Özgürlükçü ve katılımcı bir anayasa şart

Özgürlükçü ve katılımcı bir anayasa şart
Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Yeni Anayasa'nın biran önce hazırlanması gerektiğini vurguladı.
Sabancı Holding'in amiral gemisi Akbank'ın dümenine geçtiğinde babası Erol Sabancı'dan sonra nasıl bir performans sergileyeceği merak edilmişti. 1989'dan beri çıraklığını yaptığı babasından icazet alması aslında açık denizlerde kaptanlık vaktinin geldiğinin teyidi idi. Dünyanın en büyük 5 finans devinden biri olan Citibank'ı Akbank'a yüzde 20 ortak yaparak ustasını mahcup etmedi. Akbank'ın Cuma günü itibarıyla piyasa değeri 18 milyar doları aştı ve bunda onun ekibi ile geliştirdiği stratejilerin büyük payı var. Hem Akbank'ı hem de güncel konuları konuşmak üzere Sabancı Center'da bir araya geldiğimizde söze seçimle başladık. Halkın istikrardan yana tercihte bulunduğunu söyledi. Yeni Anayasa'nın biran önce hazırlanması gerektiğini vurgularken, "Tüm siyasi partilerin uzlaşma ve işbirliği içinde kalıcı ve demokratik çözümler üreten özgürlükçü ve katılımcı bir Anayasa hazırlamaları şart." tespitini yaptı. Ergenekon, Balyoz gibi davaların Türkiye'de demokrasiyi hedef alan ve güven ortamını bozan darbe riskini ortadan kaldırdığı görüşünde. Hukukun tam olarak işletilmesi halinde Türkiye'nin bu süreçlerden kazançlı çıkacağına inanıyor. Resim ve Padişah fermanlarından oluşan koleksiyonunun hikayesi, facebook ve twitter'a mesafeli duruşu, annelik ile patroniçe olma gibi iki ayrı sorumluluğu nasıl yerine getirdiğini anlattığı satırlar gerçekten öğretici. Sözü uzatmayalım. Artık söz Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer'de.... *** Seçimden sonra Türkiye'nin en önemli konusu sizce ne olmalı? Bugün Türkiye'nin büyüme ve kalkınmasında önemli rol oynayan birkaç ana faktör var. Öncelikle Türkiye'nin genç ve dinamik nüfusunun bu ülke için bir kazanç olduğunu düşünüyorum. İkincisi, Türkiye'de çok kuvvetli ve dinamik bir girişimci kültürü bulunuyor. Türk müteşebbislere baktığınız zaman; birçok kriz atlattılar ama hiç dinamizmlerini yitirmediler; her zaman işlerine sahip çıktılar. Türkiye'nin girişimci ruhunda özel sektör dinamizminin önemli olduğunu düşünüyorum. Bir başka önemli faktör ise kuvvetli bankacılık yapısı. Bu sebeple Türkiye, gelecekteki büyüme ihtiyacını rahatlıkla karşılayabilecek. Bugün Türkiye'nin en az yüzde 5 büyümesi lazım. Çünkü Türkiye'deki işsizliği aynı yerde tutabilmek için bu büyüme şart. Ki bizim beklentimiz yüzde 5.5- 6 civarında. Özellikle ilk çeyrekte; çift haneli büyüyen imalat sanayi üretimi, güçlü seyreden tüketici güveni, kredilerdeki hızlı artış ile rakam yüzde 11 dolayında olabilecek. Dolayısıyla, bankacılık sektörünün kredi hacminin yılda yüzde 15-18 civarında büyümesi gerekecek. Bunun için sektörün öz kaynağının güçlü olması lazım. Son dönemde, çok istikrarlı bir süreç geçiren Türkiye, zikzakların olmaması nedeniyle hızlı yol aldı. Cari açık dışında Türkiye'de bir sorun görmüyorum. Enerji fiyatlarının yüksek seyri cari açığı olumsuz etkiliyor. Beklentimiz, 65 milyar dolarlık cari açık; bu da öngörülen milli gelirin yüzde 8'ine tekabül edecek. Bu rakam 4,5-5 civarında olursa idare edilebilir. Türkiye, ekonomisinin büyüklüğüne, cazibesine ve bulunduğu bölgeye bakıldığı zaman yüzde 5'lik cari açık kaldırılabilir. Çünkü Türkiye, gösterdiği dinamizm ile bu ölçüde bir sermaye çekebilir. Diğer taraftan bütçe dengesi de yılın ilk dört ayında olumlu seyretti. Bütün resme baktığımızda, Türkiye'yi alternatifi sayılan diğer ülkelerle kıyasladığımızda, çok başarılı ve geleceğe dönük değer addeden bir ülke olarak görüyorum. Cari açığın çözümü için neler yapılmalı? Cari açığa kısa vadeli bir çözüm yok. Çünkü sorun tasarruf açığı sorunu. Cari işlemler açığını