PKK'nın 28 yıllık gizli protokolü

PKK'nın 28 yıllık gizli protokolü
30 yıl önce varlığını ilan eden PKK’nın karanlık tarihi ilginç olaylarla dolu.
Bundan 28 yıl önce örgütün silahlı çatışmayı bırakması için gizli bir protokol imzalandığı ortaya çıktı. Üçlü zirvede yazar Mehmet Uzun ve Celal Talabani de hazır bulundu. Terör örgütü PKK’nın kuruluşunu ilan ettiği Fis toplantılarının üzerinden 30 yıl geçti. Burada alınan silahlı mücadele kararından itibaren Doğu ve Güneydoğu hep geriye gitti. İnsanlar öldü, göçler başladı ve Kürtlerin öz kimlikleri yok edildi. Bu süreçte PKK da kendisi için bir ‘tarih’ oluşturdu; efsane benzeri anlatımlarla örgüte âdete bir kimlik verildi. Ancak bu tek yanlı tarih aktarımıydı. Çünkü hayatta olan ilk tanıkların anlattıkları, oluşturulan sahte tarihin büyüsünü bozuyor. Bu tanıklardan biri de İbrahim Güçlü. Aksiyon dergisi 726’ncı sayısında Ala Rizgari’nin liderlerinden İbrahim Güçlü’nün iddialarını ‘Ergenekon dünkü çocuk, Öcalan derin devletin adamıdır’ başlığı ile haberleştirdi. Bunun üzerine Kürt çevrelerinde yeni bir tartışma başladı. ‘Abdullah Öcalan derin devletin adamı ise onunla fotoğrafları bulunan İbrahim Güçlü de aynı odakların adamıdır’ yorumları yapıldı. Hatta bazı okurlar bu eleştiriyle yetinmeyip Güçlü Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) Başkanı Celal Talabani ve Öcalan’ın bir masada oturmuş fotoğraflarını gönderdi. Bunun üzerine Güçlü’ye bu fotoğrafların sırını sorduk. O da bu vesileyle gizli kalmış bir olayı ilk kez açıkladı. Ayrıca Güçlü başından beri Öcalan ile geçmişte görüştüğünü inkâr etmiyordu. Meğer o fotoğrafın anlamı da günümüze yansıması açısından çok büyükmüş. O görüşmede karara bağlanan konular hayata geçirilmiş olsaydı belki de PKK bugün terör estirmeyecekti. Şam’da yapılan ve şu ana kadar açıklanmayan üçlü zirvenin hikâyesi aslında yıllar öncesine dayanıyor. Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) ve diğer Kürt hareketi etrafında toplanan Kürt gençleri, 12 Mart’ta tutuklanmış ve uzun süreli cezalar almıştı. Gençlerin önemli bir kısmı 1974’te cezaevinden çıktı. Cezaevi sürecinde daha da bilenen gençler, yeni hareketler başlattı. Rizgari, Özgürlük Yolu Kawa, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (T-KDP) ile kitleleri etkilemeye çalıştılar. Abdullah Öcalan bu dönemde adı geçen büyük hareketlerin hiçbirinde yoktu. Daha sonra Ankara Yüksek Öğrenim Derneği (AYÖD) içinde yer aldı. Başta bir hemşehricilik örgütü olarak kurulan AYÖD bu sırada diğer Kürt gruplarıyla irtibata geçti. Sonraki dönemlerde güçlenerek Ulusal Kurtuluş Ordusu (UKO) etrafında örgütlendi. Bu da biçim değiştirdi ve 27 Kasım 1978’de PKK olarak türedi. PKK’nın o dönemde tek bir hedefi vardı: Bütün Kürt hareketlerini düşman belleyip onlara yönelik operasyonlar yapmak. İbrahim Güçlü’ye göre, PKK, devletten önce bir iç savaş projesi geliştirmişti bu kararla. Çünkü, diğer Kürt hareketlerini hedef seçmekle kalmamış, aynı zamanda onları ‘hain’ ilan etmişti. Bunun için şeyhleri, ağaları ve aşiretleri de karşısına almıştı. İbrahim Güçlü, o günlerle ilgili ilginç iddialar dile getiriyor: “1974’ten sonra Kürtler farklı bir yöntemle hareket ediyor, silahlı mücadeleyi ikinci planda tutuyordu. Dernekleşip yayınevi açıyor, demokratik yollardan mitingler düzenliyordu. Devletin bazı güçleri ise bunu engellemek