Erzincan'da bir cemaate yönelik operasyon… Kayseri'de bir astsubayın hipnoz yöntemiyle ifadesinin alınması... Kaos Planı’nın üstü olan Lahika-1 çoktandır uygulanıyormuş meğer.
Erzincan’da 23 Şubat’ta İsmailağa cemaatine dönük bir operasyon başladı. Suç, çocuklara Kur’an öğretilmesiydi. Ancak operasyonun boyutu, bu iddianın çok ötesine geçiyordu. Erzincan Cumhuriyet Savcısı İlhan Cihaner’in talimatıyla başlayan operasyonda 22 ilde teknik takip yapılmıştı. Hatta teknik takibe alınan kişiler arasında bir bakan, AK Parti’nin önemli bir belediye başkanı ve bir gazetenin sahibi de vardı. Soruşturmayı ise jandarma yürütüyordu. Erzincan şehir merkezinde polis nezaretinde yapılması gereken baskınlar, sadece jandarma tarafından gerçekleştirildi; 26 kişi hukuka aykırı usullerle gözaltına alındı. Bu kişilere psikolojik harekât uygulandı. 4,5 aylık hamile bir kadın, 48 saat aç ve susuz bırakıldığı için çocuğunu düşürdü.
Bu operasyondan 10 gün sonra Kayseri’de bir soruşturma daha açıldı. ‘Gülenci subayın itirafları’ haberi bir dönem medyada geniş yankı uyandırmıştı. Kayseri’de gözaltına alınan Ali Balta adlı astsubayın “Işık evlerinde yetiştim. Ağabeyimiz bize Fethullah Gülen’in kitaplarını okutur ve açıklama yapardı” itirafında bulunduğu öne sürülüyordu. 4 Mart’ta gözaltına alınan Balta’nın bu ifadesine, Hava Kuvvetleri Komutanlığı askerî savcısı ve yardımcıları günlerce süren sorgu sonucunda ulaşmıştı. Çünkü ifadeler hipnoz altında alınmıştı.
Avukatı Mustafa Dokumacı’ya 9 gün gösterilmeyen Balta, 17 Mart’ta hâkim karşısına çıkarıldığında bu ifadeleri hatırlamıyordu. Balta, hâkime şunları söyledi: “Emekli yarbay olduğunu söyleyen sivil giyimli 1,70-1,80 boylarında, göbekli, beyaz saçlı bir şahıs birkaç kez gece yanıma gelerek bana hipnoz yöntemi uygulamıştı. Ben bu işlemin neticesinde 11 Mart 2009 tarihinde bu şekilde ifade vermiş olabilirim. O ifadeyi nasıl verdiğimi hatırlamıyorum. Dolayısıyla içeriğini de kabul etmiyorum.”
Hipnozu yapan kişi, İzmir’de yaşayan, parapsikoloji uzmanı emekli Yarbay Gürol Doğan idi. Hava Kuvvetleri Savcısı Ahmet Zeki Üçok’un daveti ile Kayseri’deki ifadeye gelmişti. Doğan, daha sonra “Hipnozla ifade almanın suç olduğunu bilmiyordum.” diyecekti. Savcı Üçok ise Hava Kuvvetleri’ndeki Karargâh Evleri soruşturmasını yürüten isimdi. Ancak bilirkişi olarak atadığı ismin İşçi Partisi milletvekili adayı Sami Toprak çıkması, Karargâh Evleri soruşturmasının örtbas edildiği suçlamalarını beraberinde getirdi. Genelkurmay Karargâhı ise hem Karargâh Evleri hem de Kayseri’deki soruşturmada, bu savcının arkasında durdu, hipnozlu ifadeyi meşru gördü. Bu konuları haberleştiren gazeteciler âdeta dava bombardımanına tutuldu. Savcı Üçok şu anda ‘şuç örgütü üyeliği ve yağmaya azmettirmek’ suçlarından tutuklu olarak yargılanıyor.
