Parayı yenebilmek...

Gazeteci Yazar Veysel Ayhan TR724.com'da kaleme aldığı 'Hızır Çeşmesi' serisinin beşincisinde para ile olan imtihanı yazdı...

Mevlana Hazretleri’nin önceki yazıdaki beyti çok çarpıcıydı:

“Madeni olan ve madende birkaç parası bulunan dağ, ku¨lu¨nk, kazma yaralarıyla paramparça oldu…”

Bir başka beyitte şöyle der:

“Mal ve para başta ku¨lâh gibidir. Ku¨lâha sığınan, keldir. Kıvırcık ve gu¨zel saçları olan kişiye gelince: Ku¨lâhı giderse ona daha hoş gelir.”

‘PARA’YI YENEBİLMEK…

Dünyanın en riskli metaı ‘para’dır. Her türlü kavganın kaynağı, dostlukların kâtili, kardeşliklerin cellatı ‘para’dır. Para; babayı oğla, oğulu anneye düşman yapabilir. Para’dan Şeytan’dan ürker gibi ürkmek  gerekir. Çoğu insan paranın peşinde ömrünü heder eder. ‘Para’yı yenebilen insan emsalsiz bir zafer kazanmış olur.

Bir insan için elinde boş bir şekilde bekleyen para kadar tehlikeli bir şey yoktur. Boş bekleyen para paratoner gibi musibetleri davet eder, çeker. Para, bir ağaç dalında Allah’ın ihsan ettiği bir meyveden farksızdır. Beklerse, kullanılmazsa bozulur. ‘Kurtlanır’. Hem kendi gider hem de bereketi. Nimet, nikmet olur.

Para’yı bana verenin Allah olduğuna itikadım varsa, her ‘bir lira’nın üzerinde onun gitmesi gereken en doğru ‘adres’in de yazılı olduğunu da kabul etmem lazım. Allah kullanılsın diye lütfeder. Benim imtihanım onun acilen vermem gereken yere vermek veya yatırım yapacaksam kullanacağım yere harcamaktır. Her bir kuruş bir imtihan sorusudur. Mümin o paranın kendine ait olarak düşünmez. Emanet olduğunu bilir. Hele bir de nisbi olarak da bize ait değilse…

“(Efendimiz (sav) Bir gün mescide geldi, cemaatinin önüne geçti ve namaza durdu. Ardından hemen namazını bozdu ve odasına doğru telaşla yürüdü. Öyle bir heyecan ve telaş içindeydi ki, O’nu gören, yangına gidiyor zannederdi. Biraz sonra geldi. Eski heyecanından eser yoktu. Geçti, namazı kıldırdı. Namazdan sonra sahabe, biraz evvelki heyecan ve tehâlükünün sebebini sorunca, şu cevabı verdi: ‘Biraz evvel bana, fakirlere dağıtılmak üzere bir şeyler getirildi. Ben, dağıtmayı unuttum. Tam namaza durduğum sırada hatırladım. Evimde böyle bir mal varken, namaz kılmak hoşuma gitmedi. Gidip Âişe’ye (radıyallâhu anhâ), o malı dağıtmasını söyledim.’ İşte buna zühd denir, işte buna incelik denir, işte buna takva denir ve işte buna O’nun dünya ile alâkası denir…” (Sonsuz Nur)

KOKUŞMA VE ÇÜRÜME KORKUSU

“İster fert ister cemiyet, maddeten kuvvet kazandıkları ölçüde mânevî beslenme olmazsa dünyevîlik kaçınılmaz olur. Bu cümleden olarak bir hareketin temsilcileri maddî güç arttıkça gecelerini ihya ederek atmosferlerini aydınlatmıyor ve evrâd ü ezkârla ruhanîleşme peşinde değillerse, onlar bir mânâda düşüşe geçmiş ve kaybetmeye başlamışlar demektir. Bu bir iç kokuşma ve bir çöküştür.” (Kur’ân’dan İdrake Yansıyanlar)

Masivayı, dünya malını, mülk sevdasını aşanlar, zihni ve fikri bardaklarını/müktesebatlarını boşaltanlar, gönüllerini telvisattan temizleyenler Hızır çeşmesinden su içmeye/bardaklarını doldurmaya liyakat kesbediyor. ‘Ledün’ ilminin kapılar onlara açılıyor.

