Pandemi döneminde Türkiye’de göçmen ve mülteciler

Özellikle toplumun en yoksul kesimlerini vuran koronavirüs salgınında mülteci ve göçmenler de zorlu bir mücadele veriyor. Pandemi, Türkiye gibi ağır bir göç yükünün altına giren ülkeler için ayrı bir sınav niteliğinde.
Koronavirüs salgını nedeniyle sınırların kapandığı, ekonomilerin durma noktasına geldiği, hükümetlerin "evde kalın" çağrılarını defaatle yinelediği bir dünyaya hızlı bir giriş yaptık. Ancak "evde kalabilme" konusunda hepimiz eşit derecede şanslı değiliz. Yaklaşık 3,7 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapan Türkiye'de göçmenler bütün bu değişimden nasıl etkileniyor? Evde kalın çağrısını yerine getirecek sosyal ve ekonomik koşulları sağlayabiliyorlar mı? Sağlık hizmetlerine sorunsuz erişimleri var mı?

İltica ve Göç Araştırmalar Merkezi (İGAM) Başkanı Metin Çorabatır, "Acil durum haline geri dönmüş durumdayız" diyor. Suriyelilerin 1,7 milyonunun Avrupa Birliği (AB) fonlarından gelen Kızılay Kart'lardan yararlandıklarını, bu karttan yararlanamayan ya da ek gelir gereksinimi olanların da kayıt dışı çalışarak geçimlerini sağladıklarını hatırlatan Çorabatır, koronavirüs krizi nedeniyle pek çok Suriyelinin işini kaybettiğini belirtiyor. Bazı iş yerlerinin kapandığını, kimilerinin küçülmeye gittiğini, bazılarının da Suriyelilere "Siz hastalık bulaştırırsınız, gelmeyin" dediğini aktarıyor.

Suriyelilerin pandemiden önce genellikle bürokratik ve hukuki işleriyle iligili danışmak üzere kendilerine geldiklerini söyleyen Çorabatır, "Şimdiyse 'işimi kaybettim, kiramı, elektriğimi, suyumu ödeyemiyorum' diyen, gıda yardımı isteyen onlarca insan her gün bizi arıyor" diyor. Çoğunun sabun, bebek bezi, kadın pedi gibi temel hijyen malzemeleri dahi alamadığını söylüyor.

Türkiye'nin 700 bin sığınmacı çocuğu okula göndererek bir başarı sağladığını, ancak pandemi döneminde pek çok çocuğun internet ve televizyonun olmaması gibi teknik imkânsızlıklar nedeniyle uzaktan eğitime katılamadığına da dikkat çekiyor.

Bu dönemin Sivil Toplum Örgütleri'nin (STK) mültecilere destek konusundaki rolünün ne derece önemli olduğunu da ortaya koyduğunu söyleyen Çorabatır, "Bizim işimiz herhangi bir sorunla bize gelen insanı o sorununu çözecek yere yönlendirmek, o sorunu çözmekte yardımcı olmak. Ama şimdi çaldığımız bütün kapılar kapalı" diyor.

"Yakalanacağız diye hastaneye girmek istemiyor olabilirler"

Peki tüm dünyayı etkisine alan pandemi döneminde, pek çok ülkenin sağlık sistemleri zorlu bir sınav verirken, Türkiye'deki kayıtlı ve kayıtsız göçmenlerin sağlık hizmetlerine erişimi ne durumda?

İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi, 2 Nisan'da yaptığı açıklamada, son günlerde bazı kayıtsız göçmenlerin COVID-19 belirtileri taşımalarına rağmen hastaneye kabul edilmediği duyumları aldıklarını kaydetmişti. Açıklamada bu kişilerin hastane polisince idari gözetime alınmakla tehdit edilerek, müracaatlarının engellendiği bilgisinin kendilerine ulaştığı belirtilmişti.

İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi Başkanı Avukat Tuğçe Duygu Köksal DW Türkçe'ye yaptığı açıklamada kendilerine doğrudan bildirilen bir vaka olmadığını, ancak bu yönde duyumlar aldıkları için gerekli tedbirlerin alınması adına açıklamayı yayınladıklarını söylüyor. Gelen duyumların tamamının kayıtsız sığınmacılarla alakalı olduğunu, kayıtlı olanlarla ilgili ise bir sıkıntı bulunmadığını da sözlerine ekliyor, Köksal. Diğer yandan kayıt dışı, yani düzensiz göçmenlerle ilgili başka bir sıkıntıya dikkat çekiyor: "İdari gözetim korkusuyla hastaneye gitmek istemiyor olabilirler. Orada hastane polisi var, başlarına bir şey gelir mi endişesi olabilir. Zira kayıtlar, polisin Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne yönlendirmesiyle oluyor. O yüzden biz, sıkıntının Göç İdaresi'nden değil, Sağlık Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü üzerinden kaynaklanıyor olabileceğini düşündük" diyor.



Göç İdaresi'nin mevcut politikada bir değişikliğe gitmediğini, kayıtsız da olsa kişilerin acil sağlık hizmetlerine erişimi bulunduğunu belirten Köksal, buna rağmen hastanelerin kimi zaman aksi yönde inisiyatif almaları nedeniyle uygulamada olumsuzluklar yaşanıyor olabileceğine dikkat çekiyor. Sağlık Bakanlığı’nın ve İçişleri Bakanlığı’nın hem hastanelere hem de Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yönelik yapacağı bilgilendirme ve farkındalık çalışmasıyla bu sıkıntının giderebileceğini sözlerine ekliyor. Özellikle kolluk kuvvetlerine yönelik bilgilendirmenin, mevcut yasal düzenlemede öngörüldüğü üzere, "idari gözetimin en son çare olarak uygulanması" esasına vurgu yapması gerektiğini ifade ediyor. Köksal, ayrıca uluslararası hukukta güvence altına alınan kişilerin yaşam haklarına ilişkin bir risk söz konusuysa ülkelerine geri gönderilmemesi ilkesinin mevcut pandemi durumu için de geçerli olduğunu vurguluyor.

İGAM Başkanı Metin Çorabatır ise, "Ankara bazındaki çalışmalarımıza dayanarak söylüyorum, bize şu ana kadar korona şüphesiyle hastaneye gidip, 'Senin statün şu, kaydın yok' diye geri çevrilenler olduğuna dair bir şikayet gelmedi. Bu var ya da yok demek değil, ama bizim duyduğumuz delillendirebileceğimiz bir vaka yok. Yine de bunu izliyoruz geniş bir taramayla" diyor.

Ankara Altındağ’da çadır halinde kurulan mülteci sağlık merkezleri gibi merkezlere koronavirüs şüphesiyle giden mültecilerin de bu hizmetlerden sorunsuzca yararlanabildiğini söylüyor. "Ancak çoğunluğunu Irak ve İranlıların oluşturduğu uluslararası koruma statüsündekilerin sigortaları geçen yıl aralık ayında yapılan yasa değişikliğiyle kaldırıldı. Onun etkisini henüz görmedik, ama negatif bir etki yapmasını bekliyoruz korona haricinde de" diye ekliyor.


"Türkiye bu yükün altından tek başına kalkamaz"

"Devlet insanlara haklı olarak karantina çağrısı yapıyor, birtakım destek de sağlıyor. Ancak kriz mekanizmaları Türk vatandaşını önceliyor" diyen Çorabatır, şimdiye kadar mültecilere bir pandemi yardımının söz konusu olmadığını, ancak Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün yardım taleplerini karşılamak için hazırlıklara başladığı bilgisinin kendilerine geldiğini aktarıyor. "Birlikte yaşıyoruz, onların sağlığı aynı zamanda kamu sağlığı" diyen Çorabatır'a göre bu yardımlar azami öneme sahip.

