Samanyoluhaber.com yazarlarından Harun Tokak, yeni köşe yazısını Penceredeki Fotoğraf başlığı ile okurları için kaleme aldı.
Penceredeki Fotoğraf Yaz sessiz sedasız çekip gidiyor. “Arkalarında muhteşem bir yaz bırakmaya hazırlanan” ağustos böcekleri birkaç günden beri veda senfonisi çalıyor. Çocukluğumda ne de çok duyardım bu sesleri… Bol yıldızlı gecelerde, harman yerinde yatarken, bağ-bostan beklerken yalnızlığımıza fon oluşturan ağustos böcekleri… Sanki onlar ötmeseler, ekinler ermeyecek, meyveler olgunlaşmayacak, gurbete gidenler dönmeyecek, ayrılıklar hiç bitmeyecek… Vedasız ayrılıkların aydır Ağustos. Ben anamı bir Ağustos günü kaybettim. Cemaline ve kemaline hayran olduğum değerli kardeşim Cemal Uşşak da sürecin başında bir Ağustos günü aramızdan ayrıldı. Vedaya hazırlanan yaz sıcaklarına Prof. Dr. Yunus Hoca’nın ruhlara serinlik veren sesi düşüyor. Yüzünde yine o hiç eksik olmayan tatlı gülümseme ile görünüyor ekranda. “Anılarımı yazdım. Sana gönderiyorum. Bir bak bakalım,” diyor. Yunus Hoca, daha adını bile koymadığı yeni çalışmasına, çocukluğunun efsunlu dünyasına saklanmış hatıraları ile başlamış. İlkokulu bitirinceye kadar kaldığı köydeki çocukluk hatıralarını pek sevimlice, neredeyse o yaşından anlatıyor. Babası, ağabeyi, annesi, kardeşi, koyunları, kuzuları, komşuları, hasadı, harmanı, düveni, samanı, sığırları var anılarında. Bir çocuğun çevresindeki herkes var. Hepimizin çocukluğundan tanıdığı bu duyguları kitabında öyle canlı anlatıyor ki, tek başımıza gidemeyeceğimiz bir mazinin içine adeta bizi bırakıveriyor. Hatıratında, Hizmet Hareketi’nin küçük bir çekirdekten, bugün dalları bütün kıtalara uzanan görkemli bir çınara nasıl dönüştüğünü de anlatıyor. Doğu Anadolu ve İç Anadolu illerini karış karış gezen, hayatını “toprak ve insanın uyanmasına” adayan bu yüce ruhlu insan, gün geliyor ülkesini terk etmek zorunda kalıyor. Büyük acılar yaşıyor. Hizmet Hareketi mensuplarına yapılanlar karşısında kahroluyor. Bin bir emekle kurulan müesseselerin kapatılması, insanların göz nuru ve alın teriyle kazandığı servetlerine çökülmesi, bereketli elleriyle kermesler yaparak muhtaç insanlara yardım eden kadınların bileklerine kelepçe takılarak hapse götürülmesi onun yüreğini yoruyor. 2018 Ağustos’unda aldığı bir haberle derinden sarsılıyor. Erzurum’dan eli kelepçeli olarak götürüldüğü yüksek güvenlikli Van Hapishanesi’nde kırk beş yıllık dava arkadaşı, can yoldaşı Prof. Dr. Sabri Çolak Hoca’nın vefat ettiği haberini alıyor. Hemen Fethullah Gülen Hocaefendi’yi arıyor. Telefona çıkan kişiye, “Sabri Hoca’yı çok severdi, doktor kontrolünde duyurun,” diyor. Hocaefendi sabah kahvaltısını yaparken, etrafına farklı kimseler toplanıyor. ‘’Bir şey mi var?” diyor. “Evet Hocam, bir arkadaşımız vefat etti.” “Kim?” “Prof. Dr. Sabri Çolak.” Hocaefendi koltuğuna yığılıp kalıyor. Biraz sonra kendine geldiğinde, “Katiller!” diye bağırıyor. Yunus