Bugünün ‘Ashab-ı Kehf’inin ve Hz. Hızır ile yol gidenlerin yaşadıkları hiç farklı değil. “Cebr-i Lütfi olarak” her şey aynıyla değil ama misliyle yaşanıyor.

“Gemi de ayrı bir semboldür. Her devrin zalim ve cebbar insanlarınca gasbedilmek istenen sefineler, kırık dökük ve mukassi gösterilmekle kurtarılabileceğine bu hâdiseyle işarette bulunulmuştur. Tabiî ki burada sefineyi ben de mecazî mânâda kullanmış oldum. Zira bu prensip bütün devirlerde kullanılabilecek bir usûldür ve hükmü kıyamete kadar bâkidir.” (Kur’ân’dan İdrake Yansıyanlar)

Hizmet’te de en büyük imtihan ‘para’ iledir. Para ile kayıp gitmenin o kadar çok yolu var ki…

BİRKAÇ KAYMA NOKTASI

1- Komşular (semt, şehir, ülke…) yani vücudun diğer uzuvları zaruri ihtiyaçlarla boğuşurken keyfe keder işlerde kullanmak veya ‘ne olur ne olmaz diye’ bir kenarda tutmak. (İnsan vücudu gıdanın adil dağılımı için ne güzel bir örnektir. Bir uzuv tokken bir diğeri aç kalmaz.)

2- Yerinde kullanmamak, çarçur etmek.

3- Müdeddeb mekanlar inşa etme sevdasına düşmek, İsrafa girmek.

4- Lüks ve şatafatla gönüllere girileceğini sanmak, (Hz. Ömer’in Mescid-i Aksa’nın anahtarlarını nasıl aldığını lütfen bu linkten okuyalım.)

5- Tebliğ ve irşat yaparken, tüm mesaiyi ağniya ile meşguliyete teksif etmek, emr-i bil’l ma’ruf tevziinde âdil olmayarak zulmetmek. (Oysa ‘Her insanı Hızır, her geceyi Kadir bilmek’ lazım. Fakirin bir lirasının, bir başkasının milyonlarından daha fazla Allah’ın rızasını ve bereketini celbetmeyeceğini kim bilebilir?) (Bakınız: Kehf, 18/28)

PARAYI, ‘PARANIN DİLİNİ BİLENLER’E BIRAKMALI

6- İdarecilik yaparken rehberliğe zaman ayırma yerine tüm vakti muhasebeye ayırmak.

7- Hizmet ederken ‘para’nın tâli bir şey olduğunu, halis hizmet edeni Allah’ın zaten ‘parasız’ bırakmayacağını unutmak.

8- Ekonomik sıkıntıların Hizmet için koşulduğunda değil, ‘para’ peşinde koşulduğu zaman yaşanacağını bilmemek.

İşin özeti zihnini İla-yı Kelimetullah’a kilitlemiş, tebliğ ve irşada vakf-ı hayat etmiş insanlar paraya temas bile etmemeli, ellerini kirletmemeli. Parayı, paranın dilini bilenlere bırakmalı.

Şu ayetin, Kehf suresinin başlarında olması önemli. “Öyle görünüyor ki, onlar bu Söz’e (Kur’ân) inanmazlarsa diye duyduğun üzüntüden dolayı kendini neredeyse helâk edeceksin.” (18/6) İrşad ve tebliğ gayretleri Efendimiz’in (sav) tehalükü ile örneklendirilmiş bir kadronun zaten ‘hidayet tevziinden’ ve Sohbet-i Canan’dan başka gündemi olmaz.
04 Kasım 2017 18:21
DİĞER HABERLER