Peygamberimizin sevmediği anne-baba

Peygamberimizin sevmediği anne-baba
Herkes kendi sorumluluk alanının mes'ulüdür ve elinin altındakilerden sorumludur.
Bakıp görme, görüp gözetme mevzuunda bütün başarılar onun hasenat hanesine, bütün olumsuzluklar da seyyiat hanesine yazılacaktır. Nebiler Serveri (sallallahu aleyhi ve sellem) Buhârî ve Müslim'de yer alan bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: "Her birerleriniz râî ve hepiniz elinizin altındakinden sorumlusunuz: Devlet reisi bir râî ve elinin altındakilerden sorumludur. Her fert, ehl ü ıyâlinin râîsidir ve raiyetinden mes'uldür. Kadın beyinin hânesinin râîsi ve gözetiminde olan şeylerden sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının râîsi ve elinin altındakilerden mes'uldür. Her birerleriniz râî ve her birerleriniz râiyetinden sorumludur." Mevzu, çocukların birer emanet kabul edilmesiyle alâkalı olunca şu hadisin de konumuzla irtibatlı olduğu söylenebilir: 'Her doğan İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra ebeveyni onu Hıristiyanlaştırır, Yahudileştirir veya Mecusileştirir.' Evet her doğan çocuk, her şey olmaya müsait temiz bir fıtratla doğar, doğar ve kabiliyetlerini inkişaf ettirmek üzere size teslim edilir; yani onları terbiye etme işi size bırakılır. Şu bir gerçek ki, her şey olmaya müsait ve müstait dünyaya getirdiğimiz çocuklarımızı, kendi ruh ve mânâ köklerimize göre şekillendirmezsek ayrı bir kalıbın insanı olarak yetişmeleri kaçınılmazdır. Dolayısıyla da hiç farkına varmadan mürted babası olabilirsiniz. Öyle ise mevsiminde onlara mutlaka kendi ruhumuzun özünü, usâresini aşılayarak onların yabancılaşmalarını önlemeliyiz. Bağ ve bahçenizdeki ağaçlara aşı yapıyor, ilmin ve tekniğin gereklerine göre varlığa müdahale hakkımızı kullanarak daha iyi semere almaya çalışıyoruz. Odundan, taştan, ağaçtan, topraktan daha aşağı olmayan çocuklarımıza bu kadar olsun, kendi esaslarımız çerçevesinde ihtimam göstermemiz gerekmez mi? Onlar, alâkasızlığın bodurlaştırması ve bozma gayretlerinin azgınlaştırması gibi iki dezavantaja karşılık, ebeveynin vereceği iyi şeyler gibi tek avantaja sahip bulunuyorlar. Evet, olumlu müdahale olmazsa kokuşurlar, başkalarının elinde de fesada uğrarlar. Her iki hâlde de bize rağmen bir çizgi takip ederler. Hususiyle günümüzde anne-baba bütünüyle dünya işlerine daldıklarından evlâtlarını tamamen ihmal etmişlerdir. Hatta bu asır ölçüsünde çocukların ihmal edildiği ikinci bir asır göstermek mümkün değildir. Ömer b. Abdülaziz'in hassasiyeti Yine İmamiye menşeli bir hadiste, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle ferman ediyor: "Ahir zamanda babalarından ötürü evlâtların vay hâline!" Bu söz üzerine sahabe şaşkınlık içinde sorar: - Müşrik babalardan ötürü mü onlara kıyıldı da heder oldular? - Hayır mümin babaları onlara kıydı. - Nasıl oldu ya Resûlallah? - Babaları onlara ferâiz-i dini, yani dinin temel rükünlerini öğretmediler. Bu hadis-i şerifi biraz tasarrufla şöyle açabiliriz: Şu küçük dünya hayatı adına ferâiz-i din terk edildi. Sorumlular, din eğitim ve öğretimini bütün bütün ihmal edip sadece maddî hayatı nazara verip himmetlerini o noktada yoğunlaştırdılar. Küçük bir dünya menfaati uğrunda kalbî ve rûhî