istiyordu. Aleni şekilde bu insanları yok edemezdi. Bu yüzden aynı güçler, kafasında tasarladıklarını PKK’ya yaptırdı.” Bölgede cinayetler işleyen örgüt tam bir kaos ortamı oluşturdu. Özellikle PKK-Kürdistan Ulusal Kurtuluşu (KUK) çatışmasında insanlar ölüyordu. Çatışmaların yoğun olarak yaşandığı Siverek’te 800 kişi ölürken nüfus dengesi de altüst oldu. 1979’da 60 bin nüfusu olan Siverek büyük göç verdi ve nüfus 29 bine kadar indi. İbrahim Güçlü bu dönemde devlet içindeki bazı odakların PKK eliyle cinayetler işlediğini, bölgeyi parçalattığını ve 12 Eylül’e zemin hazırladığını anlatıyor. İlginç bir tespitini de şöyle aktarıyor: “Devlet içindeki güçler el altından piyasaya silah sürerdi. Çatışma ortamında silah ve mermi fiyatlarının artması gerekirdi. Ancak tam tersini yaşadık. Siverek’te çatışmalar şiddetlendikçe silah ve mermi fiyatı düşer ve onları bulmak kolaylaşırdı. Hilvan’da da aynı durum vardı. Çatışmalar yavaşladığında ise tam tersi olur, silah fiyatları artardı. Bir tuhaflık vardı ve biz buna şaşırıyorduk. Biz de kendimizi savunmak için silahlanmıştık. Diğer gruplar da silahlıydı. Ancak şiddeti PKK sürdürüyordu.” APO, MEHMET UZUN VE CELAL TALABANİ ANLAŞTI Abdullah Öcalan 1979’da yurtdışına çıktı. Önce Lübnan’a ardından da Suriye’ye gitti. Orada Filistin güçleri, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ile ilişkiye geçti. O dönemde Kuzey Iraklı Kürtlerle diğer Kürt hareketlerinin bağlantısı vardı. PKK henüz güçlü bir örgüt olmamasına rağmen silahla terör estiriyordu. Bu durum ‘devletin bir birimiyle irtibatlı’ olduğu eleştirilerine yol açıyordu. PKK, Kürtlerin gözünde meşruluğunu kabul ettirmek için Celal Talabani liderliğindeki KYB ile irtibata geçmek istiyordu. KYB’den onay alıp Talabani’nin Lübnan, Suriye ve bölgedeki ağırlığından faydalanmayı ve buralarda yer tutmayı planlıyordu. Bunun üzerine Talabani daha sıkı ilişkiler içinde olduğu Ala Rizgari grubuna PKK’yı sordu. KYB’ye PKK hakkından bilgiler verildi. Talabani de bölgedeki kaosun Kürtlere zarar verdiğini düşünmeye başlamıştı. Bu sebeple Ala Rizgari, PKK ve KYB arasında üçlü görüşmelere başlandı. 1979 yılının sonlarından yapılan görüşmelerde PKK’nın, düşman ilan ettiği diğer örgütlere özellikle KUK’a saldırmaktan vazgeçmesi gerektiği üzerinde duruldu. Bu süreçte Öcalan çatışmaların bitirileceği sözünü veriyordu. Ala Rizgari ve Celal Talabani, bunun sözde kalmaması gerektiğini belirtip çatışmaların sona erdirildiğini beyan eden bir işbirliği protokolü imzalanmasını istedi. Bu vesile ile 7 Ağustos 1980’de Şam’da PKK, Ala Rizgari ve KYB temsilcileri bir araya geldi. Uzun görüşmelerden sonra üçlü arasında bir protokol imzalandı. PKK adına Abdullah Öcalan Ali Fırat kod adıyla; Ala Rizgari adına yurtdışında yaşayan Kürt yazar Mehmet Uzun, M.Ferent Baran mahlasıyla; KYB adına ise Celal Talabani kendi ismiyle protokolü imzaladı. Protokolün birer kopyası taraflara verildi. Ala Rizgari grubuna verilen nüsha hâlen İsveç’te saklanıyor. Ancak olayın birinci tanığı olan İbrahim Güçlü isteyene belgeyi verebileceklerini ilan ediyor. Bu protokole göre, PKK düşman ilan ettiği Kürt hareketlerine yönelik şiddete son verecek, Kürtler arasında bir ittifak sağlanacak, en önemlisi PKK eylem yapmayacak ve silah bırakacaktı. Çünkü Kürtler o dönemde öncelikli olarak siyasi bir hareket tarzı benimsemişlerdi. PKK, düşman