azaltmak için ya net özel sektör tasarrufunun ya da net kamu tasarrufunun artması gerekiyor. Şu an için özel sektörün tasarrufları, artan yatırımları karşılamada yetersiz. Fark, yurt dışı borçlanma ile karşılanıyor. Orta-uzun vadeli amaç yüksek katma değerli teknolojili ihracatımızın payını artırmak olmalı. Bu da özel sektörün rekabet gücünün artırılmasına destek için, KOBI'lerin finansmana erişiminin ve halka açıklığının artırılması ve girişim sermayesi kullanımının teşviki ile sağlanabilir. Sabancı Center'da Ekrem Dumanlı ve Turhan Bozkurt'un sorularını cevaplandıran Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer, en son George Friedman'ın 'Gelecekteki Yüzyıl' adlı kitabını okuduğunu ve çok etkilendiğini söyledi. 'HÜKÜMET EKONOMİNİN HIZLI BÜYÜMESİNDEN YANA DEĞİL, BEN DE ÖYLE' Merkez Bankası munzam karşılıkları artırmasının ardından 'Munzam karşılıklara faiz verilmeli" şeklinde teklifiniz olmuştu. Hâlâ aynı düşüncede misiniz? Zorunlu karşılıklara faiz verilmemesi bankaların karlılığını ve çok önemli olarak özkaynağını azaltıyor. Ne kadar kar payı dağıtılacağını BDDK belirliyor. Bu karın önemli bölümünün bünyede kalacağını öngördüğümüzde; bankacılık sektörünün sermaye yapısı ne kadar güçlü olursa ekonomiye o kadar destek olacağını öne sürüyoruz. Dolayısıyla bu uygulamanın merkez bankasının öngördüğü riskler azaldığı zaman kaldırılması gerektiğini değerlendiriyoruz. Hükümet, ekonominin çok hızlı büyümemesi konusunda temkinli davranmaya çalışıyor ve buna katılıyorum. Ancak bankaların kısa vadeli mevduat karşılıkları dolayısı ile yüklendiği maliyetin karşılığı verilmeli. Türkiye güçlü bankacılık sektörü sayesinde krizde güçlü durdu. Sermayeyi yeniden oluşturmazsak, bu güç sonsuza kadar orada olmayabilir. Sizce ekonomide aşırı ısınma var mı? İmalat sanayinde kapasite kullanım oranının düşük düzeyi, iç piyasada hizmet sektörü enflasyonunun ılımlı seyretmesi ve dış talebin zayıf seyri ekonomide aşırı ısınma olmadığının göstergeleri. Ancak TCMB, iç ve dış talebin ayrıştığına da dikkat çekiyor. Büyüme oranının kompozisyonuna bakıldığında; iç talebe duyarlı sektörlerdeki sanayi üretimindeki toparlanma çok hızlı gerçekleşmiş ve kriz öncesi seviyelerinin çok üzerinde. Dış talebe, ihracata, duyarlı sektörlerde ise sanayi üretimi kriz öncesi seviyesinin altında. Dolayısıyla bu büyüme kompozisyonunun yeniden dengelenmesi gerekiyor. Nisan ayında yıllıklandırılmış olarak 63.4 milyar dolara ulaşan cari işlemler açığı sonrasında da piyasaların temel endişesi sermaye girişlerinde ani bir durma ve geri çekilme olasılığı. TCMB de global parasal genişlemenin tersine dönmesi ile ekonomik birimlerin olabilecek yeni bir konjonktüre çok borçlu yakalanmasını, bilanço yapılarının bozulmasını istemiyor. Bu yüzden, özel kesim borcunun daha kontrollü ve sağlıklı bir şekilde artmasını hedefliyor. 'ARTIK TÜRKİYE'NİN KREDİ NOTU ARTIRILMALI' 'Türkiye'nin kredi notu hak ettiği yerde değil' değerlendirmelerine katılıyor musunuz? Katılıyorum. Zira birçok gösterge de Türkiye'nin krize ne kadar dayanıklı ve sağlam yakalandığını gösterdi. Avrupa'nın en hızlı büyüyen ülkesi oldu ve bu büyüme ivmesi devam edecek. Büyümenin itici gücünde 3 faktör öne çıkacak: öncelikle demografi yani genç nüfus. Diğer faktör ise güçlü büyüme; bu güçlü yatırım demektir. Düşen enflasyon ve faiz oranları ile birlikte özel yatırımlar, hızla artacak. Son olarak da finansal sektörün katkısı; sağlam finansal sektör büyümeye destek olacak. Önümüzdeki 5 yılda yıllık ortalama yüzde 5-yüzde 6 oranında bir büyümeyi desteklemek için bankacılık sektörünün yıllık ortalama minimum yüzde 15 civarında büyümesini bekliyoruz. Saydığım bu görünüm kredi artışını destekleyen unsurlar. Türkiye yatırım yapılabilir bir seviyeye geldiği zaman hali