Hoca daha sonra Hocaefendi’yi yine arıyor. “Kendisine taziyede bulunmak üzere görüşmek istiyorum,” diyor. “Durumu müsait değil, devamlı ağlıyor.” diyorlar. Hocaefendi iki gün boyunca Sabri Hoca’ya ağlıyor. İki gün sonra Yunus Hoca’nın telefonu açılıyor. Arayan Hocaefendi’dir; “Sabri Hoca’yı duyduktan sonra iki gün kendime gelemedim,” diyor Hocaefendi. “Hocam, Sabri Bey Benim 45 yıllık dostum ve Dava arkadaşımdı,” diyor Yunus Hoca, “Duyunca 6 saat ağladım. Türkiye’den eşim, oğullarım ve gelinlerim telefon ederek teselli etmek istediler ama edemediler ve telefonda konuşamadım. Ama küçük gelinim; ‘Baba, hangi dava sahibi davasına bu kadar sahip biri olmasını istemez. Sabri Hocamız davasına sadakatini canıyla ödedi. Hepimize örnek oldu. Böyle bir yiğit için ağlanmaz, şükredilir. Acaba bizler de Onun gibi son noktayı böyle koyabilecek miyiz? Ağlanması gerekenler, Kur’an’ca yaşamayı terk edip, Tiran’ca yaşayanlardır,’ dedi ve rahatladım. Hocam, dünyanın değişik ülkelerinden çok fazla arkadaşımız beni aradılar: “Erzurum’da Sabri Hoca ile uzun süre beraber olan ve onun tarafından en çok sevilen kişinin siz olduğunuzu öğrendik, size taziyede bulunmak istiyoruz,” dediler. Ben de: “Erzurum’da uzun süre onunla beraber kalan kişi benim ama onun en çok sevdiği kişi ben değilim, yanılıyorsunuz. Onun en çok sevdiği kişi Hocaefendi’dir, taziyenizi Hocaefendi’ye iletin,” dedim. Onlar: ‘’Biz Hocaefendi’ye ulaşamayız, sen bizim adımıza taziyede bulun,’’ dediler. Değerli Hocam, dava arkadaşlarımız ve şahsım adına Sabri Hoca için size taziyetlerimi arz ederim.” “Onun en yakını da sendin, senin de başın sağ olsun,” diyor Hocafendi. Yunus Hoca, Gül Devri’nden esintilerle besili, tarihe ‘dur beni dinle!’ diyen şu muhteşem sözlerle mukabele ediyor; “Değerli Hocam! 100 tane Sabri Hoca, 1000 tane Yunus Serin feda olsun, çok önemli değil. Biz Uhud, Bedir gibi bir savaşa girdik. Savaşta mal da verilir, can da. Ama ordu kumandanı gitti mi ordu dağılır. O güzel günleri görmek için, size dünyanın ihtiyacı var. Sizler üzülmeyin, lütfen.” Yunus Hocanın bu sözleri karşısında Hocaefendi: “Berhudar olun, Allah sizlere uzun, bereketli ömürler versin,” diyor. Kendisinin de hasta olduğundan bahsediyor. “O güzel günleri acaba görebilir miyim?” diyor. Telefon görüşmesinden sonra Hocaefendi yanındakilere: “Yunus Hoca, benim için gerekirse canını feda etmekten bir an olsun dur olmaz,” diyor. “Hatta ölüm halinde olsam, tabir uygun olur mu bilmem ama Azrail (a.s.)’a: ‘Hocamı bırak, beni al’ der.” Yunus Hoca hatıratında, Sabri Hoca’yla ilgili hiç unutamadığı bir ansından da bahsediyor: “2005 yılıydı… Profesör Sabri Çolak ve iki profesör arkadaşımızla Hocaefendi’yi ziyarete gittik. ABD’de bir hafta kaldık. Hocaefendi hemşerilerini görünce çok sevindi. Bir gün Hocaefendi ile otururken, uçakta bizimle gelen arkadaşlardan biri: “Hocam, uçakta Yunus ve Sabri abileri, herkes hayranlıkla