Astsubay, 4 Mart’tan bugüne, yaklaşık 8 aydır askerî cezaevinde tutuklu. Ortada savcılar tarafından hazırlanmış bir iddianame yok. “Müvekkilim yargısız infaz hâlinde, hükümlü gibi ceza çekiyor.” diyen avukat Mustafa Dokumacı, müvekkilinin serbest bırakılması için şimdiye kadar Hava Kuvvetleri’ne 10 başvuru yaptığını; ancak hepsinin reddedildiğini söylüyor. Hava Kuvvetleri’nin reddetmesi üzerine, prosedür gereği Genelkurmay Başkanlığı mahkemesine gitmiş fakat buradan da eli boş dönmüş. Peki, İzmir’den bir parapsikoloji uzmanı ve Ankara’dan özel bir savcı neden hipnozla ifade aldı? Niçin TSK’ya sızma girişimi var görüntüsü verilmek istendi? Erzincan’da neden bir bakan teknik takibe alındı? Erzincan’daki operasyonun ikinci ayağı neydi? Ne hedefleniyordu?
Türkiye’nin farklı noktalarındaki bu tartışmalı operasyonların neden yapıldığının cevabı, Nisan 2006’da hazırlanan Lahika-1 (Nisan 2008’de ortaya çıktı) adlı belgenin bir parçası olan ve 12 Haziran 2009’da Taraf Gazetesi’nin yayımladığı İrticayla Mücadele Eylem Planı’nda saklı. Erzincan’daki operasyonun iki ayağı vardı. Birincisi, İsmailağa cemaatine dönük olandı ve bu, bir bakanın da dinlemeye alınmasıyla başladı. İkinci ayağını ise, soruşturmayı yürüten Savcı İlhan Cihaner’in avukatı Turgut Kazan, müvekkilini savunurken deşifre etti. Cihaner’in TCK’nın 220. maddesi kapsamında iki ayrı soruşturma yürüttüğünü açıklayarak şunları dile getirdi: “Bunlardan biri İsmailağa cemaati, diğeri Fethullah Gülen grubuyla ilgili.”
Hâlbuki Gülen’le ilgili açılmış bir dava yoktu. Kazan tarafından açıklanan bu gizli soruşturmaya ilişkin, Erzincan’daki İsmailağa cemaati soruşturmasını takip eden avukatlar, “Bu operasyon bir ön hazırlıktı.” diyorlar. Yani, Türkiye çapında geniş bir operasyona girişileceğini ima ediyorlar.
Kayseri’de Astsubay Ali Balta’nın hipnozla ifadesinin alınmasından kısa süre sonra, Genelkurmay Karargâhı Harekât Başkanlığı 3. Bilgi Destek Şube Müdürlüğü (eski adı Psikolojik Harp Dairesi) tarafından ‘İrticayla Mücadele Eylem Planı’ adlı belge kaleme alındı. Avukat Serdar Öztürk’ün ofisinde belgenin fotokopisi ele geçirildi. Taraf Gazetesi ise 12 Haziran’da “AKP ve Gülen’i bitirme planı” başlığıyla belgeyi yayımladı. İrticayla Mücadele Eylem Planı, daha önce ortaya çıkan Lahika-1 adlı Eylül 2007 tarihli Eylem Planı’nın bir parçası, daha doğrusu ana ekseni. Genelkurmay Karargâhı’ndaki bir cuntanın yargıyı, medyayı yönlendirmesi; cunta ekibinin karşısında yer alanların ise sindirilmesi ve yıpratılmasını hedefliyordu.
Kurmay Albay Dursun Çiçek imzasını taşıyan planda, AK Parti’nin yanı sıra Fethullah Gülen de doğrudan hedef alınıyor, âdeta düşman gibi algılanıyor. İşte belgeden bir bölüm: “Çeşitli bilgi ve belgelerle ilgili ortaya yem atılarak yakalanan personel hangi gruba ait olursa olsun F.G.’ci oldukları şeklinde ifade vermeleri sağlanacak.” TSK içindeki bir grup, yakaladığı personeli neden Gülenci olarak yaftalıyordu?