hazırda sınırlı olan uzun vadeli kaynaklara da erişim imkanına kavuşacak. Bu da büyümeyi daha fazla teşvik edecek. Burada sayılabilecek tek sorun cari işlemler açığımızın yüksek seyri. Bu da yapısal bir sorun. Düşük tasarruf oranlarının getirdiği bir sorun. Ekonominin büyümesi için yüksek yatırım ağırlıklı stratejiyi ön planda tutup, özel sektörümüzün küresel ölçekte rekabetini artırdığımız ve bu yönde kararlı politikaları uyguladığımız sürece, Türkiye, cari işlemler açığını karşılayacak kadar sermaye girişi çekebileceğini düşünüyorum. Bu oran zaten orta vadeli programda da benzer şekilde öngörülmüş. Sonuç olarak, bazı gelişmiş ülkelerde ve özellikle çevre ülkelerde yüksek kamu borçluluğu, tasarruf tedbirleri, bankacılık sektörü problemleri ve bu faktörlerin getirdiği önümüzdeki birkaç yıla ait zayıf büyüme görünümünü göz önüne aldığımız zaman, Türkiye'nin kredi notunun yatırım yapılabilir seviyeye çıkmasını gerekli görüyorum. Seçim sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Seçim sürecinin ekonomik olarak iyi yürütüldüğünü düşünüyorum; bu süreçte ekonomik kararlar darbe almadı. Bütçe gelirlerine baktığımız zaman bir sarsıntı olmadı; bu çok iyi. Seçimden sonrası için Ankara'nın bir öncelik ajandası var. Dolayısıyla seçimlerden sonra hem AB reformları hem de ekonomi açısından gerekli önlemleri hızla alıp devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Anket şirketleri sizce niye sonuçlara yakın tahminlerde bulunamıyor? Anket şirketlerinin kullandığı yöntemler farklı olduğu için, tahminleri de farklı çıkıyor olmalı. 12 Haziran seçiminin AB reformlarına bakan yönü nedir? Seçim sonuçları yeni hükümete üyelik sürecine tam bağlılık sergilemek, AB ülke ve kurumlarıyla yapıcı bir ilişki yürütmek ve Türkiye'nin geleceği için güçlü bir vizyon oluşturmak gibi sorumluluklar da vermiştir. Önümüzdeki dönemin yeni reformlar ve Türkiye ile tüm Birlik ülkeleri arasındaki güveni güçlendirme konusunda yeni olanaklar sunduğu kanaatindeyim. Özellikle anayasa konusunda yapılacak çalışmalar ve ilerlemeler Türkiye'nin AB katılım müzakerelerine de yeni bir ivme kazandırmalıdır. 'ŞUAN HİÇBİR ÖNERİ YUNANİSTAN İÇİN ÇÖZÜM OLMUYOR' Yunanistan'ın AB ekonomisi üzerinde oluşturduğu risk algısını siz nasıl okuyorsunuz? AB kaynaklı yeni bir küresel kriz bekliyor musunuz? Euro bölgesi katlanılması zor olan iki seçenekle karşı karşıya kaldı; ya Yunanistan borçlarını ödeyemeyecek ve Euro bölgesinden çıkacak, ya da Yunanistan'a resmi destek sağlanmaya devam edilecek. Kurtarmayı destekleyenlerin temel argümanı ise Yunanistan iflas ederse bunu diğer çok borçlu çevre ülkeler de takip eder. Bu durumda da parasal birlik risk altında kalır. Ayrıca Yunanistan'ın ve diğer çevre ülkelerin sorunlardan merkez ülkeler de etkileniyor. Zira sistem bir biri ile çok entegre, iç içe geçmiş. Kriz gerek bankacılık sektörü gerekse ticaret kanalı yoluyla merkez ülkeleri de etkiliyor. Son gelinen noktada Yunanistan'ın AB ve IMF'den ikinci bir yardım paketi alma olasılığı arttı. Almanya öncülüğünde Avrupa Komisyonu ve bazı diğer ülkeler yeni bir kurtarma paketi sağlanması halinde Yunanistan tahvillerini elinde bulunduran yatırımcıların gönüllü olarak borçların geç ödenmesini kabul etmesi seçeneğini ileri sürüyor. Ancak Trichet tamamen gönüllü ve herhangi bir zorlama içermeyen bir yeniden yapılandırmaya da kapıyı açık bıraktı. Şu an fazla da bir seçenek görünmüyor. Her şekilde, tüm bu öneriler Yunanistan'ın temeldeki mali ve ekonomik problemlerini çözemiyor. Yunanistan'ın kamu borcu milli gelirinin yüzde 150'sine yaklaşmış. Ekonomide daralma beklenirken, borçların azaltılması ancak varlık satışıyla mümkün. Ayrıca Yunanistan'ın rekabet gücü euroya geçtikten sonra hızla gerilemiş. Euro'dan çıkış çok maliyetli bir