izledi,” dedi. Hocaefendi de: ‘’Onlar yaptıklarını söylemeye utanırlar, sen söyle,’’ dedi. “Hocam, Sabri ve Yunus Abiler, uçağa bindiler ve hemen ellerine birer kitap alıp okumaya başladılar. Uçak kalkmadan başlayıp, uçak ininceye kadar devamlı kitap okumaları herkesin dikkatini çekti. Herkes, ‘Bunlar ne uyudular, ne televizyon seyrettiler ne de konuştular,’ diyerek hayranlıkla onları seyrettiler. Bu abiler, okudukları kitaplara konsantre olduklarından, onların ilgilendiklerinin bile farkına varmadılar.” Meğer yol boyunca bizi izlemişler. Biz utandık ve başımız öne eğdik. O bir hafta bizim için de çok iyi oldu. Hocaefendi ile Erzurum muhabbetleri yaptık. Ayrılmadan önce arkadaşlardan biri: “Hocaefendi’ye söylesen de birlikte bir fotoğraf çekinsek,” dedi. Ben diyemem, sen söylesen, dedim. O, Hocaefendi’ye: “Hocam bir fotoğraf çektirebilir miyiz?” dedi. Hocaefendi de: “Niye olmasın, üzerime pardösümü giyeyim,” dedi ve birlikte fotoğraf çekindik. Kamptan ayrılmak için izin istediğimizde, hepimize çok güzel iltifatlar ihtiva eden kitaplar imzaladı. Ayrılmak için izin istedik. Hocaefendi: “Sizleri dış kapıya kadar yolcu edeceğim,” dedi. Hocam, bizi seviyor musunuz? Dedim. ‘’Çok seviyorum.’’ ‘’O zaman biz sizin o merdivenleri inip çıkmanıza razı değiliz, buradan vedalaşalım.’’ “O zaman siz dışarı çıkın, ben size pencereden el sallayayım.” Üç profesör arkadaşımız ana binadan dışarı çıktılar. Benim valizim yanımda olduğu için Hocaefendi’nin yanında biraz daha kalmak amacıyla ayrılmadım. Onlar Hocaefendi’ye, Hocaefendi de onlara el sallıyordu. Hocaefendi’nin yanında bulunan biri: ‘’O iki kişi el sallıyor da diğeri niye el sallamıyor?’’ dedi. “O Sabri Hoca,” dedi Hocaefendi, “o benim yüzümü görürse, dayanamaz, ağlar; onun için bana dönüp bakmıyor.” Hocaefendi’nin pencereden el salladığı fotoğraf oydu. Sabri Hoca’yı uğurladığı fotoğraf. Gurbet penceresindeki siyah kazaklı o meşhur fotoğraf…” Yaz sessiz sedasız çekip gidiyor. Olgunlaşan meyveler dallardan bir bir düşüyor. “Arkalarında muhteşem bir yaz bırakmaya hazırlanan” ağustos böcekleri birkaç günden beri veda senfonisi çalıyor. Çocukluğumda ne de çok duyardım bu sesleri… Bol yıldızlı gecelerde, harman yerinde yatarken, bağ-bostan beklerken yalnızlığımıza fon oluşturan ağustos böcekleri… Vedasız ayrılıkların aydır Ağustos. Ben anamı bir Ağustos günü kaybettim. Cemaline ve kemaline hayran olduğum değerli kardeşim Cemal Uşşak da bir Ağustos günü aramızdan ayrıldı. “Yüreğim dayanmaz” diyerek gurbet penceresinden el sallayan Hocaefendi’ye dönüp bakamayan Dadaşlar diyarının Gül Devrinden günümüze düşen güzel insanı Sabri hocamız da bir ağustos günü koparıldı bizden. Dedim ya; ağustos biraz da vedasız ayrılıkların ayıdır.
Sitemizi kullanmaya devam
ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz.
Detaylı bilgi almak için Çerez Politikasını ve Gizlilik Politikasını inceleyebilirsiniz.