, debdebeyi unutamam. Toplantı sırasında çay dışında sarayın fırınında piştiği söylenen sıcak kurabiyeler geldi… Çayımı içtim ama bu lükste bu kurabiyeler haramdır diye yemedim… Evet, yoksulluk içinde verilen bir milli kurtuluş savaşını ve o savaşın kahramanlarını düşündüğünüzde bu şatafatlı yaşam bize yakışmıyor… Ve bir daha da Sayın Bahçeli'nin sık sık gittiği saraya gitmedim ve hiçbir davete katılmadım.
Yani kıymetli dostlarım, ben Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olduğumda, karşımda devletleşmeye başlamış 10 yıllık bir iktidar vardı. 15 Temmuz’dan sonra bu devletleşme süreci hızlandı ve kısa süre içerisinde tamamlandı. Ben, rahmetli Demirel, rahmetli Erbakan, rahmetli Ecevit gibi demokrasiyi içselleştirmiş bir siyasi rakiple değil, yargısıyla, askeriyesiyle, istihbaratıyla ‘BAAS’ partisi benzeri, devletleşmiş bir yapıyla mücadele ettim. Ama şunu bilmenizi isterim;
'Geçmedim muhannet köprüsünden su apardı beni,
Yatmam çakal yatağında, aslanlar yese beni…'"