yol olduğundan, Yunanistan'ın borçlarını azaltmak için yapısal tedbirleri (tasarruf önlemleri ve özelleştirme) gerçekleştirmekten başka seçeneği bulunmuyor. Son haberlere göre, Yunanistan'ın 2014 yılı sonuna kadar finansman ihtiyacının 172 milyar euro olacağı ve bu miktarın 57 milyar eurosunun mevcut IMF-AB kurtarma paketinden 30 milyar eurosunun da özelleştirme programından sağlanacağı öngörülüyor. Kalan 85 milyar euroluk finansman ihtiyacının ise yeni IMF-AB mali yardımıyla veya yatırımcıların Yunan tahvillerinin vadelerinin uzatılmasını kabul etmeleri ile karşılanması bekleniyor. Neticede Yunanistan'ın temel ekonomik görünümünü - ne kadar iyileştirebileceği belirsiz. Zira Yunanistan'ın bu borç yükü ile ilerleyen dönemde yeniden bir borç yapılandırılması gündeme gelebilir. Ancak şu aşamada yeni bir küresel kriz olabileceğini düşünmüyorum. AB ve IMF'in bölgedeki finansal istikrarı korumak için mali yardım sağlaması problemleri kontrol altında tutabilecek. 'ORTDOĞU VE AFRİKA'DA İYİLEŞME ZAMAN ALACAK' Orta Doğu ve Kuzey Afrika'daki siyasi karışıklıklar Türkiye'yi nasıl etkiler? Orta-Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesinin zorlu bir süreçten sonra daha çeşitlilik arz eden, daha açık ve daha demokratik bir yapıya geçmesi bekleniyor. Ancak, bu değişim zor olacak ve zaman alacak. Diğer taraftan demokrasiye geçiş garanti değil. Bu ülkelerde önümüzdeki 2-3 yıl politika ön planda olacak. Ekonomik reformlar sonraya bırakılacak. Bunun sonucu olarak; artan bütçe açıkları, azalan döviz rezervleri vb ile ekonomik performans kötüleşebilecek. Ancak tüm bu sancılı gelişmelerden sonra orta-uzun vadede daha liberal ve piyasa odaklı reformlar görebileceğiz. Sonuçlar, kültürel, tarihsel ve sosyal yapıya bağlı olarak ülkeden ülkeye farklılık gösterecek. Türkiye ise tüm bölgede tek demokrasi ve oturmuş bir serbest piyasa ekonomisine sahip tek müslüman ülke. Bu da Türkiye'yi model açısından ön plana çıkarabilecek. Kuzey Afrika'ya olan ihracatımızın toplam ihracatımız içindeki payı yüzde 6 seviyesinde, Ortadoğu'nun payı ise yüzde 20. Ortadoğu'ya olan ihracatta sırasıyla Irak, BAE, İran ve Suudi Arabistan geliyor. Bu ülkeler şimdilik sakin gözüküyor ve ayrıca yüksek petrol fiyatları ile alım güçleri de artıyor. Diğer taraftan geçenlerde Fransa'da yapılan G-8 Liderler Zirvesi'nde Tunus ve Mısır'a finansal yardım kararı alındı. Bu kapsamda toplam 40 milyar dolar'lık yardım söz konusu. Dolayısıyla çalkantılar şimdilik hafiflemiş görünüyor. Inşaat faaliyetlerinin azalması, inşaat malzemeleri ihracatımızın ve işci gelirlerimizin azalması ödemeler dengesini olumsuz etkileyecek faktörler. Enerji açısından baktığımız zaman ise, Türkiye'nin Orta Doğu ve Afrika bölgesindeki bir ülkeye bağımlı olmaması elimizi rahatlatan diğer bir faktör. Petrolümüzün yüzde 38'i ile doğal gazımızın yüzde 47'sini Rusya'dan ithal ediyoruz. İkinci sıradaki İran da Türkiye'nin diğer önemli bir doğal gaz ve petrol tedarikçisi durumunda bulunuyor. Petrol fiyatlarının yükselmesi bilindiği gibi cari açık üzerinde olumsuz bir faktör. Sonuç olarak enerjide bu ülkelere bağımlılığımız az ancak petrol fiyatlarının yüksek seviyesi risk oluşturuyor. Ödemeler dengesinde 2006-2010 döneminde yurt dışı toplam inşaat hizmetlerinden elde ettiğimiz yıllık ortalama gelir 900 milyon dolar. Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki projeler de Türk inşaat şirketlerinin yurt dışı faaliyetlerinin yarısını oluşturuyor. İnşaat hizmetleri gelirleri ve işçi gelirleri özellikle Libya'daki gelişmelerden etkilenebilecek. Ayrıca ihracatta yavaşlama riskini de eklediğimizde tüm bunlar cari işlemler açığının iyileşmesini geciktirecek unsurlar. Yeni Anayasa'yı bu çerçevede nereye koyuyorsunuz? Doğru, Türkiye'nin yeni bir Anayasaya ihtiyacı var. Gelişen Türkiye'de, farklı bir konuma gelen Türkiye'de toplumun tekrar bir uzlaşma bazına gitmesi normal. Yeni Anayasa çalışmaları uzlaşı ve birlik içinde yapıldığı sürece ben olumlu bakıyorum. Tabii bu son kararı Türk halkının vereceği bir konu. Tartışmalar olması gerekir ve bu tartışmada herkesin muhakkak katılımı olmalı. Ortak zemini hep beraber bulmalıyız. Türkiye demokrasisinin derinleşmesinde çok büyük yol kat etti. Hakikaten gelmiş olduğu noktaya baktığımız zaman önemli bir ivme kazanmış durumda. Ama daha alınacak yol var; bunlar için Türkiye'nin bir olgunluğa ulaştığını ve önümüzdeki süreçte bu konuyu hep birlikte değerlendireceğimizi düşünüyorum. 'ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR ANAYASA İÇİN İKTİDAR MUHALEFET EL ELE VERSİN' Sizce iktidar ve muhalefet yeni Anayasa için bir araya nasıl gelebilir? Sayın Başbakan, seçim sonrası yaptığı konuşmada, yalnızca parlamento içi değil, parlamento dışı partiler ve sivil toplum kuruluşlarını da yeni anayasa çalışmalarına katmayı hedeflediklerini söyledi. Bu önemli bir açıklamaydı. Yeni dönemde, tüm siyasi partilerin uzlaşma ve işbirliği içinde, kalıcı ve demokratik çözümler üreten, özgürlükçü ve katılımcı bir anayasa hazırlamaları gerekiyor. Dünyayla rekabet edebilen güçlü bir oyuncu olmak için tüm sorunlarımızı ortak bir akıl ve sağduyu ile aşabilen bir ülke olmamız önem taşıyor. Başbakan'ın balkon konuşmasını nasıl buldunuz? Ilımlı ve birleştirici bir konuşma olduğunu düşünüyorum. Seçim sonrası TBMM'nin öncelikli gündem maddeleri neler olmalı? TBMM'nin farklı alanlarda birçok öncelikli gündem maddesi var; sağlık, gelir dağılımın iyileştirilmesi, istihdamın artırılması, iş gücü piyasasının iyileştirilmesi, eğitim sisteminin geliştirilmesi, bölgesel gelişmişlik farklarını azaltıcı politikalar, hızlı ve etkin çalışan yargı sistemi gibi farklı disiplinlerde önemli gündem maddeleri var ve hepsi de öncelikli. Ben ekonomik açıdan, 3 konunun üzerinde durmak istiyorum: İlki, Türkiye'ye yapılan yabancı yatırımların, özellikle doğrudan yatırımların, artırılması için yatırım ortamımızın her anlamda iyileştirilmesidir. doğrudan yabancı sermaye yatırımları teknoloji transferinde, sanayinin yeniden yapılandırılmasında ve global şirketlerin oluşmasında temel rol oynamaktadır ki tüm bunların ulusal ekonomilerin büyümesinde etkisi büyüktür. Dolayısıyla bunu sağlayabilmek için yatırım ortamımızın iyileştirilmesi temel önceliğimiz olmalıdır. Rekabetin hızla arttığı bir ortamda ise devletin rolü, hiç kuşkusuz gerek yerli firmalara gerekse ülkeye yatırım yapabilecek potansiyel yabancı firmalara hukuk düzeninin etkin işlediği, enflasyonun ve faiz oranlarının düşük ve istikrarlı seyrettiği, nitelikli işgücü oranının arttığı, gelişmiş bir altyapı yatırımının sağlandığı bir ortamı sağlamak olmalıdır. Diğeri, yatırım ortamının iyileştirilmesi hedefine destek olması ve Türkiye'nin bölgesel mevcudiyetini daha da belirgin hale getirmek için İstanbul'un bölgesel bir finans merkezi olması kapsamında hali hazırda başlatılan çalışmalara ivme kazandırılması gerekiyor. Son olarak, eğitime büyük yatırım yapmak gerekiyor. Artan rekabet ortamında, ancak uluslararası normlarla uyumlu bir eğitim sistemi, özel sektörde rekabet gücümüzü artıracaktır. Eğitim alanında ne yazık ki gelişmiş ülkelerin gerisinde kalıyoruz. Bir rakam verirsek; 2007 yılı itibariyle 25-64 yaş grubu lise ve üzeri eğitim görenlerin OECD ülkeleri ortalaması yüzde 70. Türkiye'de bu oran yüzde 29 olup hem yetişkin hem de genç nüfus içinde lise ve yükseköğretim görmüş olanların oranı OECD ortalamalarının oldukça gerisindedir. Demografimiz ancak bir bilgi toplumuna doğru ilerlediğimiz, eğitim seviyemiz yüksek olduğu sürece bizim için ekonomimize ivme kazandıracak bir avantaj olacaktır. 