Türk - Alman Üniversitesi Göç ve Uyum Araştırmaları Merkezi - TAGU Müdürü Prof. Dr. M. Murat Erdoğan'a göre ise bu, Türkiye'nin tek başına sırtlayabileceği bir yük değil. "Başta AB, Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere uluslararası kurumların devreye girip, vatandaş olmayan mülteci, sığınmacı ve düzensiz göçmenlerin sağlıklarına yönelik özellikle Türkiye gibi aşırı yük almış ülkelere acil mali kaynak aktarmaları gerektiğini" söyleyen Erdoğan, "Bu bence çok ama çok acilen yapılması gereken bir şey. Türkiye halihazırda çok şey yapıyor bu konuda, ama ne yaparsa yapsın bu kadarına da yetişemez. Özellikle de siyasi tansiyon bu kadar yüksekken, pandemi göçmen - sığınmacı karşıtlığına, nefrete yol açabilir" diyor.

Türkiye'de geçici koruma altında bulunan 3,7 milyon Suriyeli ve 400 bin kadar uluslararası koruma altında bulunan sığınmacı olduğunu hatırlatan Erdoğan, "asıl kritik olanın düzensiz göçmenlerin durumu" olduğuna dikkat çekiyor. Türkiye'ye gelen düzensiz göçmenlerin sayısında son 5 yılda rekor bir artış yaşandığını aktaran Erdoğan, yalnızca devletin yakaladığı düzensiz göçmen sayısının 1,2 milyondan fazla olduğunu, bunların bir kısmı geri gönderilmiş bile olsa mevcut rakamın hâlâ 1 milyonun üzerinde olduğunu kaydediyor. Erdoğan, bu rakamın yarısı kadar da yakalanmayan düzensiz göçmen bulunduğu tahminini dile getiriyor.


Ne yapmalı?

"Her gün televizyonlarda onlarca bilim insanı çıkıp bir sürü şey anlatıyor. Türkçe konuşuyorlar buna rağmen kafalarımız karışık. Bir de mültecileri düşünün" diyen Prof. Dr. Erdoğan şöyle devam ediyor: "Bir çoğunun okuma - yazması dahi yok! Ya da yalnızca Peştuca biliyor, Arapça biliyor. Peki onlar nasıl bilgilenecek?"

Erdoğan'a göre, sosyal medyadan da yararlanılarak Sağlık Bakanı ya da Cumhurbaşkanının pandemiye ilişkin bilgileri aktardığı kısa videolar yoluyla vatandaş olmayanlara kendi ana dillerinde ulaşılması gerekiyor. Erdoğan, Portekiz örneğinde olduğu gibi, düzensiz göçmenleri de kapsayacak şekilde yoğun bir çağrının yapılarak devletin herkese sağlık hizmeti verileceğini net bir dille anlatmasının önemine de dikkat çekiyor ve ekliyor: "Ancak bu konuda dış kaynak sağlanamazsa hem bu çalışmalar yapılamaz hem de toplumdan tepkiler gelebilir, bu nedenle dış mali kaynak çok önemli."

İGAM Başkanı Metin Çorabatır da "Sağlık Bakanı’nın kurulacağını duyurduğu Toplum Bilimleri Kurulu'na kamunun dışından mülteci uzmanlarının ve STK temsilcilerinin de davet edilmesi gerektiğini" savunuyor. Mülteci ve göçmenler konusunda belirlenecek yol haritasında kriz dönemi kadar, pandemi sonrası dönemin de göz önünde bulundurulması gerektiğini ifade eden Çorabatır, "Az bir nüfustan değil, milyonlardan bahsediyoruz. Dolayısıyla ne yapacağımızı yeniden gözden geçirerek önümüzdeki günlere hazırlanmalıyız" diyor.

İGAM Başkanı bu süreçte Suriye'deki durumun kilit önemini de şu sözlerle özetliyor: "Suriye'de barış olmadıkça mültecilerin dönmesi söz konusu değil. Şimdi başka bir anlamda da asıl tehlike Suriye'de. Virüs orada da yayılıyor ve ülkedeki sağlık alt yapısı tamamen çökmüş durumda. Orası bir başka salgın merkezi olacak veya oldu, bilmiyoruz."


12 Nisan 2020 12:03
DİĞER HABERLER