Genelkurmay Karargâhı’nda hazırlanan belgeye göre ‘Işık Evleri’ diye bahsedilen mekanlar, terör örgütü yapılanması kapsamına alınmaya çalışılıyordu. Belgenin Planlama ve Genel Faaliyetler Bölümü’nün 6. maddesinde bu açıkça ortaya konuyor: “Askeri suç kapsamında yapılacak Işık Evleri baskınlarında, silahlı terör örgütü oluşturmak doğrultusunda; silah, mühimmat, plan vb. materyal bulunması sağlanarak, F.G. grubu ‘Silahlı Terör Örgütü’ ‘Fethullahçı Silahlı Terör Örgütü’, (FSTÖ) kapsamına aldırılacak ve soruşturmalar askeri yargı kapsamında yürütülecektir.”
Üstelik ev baskınlarında, bu evlere yerleştirilecek çeşitli dokümanlarla Alevi düşmanlığı da oluşturulmak isteniyordu; böylece büyük bir cemaat ile büyük bir inanç kitlesi karşı karşıya getirilecekti: “Ev baskınları kapsamında Alevi düşmanlığını körükleyici bilgi ve belgelerin bu evlerde bulunması sağlanacaktır.”
Bu operasyon neticesinde Gülen, silahlı terör örgütünün lideri yapılacaktı. “FG’ciler doğrudan TSK’ya saldırıyor” haberleri de plana uygun biçimde, medyaya çıkacaktı. Gülen hareketinin CIA kontrolünde olduğu izlenimi de oluşturulmaya çalışılacak, Nurettin Veren gibi isimler üzerinden medyada bu propaganda yaygınlaştırılacaktı.
“PKK, neden FG’cilere ait okul, dershane ve yurtlara eylem yapmıyor?” propagandası da bu eylem planının maddeleri arasında kendine yer buluyordu. Böylece Gülen ile PKK arasında gizli bir ittifak olduğu izlenimi oluşturulması planlandı. Kurtlar Vadisi ve Tek Türkiye gibi cuntacıların gizli faaliyetlerini halka basit bir dille anlatan dizilerin güvenilirliğinin yitirilmesi eylem planının hedefleri arasında yer buldu. En nihayetinde ise Ergenekon’un karşısında duran AK Parti iktidarının düşürülmesi amaçlanıyordu.
İrticayla Mücadele Eylem Planı’nın nihai hedefi elbette sadece Gülen değildi. AK Parti iktidarı da ana hedeflerden biriydi. Eylem planının Vazife bölümünde AK Parti’yle ilgili şu ifadeler yer alıyor: “Laik ve demokratik düzeni yıkarak şeriata dayalı bir İslam devleti kurma hayalinde bulunan AKP hükümeti ve ona destek veren çeşitli gruplar ile Fethullah Gülen grubu başta olmak üzere radikal dini oluşumlar hakkındaki gerçekleri gün yüzüne çıkarmak, kamuoyunun desteğini kırmak ve faaliyetlerine son vermek üzere bilgi destek faaliyetleri icra edilecektir.”
Mesela, eylem planına göre Millî Eğitim Bakanlığı’nın yıpratılması hedefleniyordu: “Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okul öğrencilerine ait ibadet, görüntü ve haberlerinin medyada yoğun olarak yer alması sağlanarak, Milli Eğitim Bakanı kamuoyu nezdinde yıpratılacaktır.”
Hatırlanacağı üzere birçok medya organında kısa süre önce ‘okul altı ibadethane’ haberleriyle Türkiye gündemi ‘irtica hortladı’ noktasına getirilmişti. Yıpratılacak isimler arasında gösterilen dönemin Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik de belgenin 12 Haziran’da ortaya çıkmasından sonra “Bu planda yazılanların hayata geçirildiğini bizzat yaşadım.” diyecekti.
AK Parti’ye ilişkin bir başka başlık ise planda şu idi: “AKP mensuplarının ülkemizde ekonomik krizin etkisinin ciddi olarak hissedildiği bir dönemde lüks yaşamlarından taviz vermedikleri yönünde haberler yaptırılarak bu durumun hem ‘İslam anlayışıyla çeliştiği’ hem de uygulamaya çalıştıkları ‘halk adamı’ yaklaşımlarının gerçeği yansıtmadığı konusunda kamuoyu bilgilendirilecektir.”