'ERGENEKON VE BALYOZ DAVALARI TÜRKİYE'DE SİYASİ RİSKİ ORTADAN KALDIRIYOR' Ergenekon, Balyoz, Hrant Dink cinayeti davaları gündemde. Türkiye'nin geçmişiyle, faili meçhullerle yüzleşmesine, suç işleyenlerin hukuk zemininde hesap veriyor olmasına siz nasıl bakıyorsunuz? Her ülkenin gerek siyasi gerek sosyal açıdan muhakkak sorunları oluyor. İngiltere'de eğitim gördüm; Kuzey İrlanda ile çok sorunları oldu. Her ülkenin kendine göre sorunları var. Olmaması normal değil. Türkiye çok önemli bir coğrafyada yer alıyor; çok farklı kültürlerin ve toplumların bir araya gelmiş olduğu bir ülke. Geçmişi ve tarihi çok zengin. Bu zenginliğin getirdiği sorumluluklar ve bazı sorunlar var. Dolayısıyla Türk vatandaşı olarak isterim ki ülkemizde adil hukuk sistemi olsun. Çünkü ne kadar adil hukuk sistemi olursa yerli yatırımcı, ülkemizdeki yabancı yatırımcı ve gelecek yatırımcılar buraya daha sıcak bakacaktır. Dünyada çok büyük kargaşa var. Çok farklı konular sorgulanıyor. Avrupa'ya bakıyorsunuz, hiç aklınıza gelmeyecek sorunlar yaşıyor. Amerika, dünyanın büyüme motoru, ile ilgili her gün yeni haberler okuyoruz. Dolayısıyla bu bizim için çok büyük bir fırsat. Bu fırsatı Türkiye'nin çok akılcı kullanması gerekiyor. Gerek ekonomik gerek siyasi gerek sosyal olarak çalkantılara mümkün olduğu kadar yer vermemeliyiz. Ülkemizi mümkün olduğu kadar hem hukuk açısından hem ekonomik değerler açısından cezbedici konuma getirmeliyiz. Tabii bu sizin bahsettiğiniz konular da bunun içine girer. Ne kadar kendi ülkemizi güvenli liman konumuna getirirsek o kadar çok yatırım çekeriz. Bu da ülkenin refah düzeyinin, kişi başı gelir düzeyinin artması demek. Ben bu dönemi fırsat olarak kullanmak açısından çok önemli görüyorum. Tabii ki en önemli konulardan biri de hukuk düzenidir. Bu konudaki çalışmaların, bir an evvel hukuk açısından en iyi şekilde ve süratle yapılıp, uluslararası standartlarda güven temin edici şekilde sonuçlanması, ekonomik açıdan Türkiye'nin lehine olur. Türkiye'nin görünmeyen riski olarak gösterilen darbe tehlikesi kredi notumuzun artmasını engelliyor mu? Risk primi ile ilgili parametrelere bakarken geçmişteki darbelere de bakıyorlar çünkü. Geçen hafta 12 Eylül darbesini yapan dönemin genelkurmay başkanı Kenan Evren'in ifadesini aldı savcılar. Bu gelişmelere bakarak Türkiye'de muhtemel bir darbe tehlikesi ortadan kalkıyor diyebilir miyiz? Demokrasiyle doğmuş bir Türk çocuğu olarak Türkiye'nin her zaman demokratik ortamda kaderini çizeceğine inanıyorum. Demokrasinin oturmuş olduğunu düşünüyorum. Türkiye'nin bir siyasi istikrarsızlık geçmişi olduğu için reyting firmaları da notlarında bunu değerlendirdiler. Türkiye'de siyasi istikrar ve sürdürülebilir büyüme kredi notu artırımı için baktıkları endikatörler. Ancak ben artık siyasi risk olduğu görüşünde değilim. Her ülkenin sorunları var, kendine göre farklılıkları var. Yeni Anayasa süreci de ortak zeminde, uzlaşma yolunda gittiği takdirde böyle bir risk görmüyorum. Sürdürülebilir büyüme ise cari açık konusuna dayanıyor. Reyting firmalarının Türkiye için üzerinde durdukları konunun cari açık olduğunu görüyoruz. Bizim ekonomik olarak yatırımları artırıcı ve cari açığı çözebilecek kararları aldığımız sürece reytingimizin kesinlikle artacağını düşünüyorum. Paranın, bir yerden bir yere gitmesi lazım; bu kaynak bir noktadan başka noktaya akacak. Her şirket kendi içinde kıyaslama yapacak. Kıyaslama yapıldığı zaman, bugün Türkiye nereden bakarsanız bakın, çok iyi koşullardadır. Türkiye büyüyor ve cari açık veriyor. Cari açığı da yabancı yatırımlar ile finanse etmemiz gerekiyor. Akılcı bir eğitim sistemi ve katma değerli ihracat yapan kurumlarla da cari açığı süreç içerisinde dengelememiz gerekiyor. Türkiye'de Anayasa değişikliği ile beraber girişimciliği teşvik eden, özel teşebbüsün önünü açan Anayasa öngörüyor musunuz? 