Peygamberimiz’in hayatında bedduaya yer var mı?

Samanyoluhaber yazarı ilahiyatçı Dr. Ali Demirel okuyucusundan gelen bir soruyu cevapladı.

Dr. Ali Demirel 

Soru: “Son yıllarda çok zorlu günler yaşıyoruz. Zalimleri zulmü sağanak halde yağıyor, mazlumlar inim inim inliyor. Bazen kendimi tutamayıp beddua ettiğim oluyor. Geçen gün sizin tavsiyeniz üzerine peygamberyolu.com sitesine baktım. Orada Allah Resulü’nün (s.a.s.) zaman zaman beddua ettiği yazıyordu. Sorum şu: Peygamber Efendimiz’in hayatında bedduanın yeri neydi?” (Rumuz: Keçeli)




İsterseniz bu sorunun cevabını Hz. Aişe annemize bırakalım. Hz. Aişe’nin ifadesiyle Peygamber Efendimiz (s.a.s.), şahsına yapılan kötülükleri affetse de kamu hakkını ilgilendiren, toplumu tehdit eden suçlara karşı taviz vermiyordu. (Buhârî, Menâkıb 23) 

Zaten aksi bir durum, toplumu cezalandırmak olmaz mı?

Öncelikle detaylarını siyer kitaplarımıza havale ederek Efendimiz’in şahsına yapılan hareketlerde nasıl müsamahalı olduğuna dair bir örnek verelim: 

Uhud savaşının yaşandığı gün Efendimiz, bir taraftan yüzünden akıp sakal-ı şeriflerini ıslatan kanları siliyor, diğer yandan da “Kendilerini sadece Allah’a davet ettiği hâlde peygamberlerinin dişini kırıp başını yaran bir topluluk nasıl iflah olabilir ki?” diyordu. (Müslim, Cihâd, 37)

Gerçekten de o gün Uhud, yürek yakan hâdiselere şahit oluyordu. Şüphesiz ki ashâb-ı kirâm açısından dayanılmayacak bir manzaraydı bu; yoluna başlarını koydukları Allah Resûlü’nün yüzünden kanlar süzülüyordu. 

Yanına yaklaşıp da acısını paylaşanlar, ellerini açıp da O’na bunu reva görenlere beddua etmesini isteyenler vardı:

- Ellerini kaldır da onlar için beddua et yâ Resûlallah, diyorlardı. 

Rahmet ve şefkat peygamberi Allah Resûlü, bu durumda bile ellerini açıp da kendisinden beddua isteyenlere iltifat etmiyor ve, “Ben, insanlara lanet etmek için değil, onları rahmete davet için gönderildim!” diyordu. (Bkz. Müslim, Birr, 87) Evet Efendimiz’in genel ahlakı bu istikametteydi. 

Ancak O’nun zaman zaman mübarek dillerinden beddua ifadelerinin de döküldüğünü görüyoruz. 

Birkaç örnek verelim:

“Faiz yiyen ve yedirene Allah lânet etsin!” (Darimi, Büyu, 4) 

“Anne ve babasına söven kimse lânetlenmiştir.” (Ahmed b. Hanbel, 1/217) 

“Arazi işaretlerini bozana (sınır taşlarını kaldırıp daha fazla yer tutma peşinde olana) Allah lânet etsin.” (Müslim, Edâhî, 44)

“Halkın işlerini üstlenip de onlara güçlük çıkarana lânet olsun!” 

“Allah’ın lâneti rüşvet alan ve verenedir.” (Suyutî, Fethu’l-Kebir, 3/15)

“Fitne uykudadır, onu uyandırana Allah lânet etsin.” (Suyutî, Fethu’l-Kebir, 2/280) 

Bunun dışında hicretin dördüncü yılının başlarında Bi’r-i Maûne bölgesinde 70 Kur’ân öğreticisinin pusu kurularak şehit edilmesi karşısında Peygamber Efendimiz’in, sabah namazlarında bir ay süreyle Bi’r-i Maûne faciasına yol açan kabilelere beddua ettiğini biliyoruz. (Müslim, Mesâcid, 299-301) 

Bütün bunlardan Allah Resûlü’nün toplum düzenini bozan, insanlar arasındaki huzur ve güveni kaldıran, dinî ve ahlâkî çöküntüye sebep olan veya bunlara zemin hazırlayan davranışlara karşı dikkatli olunması için “lânet” ifadesini kullandığını, bedduada bulunduğunu görüyoruz. 

Yine Efendimiz’in şahsına karşı yapılan haksızlıklar karşısında beddua etmediği hâlde, Bi’r-i Maûne hâdisesi sebebiyle bedduada bulunması oldukça dikkat çekici. 

Çünkü bu olay, masum insanlara zarar vermenin Allah katında ne kadar büyük bir günah olduğuna işaret ediyor. Ayrıca hayatını Kur’ân hizmetine verenlerin Allah ve Resulü yanındaki kıymetini ve şerefini dile getiriyor.

Hasılı, Allah Resulü, inatçı, inkârcı, alaycı ve insanlara zulüm eden, ezâ ve cefâ veren kimselere karşı bedduuda bulunduğu olmuştur. Şüphesiz bu bedduaların hepsinde de karşı tarafın hadsizliği ve azgınlığı buna sebep olmuştur...



SORU VE MESAJLARINIZ İÇİN 

TWİTTER : @aliihsandemirel

29 Ekim 2019 13:25
DİĞER HABERLER