hayatlarını ihmal ettiler. Kur'ân okutmak, onun ruhunu öğretmek, din ve diyaneti talim etmek vaktini alır diye, dinî bilgileri öğretmeyi önemsemediler. Yukarıdaki hadisin mânâsı şu âyetle de tam bir uyum arz etmektedir. "Yoo yoo siz ücreti ve lezzeti peşin olanı çok seviyor, ahiret (veya neticeyi) umursamıyor (görmezlikten geliyor)sunuz." (Kıyâme, 75/20) Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) sözlerini şöyle devam ettiriyor: "Ben onlardan berîyim, onlar da benden berî olsunlar." Yani, "Evlâdını ihmal eden, çocuğunun heder olup gitmesine göz yuman, dahası bir neslin mahvolması karşısında titremeyen anne-babalardan ben uzağım; onlar da benden uzak olsunlar." Ruhen ölmemiş bütün babalar zannediyorum bu sert uyarı ve tembih karşısında ürperir ve tir tir titrerler; titremelidirler de. Böyle önemli ve hayâtî bir sorumluluk kendisine anlatıldığında Halife Ömer bin Abdülaziz bayılıyor ve yirmi dört saat kendine gelemiyordu. Hatta vefat edecek diye oturup başında Kur'ân okuyorlardı. Kendine geldiğinde de hıçkırarak Allah'tan korktuğunu söylüyordu. Gerçi bu mevzudaki bütün hadisler, tergib ve terhib nevinden olup; sevdiren ve ürküten prensipler türünden irâd buyurulmuştur. Biz de konuya bu açıdan yaklaşıyoruz. Ama bu mevzuda tabiî ki yapacağımız bir kısım şeyler de var; çocuklarımızı yetiştirme, şekillendirme konusunda İslâm'ın ve Kur'ân'ın bize yüklediği sorumluluklar var. Daha önce prensipler halinde sıraladığımız hususlar ki, çocuklarımızın hisli, derin, ahlâklı ve dindar olmaları ve bizim de o hânede, aziz bir peder, azize bir valide olarak duyulup hissedilmemiz, kabul edilip saygı görmemiz; hatta her hâlimizle bir bilge gibi algılanmamız gibi sorumluluklarımız, oldukça önem arz etmektedir. ÖZETLE 1- Her şey olmaya müsait ve müstait dünyaya getirdiğimiz çocuklarımızı, kendi ruh ve mânâ köklerimize göre şekillendirmezsek ayrı bir kalıbın insanı olarak yetişmeleri kaçınılmazdır. 2- Çocuklarımız, alâkasızlığın bodurlaştırması ve bozma gayretlerinin azgınlaştırması gibi iki dezavantaja karşılık, ebeveynin vereceği iyi şeyler gibi tek avantaja sahip bulunuyorlar. 3- Günümüzde anne-baba bütünüyle dünya işlerine daldıklarından evlâtlarını tamamen ihmal etmişlerdir. Hatta bu ölçüde çocukların ihmal edildiği ikinci bir asır göstermek mümkün değildir. FASILDAN FASILA "Niçin o inkisar, neden o ağlama?" Terbiye ve talim adına yapılan işlerin en tesirlisi davranışlarla ifade edilenidir. Evde hayatı uygunca tanzim etmenin, çocuklara bir fikir verme bakımından önemi münakaşa edilmeyecek kadar büyüktür. Bir teheccüd namazını -mümkünse- onun uyanık olduğu saate rast getirme, sadece Mevlâ-yı Müteal'in sizi gördüğü o karanlıkta, tıpkı Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) gibi 'tekallübât' sizi sarıp da kıvrım kıvrım kıvranırken, çocuğunuzun mütecessis nazarlarının şuuraltı sermaye açısından ne ilhamlara erdiğini kestiremezsiniz. O, 'Niçin o inkisar, neden o ağlama, neden o kalb burkuntusu?' diyecek; şayet bunları sesli düşünecek olursa, siz de ona Allah'ın huzuruna çıkıp da nimetlerinden mahrum kalacağınız, azabına dûçâr olacağınız endişesini taşıdığınızı anlatacaksınız. Hem sevgi ve ümit dolu bakışlarınızla hem de endişeli hâlinizle