Eylem Planı’nın ‘Vazife’si olarak AK Parti ve Gülen’in yanında ‘Ergenekon kapsamında yapılan yıpratıcı kampanyaların etkisini azaltmak’ tanımı da dikkat çekiyor. Medya faaliyetleri bölümündeki 2 ve 3. madde bunu açıkça gösteriyor: “Yakalanan veya çözülen TSK personelinin bizim belirlediğimiz temalar doğrultusunda beyanlarda bulunmaları ve bu açıklamaların basında geniş yer bulması sağlanacaktır. Ergenekon kapsamında tutuklanan TSK personelinin masum olduğu, irticayla etkin şekilde mücadele ettikleri için üzerlerine iftira atıldığı şeklinde haberler yaptırılacaktır.”
Birçok medya organında Ergenekon kapsamında tutuklanan muvazzaf ve emekli TSK mensuplarının nasıl savunulduğu, Dursun Çiçek gibi isimlerin kısa süre içinde nasıl gözaltından çıkartıldığı, Şener Eruygur ve Hurşit Tolon gibi isimlerin nasıl korunduğu hafızalarda tazeliğini koruyor.
Peki, Gülen hareketi, neden silahlı terör örgütü, bahse konu evler de bu örgütün hücre evleri gibi gösterilmek istendi? Hatırlanacağı üzere 28 Şubat sürecinin ardından Fethullah Gülen hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne dava açılmış, dava Yargıtay 9. Ceza Dairesi’ne gitmiş, Gülen oybirliğiyle beraat etmişti. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın itirazı neticesinde dosya geçen yıl Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun gündemine geldi; beraat kararı ikinci temyizden de onaylanarak çıktı. Yargıdan böyle bir kararın çıkması, aslında bu dosyanın sivillere bırakılamayacak kadar önemli olduğunun anlaşılmasına sebep oldu! Ali Balta olayı ve Erzincan’daki operasyon, cemaatlere dönük dosyanın askerî yargıda açılmasını sağlayacaktı.
“Kayseri’deki hipnoz, İrticayla Mücadele Eylem Planı’nın parçası mıydı?” sorusuna Ali Balta’nın avukatı Mustafa Dokumacı, “Biz küçük resim ile uğraşıyoruz. Büyük resimde bu yer alır, almaz bir şey söyleyemem. Büyük resimde bu karenin yeri neresi, onu siz değerlendirin.” yorumunu yapıyor, ‘hayır’ demiyor. Erzincan’daki avukatlar ise “Eylem Planı’nın ilk fişeği burada atıldı.” diyor.
İrticayla Mücadele Eylem Planı’nın fotokopisinden sonra ıslak imzalı diye tanımlanan orijinali, 4,5 ay sonra, Genelkurmay Karargâhı’nda görevli bir subay tarafından savcılara posta yoluyla gönderildi. 15 Ekim’de savcıların eline ulaşan bu belge soruşturmanın boyutunu tamamen değişecek. Genelkurmay’ın 24 Haziran’da belgenin fotokopi olmasından dolayı ‘kovuşturmaya gerek yok’ kararı, akabinde Dursun Çiçek’in tutuklanıp 18 saat sonra serbest bıraktırılması konusu yeniden açılıyor. Zira belgeyi gönderen subayın verdiği detaylı bilgiler, cunta hareketine doğrudan şahitlik ettiğini net olarak ortaya koyuyor.
Tabii bu eylem planından Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un haberdar olup olmadığı bilinmiyor. Ancak mücadele eylem planının hazırlandığı nisan ayında, İlker Başbuğ Harp Akademileri’nde bir konuşma yapmıştı. 12 Nisan’daki bu konuşmada Başbuğ, din karşıtı olmadıkları, ancak cemaatlere karşı tavır alınacağının sinyalini veriyordu: “Bugün de bazı din eksenli cemaatler, kendilerini demokratik alanın bir oyuncusu olarak takdim etmekte ve çeşitli nedenlerle de görünürde kendilerinin güçlü bir konuma geldiğine inanmaktadırlar. Ancak bu güç imajı ve algısı yanıltıcıdır. Bu yapılanlara karşı, hukuk devleti kapsamında Türk Silahlı Kuvvetlerinin tepkisiz ve etkisiz kalacağını düşünmek ise büyük yanılgıdır.”