'Devleti merkeze alan değil, bireyi merkeze alan' Anayasa olacak diyor iktidar �muhalefet. Toplumun talepleri de bu yönde. Bu istikrarın kalıcı olmasında temel unsur olacak. Önümüzdeki yıllarda yabancı yatırımcıya doğrudan yatırımlar açısından nasıl bir katkısı olur? İstikrar ve ekonominin derinleşebilmesi için Türkiye'de Anayasa'dan daha önemli konu KOBİ'lerdir. KOBİ'lerin ekonomik aktivitelerinin artması lazım. Bu sebeple küçük firmalar için yerel borsaların gündeme gelmesi önemli. KOBİ'lerin finansmana erişilebilmesini kolaylaştırmak lazım. Bugün küçük işletmelerin finansmana erişebildiği tek kaynak banka kredileridir. Halbuki, KOBİ'lerin başarılı oldukları sürece halka açılabilmeleri, yabancı sermaye çekebilmeleri lazım ki, sermaye tabanlarını geliştirsinler; sermaye tabanını geliştirdikleri zaman da tekrar bankalardan kredi alabilirlik imkânı artsın. Asıl konu KOBİ'lerin finansmana erişiminin kolaylaşmasıdır. Bununla ilgili Bankalar Birliği nezdinde çalışmalar yapılıyor. 'YERLİ OTOMUZ NEDEN OLMASIN, FİNANSE ETMEYE HAZIRIZ' Yerli otomobil üretimiyle ilgili Başbakan'ın bir çağrısı oldu. Sizce Türkiye'nin böyle bir marka girişimi olmalı mı? Yerli otomuz olabilir mi? Tabii ki olabilir. Olmalıdır da. Şu anda Türkiye'nin en çok ihracat yapan sektörü otomotivdir fakat girdileri de ithal ağırlıklıdır. Bu bir süreç. Çünkü ithal ürünlerin de yapılabilmesi için bizim yerel üretimimizin verimli ve rekabetçi olması lazım. Bu konuda tren kaçmadı mı? Bu sektörün içindeki başka firmalardan farklı görüşler alabilirsiniz. Tabii, burada çok iyi rekabet var. Bazı firmalar, kendilerine teşvik verilmesi gerektiğine inanıyor. Ancak şunu unutmamalıyız; makro bir perspektiften bakıldığında 2023'de dünyada ilk 10 ülke içine girmeyi hedefleyen Türkiye'nin mutlaka sanayide kendi markalarını yaratması gerekiyor. Akbank olarak böyle bir projeyi finanse eder misiniz? Akbank olarak Türkiye'nin kaderi bizim kaderimizdir. Biz Türkiye ile kader birliği yapmış bir müesseseyiz. Çünkü biz Türkiye'nin reel sektörüne kredi veriyoruz. Dolayısıyla Türkiye'de ekonomi ve reel sektör iyi olduğu sürece bu bizim bankamıza yarar. Bu döngü içinde Türkiye'nin istihdamını, rekabet gücünü artırıcı her türlü projede yer alıyoruz. Mesela şu sıralar enerji üretimi ve dağıtımı finansmanı ön plana çıkıyor. Biz de aktif olarak bu süreçte yer alıyoruz. Proje finansmanı olarak bankamız uzun vadeli yatırımlarda çok aktif bir oyuncu. 'ORTAM OLUŞURSA ORTAKLIK VEYA SATIN ALMA YAPABİLİRİZ' Akbank'ın başındasınız. Citibank ile de ortaklığınız var. En büyük yabancı sermaye... Rakamsal boyutunun ötesinde sembolik değeri çok yüksek Türkiye için. "Citi Group Halkbank ya da Ziraat Bank özelleştirmesi için Akbank ile ortaklık yaptı" yorumları yapılmıştı. Gerçekten böyle bir hedefi var mıydı CitiBank'ın? Yok. Varsa ben bilmiyorum. Akbank, CitiBank ortaklığı nasıl devam edecek? Organik büyüme mi olacak, yoksa bölgede satın alma ve birleşme olacak mı? Bunun için şu an bir şey söylemek doğru olmaz diye düşünüyorum. İş hayatında her konu tamamen dinamik ve konjonktüre bağlı. Şu anda Türkiye'de çok büyük bir potansiyel var. Türkiye'de bankacılık faaliyetlerine baktığınız zaman her ürün için çok ciddi potansiyel var. Dolayısıyla biz yerli bir oyuncu olarak gerek şube ve teşkilatımız, gerek bankacılık bilgimizle Türkiye'nin bankacılık sektörünün büyümesinde aktif olacağız. Yani gerek içeride, gerek dışarıda ortak paydaşlığımız değer oluşturuyorsa, koşullara bakarak hareket edeceğiz. Ortaklıktan memnun musunuz? Bir ara Citi Grubu çıkıyor yorumları vardı? Böyle bir şey yok. Yorumlara her zaman açığız. 