Allah'a karşı saygınızı onun ruhuna duyuracak ve hep onun gözetiminde olduğunuzu vurgulayacaksınız. Kendinize tanzim ettiğiniz bu hayat şeklini ve şayet var ise iç derinliklerinizi ona hissettirmeye çalışacaksınız. Aksine henüz ruhunuzda yer etmemiş ya da size ait olmayan şeyleri anlatmaya uğraştığınız zaman, ona emniyet telkin edemeyecek ve müessir olamayacaksınız. Siz, çocuğa Allah'ın nimetlerini anlattıkça, o da Allah'a (cc) karşı sizinle beraber şükran hissiyle, hamd hissiyle dolacak ve; 'O sizin anlattığınız bizi yaratan, insan yapan ve sayısız nimetleriyle nimetlendiren, sıhhat lütfeden, anne-baba veren, her gün değişik nimet sofralarını gönderen; havayı, suyu, toprağı, ağaçları yaratan, yaratıp emrimize veren Allah'a (cc) binlerce hamdolsun.' diyecektir. Hele bir de yer yer bunları telkin eder, evdeki konuşmaları, muhavereleri bu yörüngede götürürseniz her şey bir başka güzelliğe ulaşır. Çocuğa karşı çok şefkatli olmanın ayrı bir yeri vardır terbiyede. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), yanında hususi hizmetini gören kimselere o kadar şefkatli davranırdı ki, ona nisbeten anne ve babanın alâkası sönük kalırdı. Enes b. Malik (ra) naklediyor: 'Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi ve sellem) on sene hizmet ettim; yapmadığım bir şeyden ötürü 'niçin yapmadın?', yaptığım bir işten ötürü de 'neden yaptın?' dediğini hatırlamıyorum. Bana hiç itapta bulunmadı.' Evet o ağyara bile böyle şefkatli davranıyor ve anne-baba üstü muamelede bulunuyordu. Kendi torunlarına, evlâtlarına ise o kadar refik, o kadar şefik, o kadar ince kalbliydi ki, ancak yine O bu kadar aşkın olabilirdi. HİS DÜNYASI Mazi Gittiğin yollarda yıllarca bekleyip durdum, Bir muştu ümidiyle herkese seni sordum; Mutlaka bir gün dönüp gelecektir diyordum: Hülyâlarımdaki gül yüzlü kâmet-i bâlâ... Hicranla yanıyor sînem hayli zaman oldu, Çevremi hazan sardı, güllerim bir bir soldu; Elimde ümit kâsem kıpkızıl kanla doldu, Mevsimler geçiyor gelmeyecek misin hâlâ..! Bir ben değil, şimdi bütün âlem seni bekler, Bu serin yolculukta düşer-kalkar-emekler.. Ayyûka ulaştı âhlar ve dilde dilekler: "Gel" diyoruz mâzi denilen gözleri şehlâ..! Haftanın Duası Ey isteyenlere cevap veren ve dua dua yalvaranların dualarını kabul buyuran Yüceler Yücesi Rab! Bizim niyazlarımızı da kabul buyur.. kinle, nefretle oturup kalkan ve hep düşmanlık duygularıyla köpüren imansız ve amansızlara karşı yardımcımız ol.. bir de üzerimize sekine yağdır, yağdır ki, Sen'den başka kimseye karşı hiçbir korkumuz, hiçkimseden de en küçük bir beklentimiz kalmasın! Efendimiz Hazreti Muhammed'e, aile fertlerine ve bütün ashabına salât u selam ederek bunları Senden dileniyoruz, Rabbimiz! Sözün Özü İnsan, yaratılırken hayat arkadaşıyla beraber yaratılmıştır. Onun yalnız başına kaldığı devre, hemen hemen yok denecek kadar azdır. Bu şekilde, daha ilk varlığa ererken eşiyle beraber yaratılmak, insan için izdivacın fıtrî olduğunu göstermektedir. Bu fıtrî vazifede en mühim maksat ise "tenâsül"dür. Binaenaleyh, nesillerin yetiştirilmesi hedef alınmadan yapılan evlilik bir eğlence ve macera, bu evlilikten meydana gelen çocuklar da, bir anlık hissin kurbanı talihsizlerdir.
27 Şubat 2009 07:49
DİĞER HABERLER