Başbuğ’un konuşmasını yaptığı tarih ile eylem planına ilişkin belgenin hazırlandığı tarihin çakışmasının ötesinde içerikler de birbiriyle örtüşüyor. Başbuğ’un AK Parti ve Fethullah Gülen’e karşı bir komplodan haberdar olup olmadığı henüz bilinmiyor. Ancak belgede imzası bulunan Albay Dursun Çiçek’in TSK içinde birileri tarafından korunduğu iyice netleşti.
30 Haziran’da sivil mahkeme tarafından ‘Ergenekon örgüt üyeliği’ ile suçlanarak cezaevine konmasından 18 saat sonra, bir hâkimin görevlendirilmesi ile serbest bırakılan Dursun Çiçek, ilk soruşturmadan kurtulmuştu. Çiçek’i cezaevine yollayan hâkimler HSYK’nın hedefi olmuştu, ancak eylem planının orijinalinin ortaya çıkması soruşturmanın boyutunun değişmesine sebep oldu. İhbarcı subayın da mektubunda yazdığı gibi emir komuta zinciri içinde hazırlanan bu belgeye ilişkin, sadece Çiçek değil birçok generalin de Ergenekon kapsamında ‘şüpheli’ sıfatıyla yargılanması gündeme gelecek.
Ancak 12 Haziran sonrası olduğu gibi Genelkurmay yine belgenin nasıl sızdığını araştırıyor, hâlâ belgenin suç olduğunu kabul ediyor görünmüyor. Ancak, cunta ekibinden çıktığı ayan beyan belli birçok ‘kara propaganda haberleri’ ile soruşturmanın sonuçlandırılmamasına dönük kampanya gözlerden kaçmıyor.
16 Haziran: Jandarma'nın kriminal raporu açıklandı: Belgedeki imza ile Çiçek'in imzası benzer. Başbakan Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un haftalık görüşmesi 2 gün öne alınarak kaos planı zirvesine dönüştü.
17 Haziran: Albay Çiçek'in evi, askerî savcılık tarafından arandı. Çiçek savcıya her zaman kullandığından farklı imza verdi.
18 Haziran: Deniz Baykal, "Belge doğruysa Genelkurmay başkanı istifa etmeli." değerlendirmesini yaptı.
19 Haziran: Belgeyi ortaya çıkaran Taraf muhabiri Mehmet Baransu savcıya ifade verdi.
20 Haziran: Emniyet'in kriminal raporu açıklandı: Eylem planındaki imza ile Çiçek'in 21 evraktaki imzası aynı.
24 Haziran: Askerî savcılık belgeye ilişkin kararını verdi: Kovuşturmaya gerek yok. Belge Genelkurmay'da hazırlanmadı.
25 Haziran: 'Askerî suç' kapsamına girmeyen suç eylemlerini işleyen asker kişilerin sivil yargıya gönderilmesini düzenleyen kanun çıkarıldı.
26 Haziran: Genelkurmay Başkanı Başbuğ, basın toplantısı düzenleyerek belge için 'kâğıt parçası' ifadesini kullandı. Belgenin birileri tarafından karalama amaçlı hazırlandığını iddia etti ve "Hesabı sorulsun." dedi. Aynı toplantıda yeni delil çıkarsa askerî soruşturmanın tekrar açılacağını söyledi.
30 Haziran: Albay Dursun Çiçek sivil mahkeme tarafından Ergenekon örgütüne üye olduğu gerekçesiyle tutuklandı.
1 Temmuz: Çiçek, 18 saat sonra tuhaf bir şekilde serbest bırakıldı. Bu arada mahkemede bir üyenin izne çıktığı, yerine jet hızıyla başka bir hâkimin atandığı ortaya çıktı.