ilan ettiği Kawa, Ala Rizgari, KUK gibi 8 örgüt ile 7 sol örgüte karşı düşman tavrını bitirecekti. Örgütlerin isimleri protokolde tek tek sıralandı. Ancak anlaşma imzalandıktan kısa süre sonra Öcalan buna uymayacaklarını duyurdu. Ardından 12 Eylül süreci başlayınca her şey akim kaldı. İbrahim Güçlü, Ergenekon davasına da değinerek olayları şimdi daha iyi anladıklarını, Öcalan’ın başka güçlerle hareket ettiğini kavradıklarının altını çiziyor: “Çatışmalı ortam sona erecekti. Kürtler haklarını daha iyi ve birlikte isteyeceklerdi. Bölgeden Batı’ya zorunlu göçler olmayacak, köyler boşaltılmayacaktı. Ancak PKK başkasıyla hareket ettiğini belli etmiş oldu ve bölgede tam bir kaos ortamı oluştu. Biz silahlı mücadele zamanı olmadığını söylüyorduk. Talabani de bize destek veriyordu. PKK ise ısrarla silahlı propaganda yaptığını söylüyordu.” TALABANİ VE BARZANİ, TÜRKİYE’YE BAĞLI FEDERASYONU KABUL ETMİŞTİ PKK üçlü anlaşmayı bozduktan sonra şiddet eylemlerine devam etti. Ancak 1993’e gelindiğinde tekrar silah bırakma kararı alınarak ateşkes ilan edildi. Bu kararın alınmasına Talabani öncülük etmişti. Kararın açıklandığı basın toplantısında Celal Talabani, Abdullah Öcalan, Kemal Burkay, Ahmet Türk, Suriye Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı Hamreş Reşo ve Ruşen Aslan vardı. İbrahim Güçlü’ye göre, önemli gelişmeler olacaktı. Bütün Kürtleri kapsayan bir federasyona rahmetli Turgut Özal da ‘evet’ demişti. Bu yapının içine Irak’taki Kürtler de dâhildi. Hatta Celal Talabani ve Mesut Barzani bu taleplerini Özal’a sunmuştu. Güçlü bu konuda şunları anlatıyor: “Ben Talabani’nin bu görüşünü Özal’a aktardığını biliyorum. Bu yapı ile Özal aynı zamanda Kürtler arasında birliği sağlamış olacaktı. Bu nedenle PKK’nın silah bırakmasını ve ateşkese devam etmesini hepimiz istemiştik. Ancak bu çabalar boşa çıktı. ‘33 asker olayı’ (Bingöl’de 33 erin şehit edilmesi) çıkınca her şey sona erdi.. APO, ‘33 ERİN KATLİAMI’NI KINAMADI Hemen Abdullah Öcalan’dan bu olayı kınamasını ve sorumluları bulup cezalandırmasını istedik. Hamreş Reşo, Öcalan’la görüştü. Ancak Öcalan olayı kınamayacağını söyledi. Zaten ardından da BBC’ye ‘meşru müdafaa hakkını kullandıklarını’ söyledi. Şemdin Sakık örgütten ayrıldıktan sonra Öcalan, bu olayı onun üstüne attı. Hatta Genelkurmay’a hitaben ‘siz ne biçim Kemalistsiniz, 33 askerinizi öldüren adam Kuzey Irak’ta geziyor, siz oturuyorsunuz’ demeye başladı. Öcalan kendisini temize çıkarmak istedi.” DEP, ORTAK PARTİ OLACAKTI İbrahim Güçlü’nün verdiği bilgilere göre, Halkın Emek Partisi’nin (HEP) kapatılması gündeme geldiğinde Kürtlerin yeniden parti kurması söz konusuydu. Bu bütün Kürtleri kapsayan ortak bir parti olacaktı. Ateşkes sürecinin içindeki projelerden birisi de buydu. Partide PKK’dan gelen birisi başkan olmayacak ve şahinler yönetimde yer almayacaktı. Yöneticiler, özgürlük isteyenlerden seçilecekti. PKK’nın baskısı veya müdahalesi olmayacaktı. Öcalan bunu da kabul etmişti. Partinin başkanı da bütün Kürtlerin kabul ettiği bir isim, Şerafettin Elçi olacaktı. Güçlü bu projenin de 33 erin şehit edilmesiyle suya düştüğünü aktarıyor: “Yalnız konuyu daha Elçi’ye açmamıştık. Ancak 33 asker olayı sebebiyle bu proje hayat bulamadı. O hadise olmasaydı Demokrasi Partisi (DEP) başında Şerafettin Elçi olacaktı.” AKSİYON
02 Aralık 2008 18:48
DİĞER HABERLER