2023 HEDEFLERİNE İNANIYORUZ, BİZE DÜŞEN NE VARSA GÖREVE HAZIRIZ Akbank 2023 için hedefler belirledi mi? Belirlediyse bizimle paylaşır mısınız? 2009 yılında yaşanan ekonomik kriz sonrasında aralarında Türkiye'nin de yer aldığı gelişmekte olan ülkeler ekonomik performanslarıyla diğerlerinden ayrışarak öne çıktı. Önümüzdeki yıllar, küresel krizi başarıyla yöneten ve krizden güçlenerek çıkan, Türkiye için çok büyük potansiyel vaat ediyor. Türkiye olarak 2023 yılındaki rotamızı dünyanın en büyük 10 ekonomisi içinde yer almaya çevirdik. Bu hedefi gerçekleştirecek önemli bir potansiyelimiz ve gücümüz bulunmakla beraber bunun için yapmamız gereken de pek çok şey olduğunu düşünmekteyiz. Rotasını 2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasında yer almak olarak belirleyen Türkiye ve bu çerçevede ülkenin güçlü bankacılık sistemine bu hedeflerin gerçekleştirilebilmesi için oldukça önemli bir rol düşmektedir. Akbank olarak, Türkiye'nin 2023 hedeflerini gerçekleştirmesi konusunda ihtiyaç duyacağı her türlü desteği sağlayarak ekonomiye katkıda bulunmayı temel amaçlarımız arasında görmekteyiz. Uzun vadede, mevcut durumda sağladığımız yüksek öz kaynak karlılığını sürdürmek, kritik pazar paylarında Türkiye'nin lider bankası olmak ve tüm müşterilerine en iyi bankacılık deneyimini yaşatarak en beğenilen banka olmak hedefleri doğrultusunda çalışmaya devam edeceğiz. Türkiye'nin sürdürülebilir büyüme performansını devam ettirmesinde önemli role sahip KOBİ'lerin verimliliğinin, katma değer içindeki payının ve uluslararası rekabet gücünün, finansman ve danışmanlık desteği ile artırılması gereklidir. Bu amaçla, Akbank uzman kadrosuyla, ülkemizin 2023 yılı için belirlediği yüksek büyüme, istihdam ve kalkınma hedefleri doğrultusunda KOBİ'lerimize ve kurumsal şirketlerimize dış ticaret başta olmak üzere her türlü konuda ihtiyaç duydukları desteği sağlamaya devam edecektir. Ek olarak istihdam yaratacak, ülke büyümesine katkıda bulunacak her türlü projeyi ve girişimi geçmişte olduğu gibi gelecekte de desteklemeye devam edecektir. Sonuç olarak, güçlü bankacılık ilişkileri, sağlam bilançosu, müşteri odaklı ve yenilikçi yaklaşımı ile saydam yönetim anlayışıyla Akbank, 2023 yılına kadar Türk Bankacılık sektöründeki öncü konumunu korumayı ve tüm hissedarları ve müşterileri başta olmak üzere tüm paydaşlarına ve ülkemiz için değer yaratmaya devam etmeyi hedeflemektedir. 'ÇIRAKLIKTAN USTALIĞA HER ŞEYİ BABAMDAN ÖĞRENDİM' Akbank Erol Sabancı ile özdeş bir banka. Her zaman onunla anılıyor oldu. Babanızdan koltuğu devralırken onun size tavsiyesi var mıydı? Erol Bey ile 1989'dan beri beraber çalışıyoruz. Uzun bir süreç. Ben Akbank'a bölüm başkanı sıfatıyla gelmiştim. Bu mevkiye gelmek için çeşitli kademelerde bulundum ve uzun bir süreç yaşadım. Her bulunduğum kademede, yaptığım her değişik işte, babamla idim. Doğal olarak birçok konuda hem not aldım hem tecrübe edindim. O gün için bana 'Hayırlı olsun. Yolun açık olsun. Her zaman arkandayım' dedi. Hala çok önemli konularda kendisiyle muhakkak konuşuruz. Çünkü Akbank, bugün 5,5 milyon müşterisi olan, 15 bin çalışanı bulunan bir ailedir. Türkiye'de en üst piyasa değeri olan, İMKB'de ağırlığı olan, dünyada da çok saygınlığı olan bir banka. Türkiye'ye mal olmuş bir grup. Hiçbir zaman günün kararını vermeyiz. Her zaman uzun vadeli düşünür, karar alırız. Bugünkü başarılarımızı, yarınki nesillerin, bundan sonraki Türkiye'nin devralması için çalışıyoruz. Burada emanetçiyiz, bugün varız, yarın yokuz. Dolayısıyla tabii ki, çok önemli kararlarda muhakkak Erol Bey'in engin tecrübesinden yararlanmak için gidip sorarız. O da hiçbir zaman bizi geri çevirmez, hemen randevu verir. O da bize son kararı vermemiz için platformu açık tutmuştur. Bu ilişki usta-çırak ilişkisi gibi sürüyor.
19 Haziran 2011 07:04
DİĞER HABERLER