3 Temmuz: Genelkurmay Başkanlığı haftalık basın bilgilendirme toplantılarına ara verdiğini duyurdu.
15 Ekim: Islak imzalı orijinal belge posta yoluyla sivil savcılara ulaştı.
24 Ekim: Kaos planının orijinali basına yansıdı. Başbakan Erdoğan, "TSK böyle bir lekeyi kabullenemez!" açıklaması yaptı.
25 Ekim: Albay Dursun Çiçek'in 15 Ekim'den itibaren Ergenekon savcıları tarafından ifade için iki defa çağrıldığı; ancak gitmediği ortaya çıktı.
26 Ekim: Genelkurmay Askerî Savcılığı, basında çıkan haberleri ihbar kabul edip yeni soruşturma başlattığını duyurdu.
KAOS BELGESİ İLE İLGİLİ SORULARA İHBAR MEKTUBUNDAN CEVAPLAR
İHBARCI KİM?
Kendini ‘TSK’ya kuşaklar boyu hizmet etmiş bir ailenin çocuğu’ diye tanıtıyor. Genelkurmay Karargâhı’nda muvazzaf bir subay, rütbesi bilinmiyor. Cunta hareketinin içinde yer alıyordu, sonra ayrıldı. Birçok olaya şahitlik etmesi, Bilgi Destek Daire Başkanlığı’yla bağı olduğunu ortaya koyuyor.
İNANDIRICI MI?
İhbarcı, TSK içindeki cunta ekibinin temizlenmesi için “Sayın savcım, tanık olarak çağırmanız durumunda gelmeye hazırım” diyor. Deşifre olup hedef tahtasına oturma riskini alıyor. Savcıya ulaştırdığı orijinal eylem planı ve diğer ek delillerin yanı sıra yazdığı mektuptaki bilgiler ihbarcıyı inandırıcı kılıyor.
NEDEN İHBAR ETTİ?
“TSK’nın tarihinde hiç olmadığı kadar itibar kaybına uğraması, beni ve benim gibi vatanını ve milletini seven birçok silah arkadaşımı son derece rahatsız etmiştir” diyen subay, TSK içindeki bir grubun kendi milletine karşı psikolojik harekât uyguladığını anlatıyor. Kendi bekası için ülkenin tüm değerlerini paramparça eden cunta örgütlenmesinin ülke gündemini elinde tuttuğunu belirtiyor: “Cunta örgütlenmesi ve faaliyetlerinden haberdar ve rahatsız olan benim gibi personel, gerçekleri anlatmak için zemin bulamamakta ve sesini duyuramamaktadır.” Ayrıca Genelkurmay Başkanı’nın, belge için alaycı bir üslupla ‘kâğıt parçası’ demesini, yargıyı hiçe saymasını ve ‘sorumluları bulun’ diye emir vermesini onur kırıcı buluyor.
EYLEM PLANINI KİM HAZIRLADI?
“Söz konusu gayri hukuki çalışmalar, TSK içerisindeki cunta yapılanmasının kilit isimlerinden Org. Hasan Iğsız’ın Genelkurmay II. Başkanlığı döneminde hız kazanarak devam etmiştir. Iğsız’ın doğrudan netice alınabilecek bir eylem planı hazırlanması konusunda verdiği direktif gereği Korg. Mehmet Ersöz ve Tümg. Mustafa Bakıcı’nın da katkılarıyla gerekli çalışmalar başlatılmış ve söz konusu eylem planı Kur. Alb. Dursun Çiçek tarafından hazırlanmıştır.”
SUBAY PLANIN ASLINI NASIL ALDI?
“İrticayla Mücadele Eylem Planı, basında yer alır almaz, erken davranarak söz konusu evrakın aslını gizlice dosyalandığı klasörden aldım. Belgenin aslının yerinde olmadığı anlaşılınca önce bir kriz yaşandı. Sonra belgenin bir cunta mensubu tarafından imha edildiği görüşü benimsendi.”
BELGEYİ REDDETMEK İÇİN NE YAPILDI?
Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı, 24 Haziran’da, belgeye ilişkin bir rapor hazırladı. Raporda, belgenin şekil açısından hiçbir askeri yazı biçimine uymadığı, belgeye resmi evrak niteliği kazandıracak herhangi bir unsuru içermediği, karargâh çalışma usulleri ve askeri yazım teknikleriyle uyuşmayan birçok maddi hata bulunduğu, askeri yazışma gelenekleriyle örtüşmeyen ibare ve kısaltmalara yer verildiği belirtildi.
SIZMA, NASIL ÖNLENMEYE ÇALIŞILDI?
Benzer belgelerin sızmasını önlemek için Org. Hasan Iğsız imzasıyla bir emir yayımlandı: “Evraklara güvenlik kontrol numarası üç defa basılacak. Birincisi konu ve evrak numarasına gelecek, ikincisi metne, üçüncüsü imzanın bloğu ve imza üzerine gelecek. Bilgisayardaki yazışmalarda ‘arz ederim’, ad-soyad, görev yazılmayacak. Hiçbir evrakta ıslak imza taranarak bilgisayara yüklenmeyecek, elektronik imzalı olarak gönderilecek. E-postalarda isim kullanılmayacak. Karargâhtaki dizüstü ve masaüstü bilgisayarlar sınırlandırılacak.”
CUNTA BAŞKA NELER YAPTI?
Cuntayı deşifre eden subay, Psikolojik Harekât Başkanlığı’nın halka psikolojik harekât uyguladığını aktarıyor. Vali, kaymakam, savcı, hâkim gibi önemli kadrolardaki personel fişlendi. Aktütün, Dağlıca, Poyrazköy ve Çukurca’da yaşananların, Genelkurmay’ın resmi açıklamasındakilerle paralel olmadığını anlatıyor. Bu olayların perde arkasının Bilgi Destek’te çalışanlar tarafından bilindiğini aktarıyor. Eylül 2007’de, dönemin Genelkurmay II. Başkanı Org. Ergin Saygun’un emriyle üniversitelerden bir kısım akademisyen ve CHP yönetiminden bazı politikacıların desteklediği, dönemin Genelkurmay Harekât Başkanı Korg. Nusret Taşdeler’in himayesinde kurmay albaylar Dursun Çiçek, Sedat Özüer, İlker Ziya Göktaş ve Fuat Selvi tarafından kamuoyunu yönlendirmeye dönük belgeler hazırlandığına da şahitlik etmiş cuntayı deşifre eden subay.
CUNTA NASIL GİZLENİYOR?
Cuntanın bir bölümünün deşifre olması üzerine şubenin adı Bilgi Destek Daire Başkanlığı olarak değiştirildi, görev alanı daraltıldı. Sayısı dört olan Bilgi Destek Tabur sayısı bire düşürüldü. Bu son taburdaki görevli personelin ise asli işlerini yapmadığını, cuntanın örtülü ve yasadışı emirlerini yerine getirdiğini aktarıyor. Cunta, kendi etrafındakileri de ‘Biz silah arkadaşıyız’, ‘ortak düşmanlar’, ‘Biz bir aileyiz’, ‘TSK’yı yıpratmak istiyorlar’ gibi temaları kullanarak yönlendiriyor: “Gerçekleri bilen ve duyurmak isteyen personel de ‘korkutma ve sindirme’ faaliyetleri ile susturulmaktadır. Bu şekilde birçok olay karşısında ‘kol kırılır yen içinde kalır’ mantığı yürütülmektedir.”
CUNTACILAR NASIL YÜKSELDİ?
“Sayın Savcım, bir cunta ekibinin yapmış olduğu illegal bir çalışma nedeniyle yıllardır görevini layıkıyla yerine getiren personel mağdur edilerek suçlu muamelesine tabi tutulmuş ve çeşitli yerlere sürülmüştür. Ama asıl suçlu Kur. Alb. Dursun Çiçek, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Karargâhı’nda Daire Başkanlığı makamına atandırılarak himaye görmüştür. Aynı şekilde Tuğg. Mustafa Bakıcı tümgeneralliğe terfi ettirilmiştir. Korg. Mehmet Eröz konumunu korurken, Org. Hasan Iğsız I. Ordu Komutanlığı makamıyla ödüllendirilmiştir.”
AKSİYON